Yürüyemez haldeyken bile başörtüsünü takmayı ihmal etmedi.Gece İbn - i Sina Hastanesine (yani Cumhurbaşkanının deyişiyle başörtüsü takmanın yasak olduğu bir "kamusal alan"a) gittik. Sağ olsun bütün doktorlar, hemşireler canla başla ve büyük şefkatle seferber oldu.Dikkat ettim; başından örtüsünü hiç eksik etmeyen anneannem, hastanede tahlilleri yapılırken başının açılmasını umursamadı.Hiç okula gitmemiş olduğu halde, sağlığı söz konusuyken başörtüsünü bir inat konusu yapmayacak kadar bilge bir kadındı.***Bu kısacık macera, "gündelik hayatımızdaki başörtüsü barışı"na dair ipuçları veriyor:Anneannem başörtüsü takıyor; ama takmayan kızına, torunlarına örtünmeleri için baskı yapmıyor.Öte yandan kimse de anneannemi başını açmaya zorlamıyor, aşağılamıyor, tersine saygı gösteriyor.Sorun nerede öyleyse?Bence sokakta sorun yok. Yani özel yaşamda kimse kimsenin ne giyip ne giymediğiyle meşgul değil. Bu, Türkiyenin büyük avantajı...Resmi kurumlarda da sorun yok. Orada başörtüsü takılmayacağı kuralı da - içten veya kerhen - çoğunlukça kabullenilmiş durumda...Sorun, bu iki yaşam alanının, yani sivil toplumla devletin kesiştiği (çatıştığı?) o mayınlı ara bölgede...Cumhurbaşkanı Sezer, önceki gün işte bu ara bölgeyi "kamusal alan" diye tarif etti ve üzerine "Başörtüsüyle girilmez" levhasını astı.***İyi de neresi bu "kamusal alan"?Mesela bir üniversite amfisi veya Cumhurbaşkanının uğurlandığı havaalanı pisti "kamusal alan" mıdır?Öyleyse - Başbakanın eşi ya da kızı dahi olsa - hiç kimse oralara başörtüsüyle giremeyecek midir?Sanırım tartışmanın tıkandığı nokta burası.Basit gibi görünse de sosyal bilimciler açısından da son derece problematik bir kavram bu...Hukukçular (muhtemelen Sezer de) "kamusal alan"ı "devlet dairesi" gibi tarif ediyor. Oysa "kamusal alan", hem devlet denetiminin, hem de pazar mekanizmasının dışında kalan bölgedir (üniversite böyledir mesela; medya da resmi kurum olmadığı halde "kamu görevi" yaptığı iddiasındadır).O yüzden de son yıllarda üzerinde büyük yetki kavgalarının yaşandığı bir arazidir.Devlet, "kamusal alan"da kontrolü sivil topluma kaptırdıkça egemenliğinin daraldığı vehmine kapılırken, sivil toplumun bir bölümü de "kamusal alan"daki "istenmeyen yerleşimciler"in kendi özgürlüğünü sınırlayacağı endişesiyle direniyor.Bu direniş büyüdükçe kavga çıkıyor; kamusal alanda hak iddia eden her kesim, kendi simgeleriyle (Evet, o anlamda Atatürk rozeti nasıl bir simge ise, türban da bir simgedir) bayrağını o alana dikmeye çalışıyor.***Kamplaşma bu kadar yoğunlaşmışken "Anayasa Mahkemesinin kararı var, giremezsiniz" demek nasıl toplumsal açıdan sorunu ortadan kaldırmıyorsa, "Tek başıma iktidar oldum, Anayasayı değiştirir girerim" demek de çözümü kolaylaştırmıyor."Kamusal alan"ı doğru tanımlayıp, onu diyalogla ve geniş bir uzlaşma içinde özgürleştirmemiz gerekiyor.Buna da "hukuk bilgisi" ya da "seçim yengisi" yetmiyor; "demokrasi terbiyesi" gerekiyor.Bu anlamda ben hem karamsar, hem iyimserim:Karamsarım; çünkü siyasal faydası yüksek bu konuyu sömürmek için her iki cephe de (işi "inat"a bindiren Meclis Başkanı da, her başörtülüyü şeriatçı sayanlar da) çalışıyor.İyimserim, çünkü gündelik hayatta bunu sorun etmeden bunca yıl bir arada yaşamayı başarmış bir topluma mensubum.Şimdi o toplum, aklın ve sağduyunun sınavına giriyor.Türkiyenin önümüzdeki dönemde en çok ihtiyaç duyacağı kavramlar; "ötekini tanıma" ve "bir arada yaşama" olacaktır.Çıkışımız, hukuki veya siyasi dayatmalarda değil, farklı olanla birlikte yaşama kültürünü geliştirecek yöntemleri bulabilmektedir. candundar@superonline.com 86 yaşındaki anneannem geçen gece iftar sonrası aniden rahatsızlandı. Hemen acile götürmeye karar verdik.