Başbakan, ekranda gördüğü Türkiye’den memnun mu acaba? İstanbul’daki Beyrut manzarasından hoşnut mu?
Türkiye’nin bir polis devleti görüntüsüne büründüğünü görmüyor mu?
Taksim’e bakıp “Gaz sıkıp hepsini temizledim“ diye övünüyor mu?
Taraftarlarıyla muhaliflerini, ateşle barut gibi karşı karşıya getirmekten, öfkesiyle yangına benzin dökmekten korkmuyor mu?
Şiddetin şiddeti doğuracağını ve yatıştırmaya bir noktadan sonra polisin yetmeyeceğini hesaplayamıyor mu?
Ortada gerçekten bir “büyük oyun“ varsa, şiddeti tırmandırarak o oyunda başrolü üstlenmiyor mu? Böyle yaparak kendi başkanlığı gibi, bir uzlaşma anayasasını, barış sürecini, toplumsal huzuru, dünyanın desteğini ve ekonomik istikrarı da riske etmiyor mu?
“Hepiniz üstüme geliyorsunuz”
Operasyon öncesi sanatçılarla buluşmasından sızan ayrıntılar, Başbakan’ın psikolojisini ele veriyor.
DİSK Genel Sekreteri, “Bu iş sosyolojik bir durum halini aldı, anlamıyor musunuz“ deyince ayağa kalkıyor:
“Ne sosyolojisi ya? Bana sen mi öğreteceksin“ diyor:
“Yeter be, sanatçı, aydın tamam, Allah’tan korkun” diye isyan ediyor.
Bir konuk, “Böyle bağıramazsınız“ deyince öfkesi patlıyor:
“Bana işimi öğretmeyin. Ayıptır. Hepiniz üstüme geliyorsunuz.”
Başbakan’ı kızı salondan çıkarıp yatıştırmaya çalışıyor.
Bakan’ın fırçası
“Dünya bana karşı “ psikozunun, Başbakan’a hakim olduğu anlaşılıyor.
Dün gördük; bizim medya yetmedi, dünya medyasına ayar veriyor.
Yakın çevresi de “Sizi yemeye çalışıyorlar“ diyerek bu psikozu besliyor.
Düşünün ki Başbakan’ın salonu terk etmesinin ardından Kültür Bakanı sanatçılara dönüp, “Benim için büyük hayal kırıklığısınız. Bir daha hiçbirinizi Başbakan’la görüştürmeyeceğim” diyebiliyor.
Kefen söylemi
Başbakan son dönem hemen her konuşmasında kefenden söz ediyor. Lafa, “Bedeli ne olursa olsun“ diye başlıyor.
“Menderes, Özal ve ben...” diyerek kendini ısrarla yakın tarihin karanlık sayfaları içine yerleştiriyor:
Örnek verdiği iki ismin ortak özelliği, güçlü oyla gelip zamanla iktidar sarhoşluğuna kapılmaları ve nasihatlere kulak asmamalarıydı.
Ne yazık ki Başbakan‘ın yakın çevresinde de, ülkenin nereye sürüklendiğini görüp ona aklın yolunu tavsiye edecek, masa altından “Sakinleş“ uyarısı verecek kimse kalmadığı anlaşılıyor. Yakınındakiler Başbakan‘a itidal yerine infial telkin ediyor ya da gidişatı gördükleri halde susuyorlar.
Gözler Cumhurbaşkanı’na dönüyor. Çok tanınmış bir müzik sanatçısı önceki gece yarısı “Ne olur bir şeyler yapın“ diye kendisine ulaşmaya çalışıyor, ancak artık Çankaya’nın da sözü Başbakan’a ulaşmıyor. Herkes susunca sokak konuşuyor.
Ötekileştiriyor
Başbakan’ın “milli irade“nin kendi tabanından ibaret olmadığını, Keçiören kadar Kuğulu Park’ın da, Kasımpaşa kadar Gezi Parkı’nın da Türkiye olduğunu anlaması lazım...
Bu tavrıyla ülkenin yarısını “ötekileştirdiğini“ de... En apolitik insanları bile ajite edip siyasallaştırdığını da...
Farklı iradeleri birleştirip kenetlediğini ve karşısında giderek güçlü bir blok oluşturduğunu da... Dünyanın bütün gazı sıkılsa, halkın ilelebet bastırılamayacağını da...
Korkmayın!
Dün bazı sanatçılarla konuştum.
Başbakan’ın Mehmet Ali Alabora‘yı doğrudan hedef alan konuşmasından rahatsızlardı. Ama bir araya gelip ortak bir basın toplantısı yapmak yerine twitler atarak vicdan rahatlatıyorlardı.
CHP’nin yöneticilerinden biri ile konuştum. Ne yapmayı düşündüklerini sordum. Gidişattan tedirgindi. Heyecana kapılmamak, sakin olmak gerektiğini söyledi.
Operasyon sırasında gözlerim Türkiye’nin sözcüsü olmaya soyunmuş medya starlarını, köşe yazarlarını aradı; yoklardı. Gezi Parkı’nı savunan gençlere yardımcı olan revirler saldırıya uğruyor, sağlık personeline kelepçe takılıyor; doktorların ortak sesi yükselmiyor. Avukatların gösterdiği tepkiye rastlanmıyor.
Polis Sendikası’nın meslektaşlarına, Mülkiyelilerin mülki amirlere söyleyeceği bir söz yok mu? Yeni bir 15-16 Haziran daha var artık Türkiye’nin tarihinde...
Bu kez gençler önde koşuyor. Ve herkesi peşinden sürüklüyor.