Aslında İçişleri Bakanı ile Ankara Valisi’ne teşekkür borçluyuz: Onlar, “Bayram yasak, kutlamaya gideni yakarız” diye tahrik etmese, bu kadar kitle toplanmayabilirdi.
Gelenlerin çoğu, inadına geldi.
Onlar, çoluk çocuğuyla Cumhuriyet’i kutlamaya koşmuş yurttaşların üstüne insafsızca biber gazı sıktırmasa, o kitle, büyük dayanışma içinde kenetlenemeyebilirdi.
Onların kışkırtması sayesinde Başkent ayağa kalktı ve güçlü olunca, bir arada durunca hiçbir barikatın kendilerini engelleyemeyeceğini gördü.
Gazı yedikten sonra yanan genizleri, kızarmış gözleriyle her şeyi göze alıp panzerlerin önüne dikildiler, bariyerleri devirdiler ve güle oynaya yürüyüşe geçtiler.
Meşhur öyküdeki gibi:
“Vezir”, hadiseleri izlediği yerden, “Padişahım halk gülüp oynamaya başladı, ne yapalım” diye sormuş olmalı.
Gazi Paşa, 29 Ekim günü Cuhmurbaşkanı seçildikten sonra Meclis kürsüsünden “Türkiye Cumhuriyeti, mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır” diye seslendi.
“Cumhuriyet” dendi mi, ilkin aklıma Çankaya Köşkü kütüphanesinde gördüğüm o kitap ve kitaptaki “çıkarma hesabı” gelir:
İsmail Hakkı Babanzade’nin “Anayasa Hukuku” kitabının 119. sayfasında Fransız düşünürü Montesqeieu’nün bir sözü yazılıdır:
“Cumhuriyetleri yaşatan genel kural fazilettir.”
Hemen yanında Atatürk’ün el yazısıyla bir hesap vardır:
1923
İkinci ile üçüncünün mücadelesiydi. Amerikalı ile Rus’un... Siyah ile beyazın...
Güç ile hırsın..,
Sessizlik ile çığlığın...
Frapanla sadenin...
Sharapova bir türlü alt edemediği rakibine yine yenildi ve Williams, aralarındaki 12 karşılaşmanın 10’unu alarak kesin üstünlüğünü belgeledi.
Ancak heyecanla beklenen finalin, turnuvanın en iyi maçı olduğu söylenemez. 1,5 saatlik mücadele, ağırlıkla Williams’ın güçlü kaslarıyla vurduğu, hızı 190 km/h’ye ulaşan sert servisler ve servis çizgisine uzanan derin toplarla geçti.
Vuruş çeşitliliği açısından da kısır bir maçtı. Her iki sette ancak birer smaç izleyebildik. Tek bir file önü mücadelesi ya da drop denemesi bile görmedik.
“Çığlık çığlığa” yarı final, beklendiği gibi Sharapova’nın oldu. Rus tenisçi, geçen yıl küstürdüğü Türk seyirciyi bu yıl avucuna aldı ve hırsla oynayarak rahat kazandı.
Victoria Azarenka bu kez kaybetti.
Maçtan hemen sonra ve “Dünya 1 Numarası” kupasını almadan önce görüştük ““Adı zafer olan kız”la...
Önceki günkü maçında çok yorulmuştu.
“Bu tür turnuvalarda rekabet çok sert. Isınma şansı yok. İlk maçtan itibaren çok iyi oynamak zorundasınız” dedi.
Ama koşullar herkes için aynı olduğundan, yenilgisine bunu bahane edemeyeceğini de ekledi. Rakibi Sharapova’nın iyi oynadığını teslim etti.
Neye gülüyordu?
İstanbul’da bayram, tenisseverlere geldi. Yıllar yılı Roland Garros’ta, Wimbledon’da, Dubai’de izleyip “Bir gün Türkiye’de olur mu” diye iç çektiğimiz şey oldu işte...
Dünyanın en iyi 8 (yedeğiyle 9) kadın tenisçisini, servis çizgisinin hemen arkasında yazan “İSTANBUL” yazısının üzerinde görebildik; hakemlerin kırık bir Türkçe ile “onbej-onbej” dediğini duyabildik.
Türkiye sürprizler ülkesi:
Kim derdi ki, bayrama denk gelen bir tenis turnuvasına her gün 10 bini aşkın seyirci gelecek, fiyatı 20 ila 75 lira arasında değişen biletler için kuyruk olacak, 3 kıta 9 ülkeden 9 oyuncuyu alkışlayacak ve Türkiye’ye olimpiyat için önemli bir avantaj sağlayacak?
Emeği geçen herkese teşekkürler.
İstanbul Cup, bu yıl desteği azalmasına rağmen seyircisini artırdı. Ve tenisseverler bazen geceyarısını geçen olağanüstü maçlar izleme şansı yakaladı.
Barış, bayrama ne kadar yakışıyor. Husumetler yatışıyor, küsler barışıyor, savaşın ateşi kesiliyor bayramda... Yaralar sarılıyor.
Kurban Bayramı’nda, insanların kurban olmasına “Dur” deniyor, her şey gibi silahlar da mola veriyor.
Birbirinin canını almaya can atanlar, aynı bayram namazında aynı kıbleye dönüyor, aynı göğe el açıp aynı Mevla’dan barış diliyor, aynı adakla günahının affını istiyor.
Ateşkes, belki de bayramın en gerçek hali...
“Keşke her gün bayram olsa” hayali...
* * *
Dünya, bayramda Suriye’de ateşkes sağlamaya çalışıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, “aile değerlerini yıpratan, gayri ahlaki durumları normalleştiren” dizilerden yakınıyor ve ekliyor:
“Ama en çok şikâyet edilen diziler en çok izleniyor”.
Bakan bunu, “Toplumda kafa karışıklığı var” diye açıklıyor.
Olabilir.
Ama bence başka açıklamaları olmalı...
İki ihtimal var:
Ya seyirci, “Şuna bir bakayım, şikâyet edebileceğim ne çıkacak” duygusuyla, bir müfettiş edasıyla dizi izliyor ve böylece dizilerin reytingine reyting katıyor.
Oslo’nun kayak merkezine yakın Holmenkollen tepesindeki Soria Moria otelinde sessiz huzurlu bir ortam karşılıyor konukları.
Kuzey Oslo’da, yaprakları sararmış devasa ağaçların ve toprağa kadar eğilmiş sisin sakladığı bir oteli geziyorum. Mihmandarım, “İşte bizimkilerin buluştuğu meşhur otel burası” diyor.
Oslo’nun kayak merkezine yakın Holmenkollen tepesindeyiz.
Bu tipik dağ otelinin camdan kapıları iki yana açılınca sakin, sessiz, huzurlu bir ortam karşılıyor konukları...
Otel, gelişkin teknolojiyle donatılmış, modern konferans salonları ile ünlü...
Rahat giyimli müşteriler, salonlara girip çıkıyor.