Ve serinin son filmi dün vizyona girdi:
“Emmanuelle’in ölümü...”
Sylvia Kristel, bir kısmımızın gördüğü ilk çıplak kadın vücudu, ilk gençlik rüyalarımızın başrol oyuncusuydu.
Tuhaftır bizim kuşağın vaziyeti:
60’ların beyazperdesinde veremli aşklar, kavuşamayan aşıklar vardır.
80’lerikinde darbe görmüş yorgun ilişkiler, derin hesaplaşmalar...
Tarihin bizimle derdi her ne idiyse bilmem, ergenliğini 70’lerde yaşayanlar, beyazperdede anadan üryan kadınların zuhur edişini gördüler:
Oslo
Türkiye’den kilometrelerce uzakta, bir üniversitenin, Fiyord Denizi’ne bakan salonunda, hiç bilmediğim bir dilde, bildiğim şiirleri dinliyorum.
Gür bir erkek sesi, şiir değil, şarkı okuyor sanki...
Önümdeki metinden izlemeye çalışıyorum:
“Yazılarım otuz kırk dilde basılır/ Türkiye’mde Türkçemle yasak” diyor.
“Sana söylemek istediğim en güzel söz/ henüz söylememiş olduğum sözdür” diyor.
“İman tahtamın üstündeki baskıya rağmen/ kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor” diyor.
Pazar akşamı Avusturyalı bir paraşütçünün uzaydan yeryüzüne atlayışını canlı yayında izlerken insanoğlunun sınırları aşma azmine bir kez daha hayran oldum.
43 yaşındaki Felix, atlayış vakti gelince, kendisini koza gibi saran kapsülden çıkıp bacaklarını yerküremize sarkıttı ve semanın en alımlı yıldızına oturmuş muzip bir çocuk gibi yukardan bize baktı.
Sonra da dünyaya bir selam çakıp havaya kollarını açtı ve kendini engin maviliğin kucağına bıraktı.
4 dakika 19 saniye sonra paraşütünü açarak bir martı süzülüşüyle yere kondu.
Artık “balonla en yükseğe çıkan”, “en yüksekten atlayan”, “en hızlı insan”, oydu.
Atlayışı, bundan sonraki basınç araştırmalarında yol gösterici olacaktı.
* * *
“Milliyet, bir gazeteden ötesidir” diyor Ayça Atikoğlu, gazetenin 60. Yıl kitabı için yazdığı önsözde...
60 yılın her sayfasında, ülkenin tarihine dair bir tanıklık kazılıdır.
Milliyet, Türkiye’nin aynasıdır.
* * *
Türkiye, son 10 yıla kadar sık hükümet değiştiren bir ülkeydi. Geçen 60 küsur yılda Milliyet’i sırtlayan yayın yönetmenlerine bakınca, Türkiye’nin birçok huyu gibi, istikrarsızlığının da, gazeteye aynen yansıdığını görüyoruz.
Ne kadar da sık kaptan değiştirmiş Milliyet...
Abdi İpekçi’nin 25 yıllık efsanevi yöneticiliğinden sonraki 25 yılda 11 yönetim değişmiş.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Aydınlık’a “PKK’yı desteklemiyoruz” açıklaması yapmış.
Hiç unutmam, 20 yıl önce 32. Gün’deydik.
Birand Şam’a, Suriye Dışişleri Bakanı Şara ile röportaja gitmişti. O görüşmeden önce Şam’ın varoşlarında bir apartman dairesinde Abdullah Öcalan’la görüşmüştü.
Görüşmeyi el kamerasıyla kaydetmiş, görüntüleri yanına alıp Suriyeli bakana gitmişti.
“Öcalan’ı neden Suriye’de tutuyorsunuz” diye sorduğunda Bakan, şaşırmış gibi yaparak “Bu ismi ilk kez duyuyorum. Şam’da olduğunu sanmıyorum” demişti.
Birand da “Az önce kendisiyle görüştüm. İşte görüntüleri” deyip kamerasının ekranını göstermişti.
Şara, söyleşi sonrasında kameralar kapanınca, “Size doğrusunu söylesem çok sorun çıkardı” demişti.
Seçim ufukta göründü ya, siyasette “milliyetçi görünme yarışı” başladı. Ve ne yazık ki başı, CHP lideri çekti.
“Dağda ölene de ağlamıyorsanız insan değilsiniz” diyen Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’e, Kılıçdaroğlu’nun “Ağlamasın, işine baksın” tepkisi vermesi, sanıyorum Başbakan’ı da “Yarışta geri kalıyorum” kaygısına düşürdü.
Ve o da “Teröriste ağlamayız. Herkes görevini yapsın” diyerek harcadı bürokratını...
* * *
Konu şiddetin dili olunca Ankara nasıl da hızla en geniş koalisyonu kurabiliyor?
Bir kucaklayış, bir gözyaşı damlası, koca koca liderleri nasıl da korkutabiliyor?
İtiraz, ilkesel düzeyde, atanmışların konuşmasına, seçilmişlerin işine karışmasına olsa anlayacağım.
Diyarbakır’da 60 bin öğrenciye hangi dersleri seçmek istedikleri soruldu.
Cevaplar ilginç:
23 bini, “Hazreti Muhammed’in hayatı” dedi.
20 bini, “Kur-an’ı Kerim” okumak istedi.
10 bin öğrenci “Matematik uygulamaları”nı seçti.
“Demokrasi ve İnsan Hakları”nı seçenler 5 binde kaldı.
“Kürtçe” mi? Rakam çarpıcı:
Rahmetli Kurthan Fişek hocamdan dinlemiştim, Pavarotti’yi kovuş hikayemizi...
Dünyaca ünlü tenor, 1960’ların başında henüz üne kavuşmadan, La Boheme’de oynamaya gelmişti Türkiye’ye...
“Sesi terbiyesiz” diye geri gönderilmişti.
Kurthan Hoca, asıl gerekçenin, sesinden ziyade, kendisinin “terbiyesiz”liği olduğunu öğrenmişti.
Ankara’daki son temsilini Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in huzurunda vermişti Pavarotti...
Eser bitince “Cemal Aga”, kendisini tebrik için locasına davet etmişti.
Genel Müdür Cüneyt Gökçer, “Koş, Cumhurbaşkanı seni bekliyor ” deyince Pavarotti, “Tebrik etmek istiyorsa bir zahmet o, sahneyi teşrif etsin” karşılığını vermiş ve ossaat kapının önüne konmuştu.