İkinci ile üçüncünün mücadelesiydi. Amerikalı ile Rus’un... Siyah ile beyazın...
Güç ile hırsın..,
Sessizlik ile çığlığın...
Frapanla sadenin...
Sharapova bir türlü alt edemediği rakibine yine yenildi ve Williams, aralarındaki 12 karşılaşmanın 10’unu alarak kesin üstünlüğünü belgeledi.
Ancak heyecanla beklenen finalin, turnuvanın en iyi maçı olduğu söylenemez. 1,5 saatlik mücadele, ağırlıkla Williams’ın güçlü kaslarıyla vurduğu, hızı 190 km/h’ye ulaşan sert servisler ve servis çizgisine uzanan derin toplarla geçti.
Vuruş çeşitliliği açısından da kısır bir maçtı. Her iki sette ancak birer smaç izleyebildik. Tek bir file önü mücadelesi ya da drop denemesi bile görmedik.
Turnuvanın heyecanlı maçlarını, Radwanska, Errani gibi risk alan mücadeleci raketlere borçluyuz.
Hiç kuşku yok ki Sharapova dünya tenisinin en popüler ismi. Gittiği her yerde star muamelesi görüyor. Sadece bir tenisçi gibi değil, bir popüler kültür ikonası olarak karşılanıyor. Reklamcılar, yayıncılar, seyirciler onu arzuluyor.
O yüzden her kaprisine boyun eğiliyor. Nitekim İstanbul Cup’ta da bütün tenisçiler Polat Otel’de kalırken, o “Sheraton” diye diretti ve kimse itiraz edemedi. Günlerini otelinden çıkmadan antrenman yaparak geçirdi. Ama kupayı almaya yetmedi.
Williams’a gelince...
Rakibinin moralini bozacak derecede ve bunu istercesine soğukkanlıydı. Aldırmaz havadaydı. Ama maçı kazandığı an, o havası dağıldı. Bir anda seyirciyle bütünleşen sıcakkanlı bir kadına dönüşüverdi.
1 numara unvanını yakında geri alacağını gösterdi.
Basın toplantısında da “Göstermedim ama bunu kazanmayı çok istiyordum” dedi.
Türkiye Tenis Federasyonu’nu kutlamalıyız.
Gerçekten geçen yıldan da iyi bir organizasyona imza attılar.
Turnuvayı toplam 73 bin seyirci izledi.
160 küsur ülkede yayınlandı.
Türkiye’ye olimpiyat adaylığı yolunda önemli bir kapı araladı.
Her tenisçi, WTA yöneticisi, yabancı gazeteci seyirciyi överek lafa girdi.
Gerçekten de seyirci harikaydı.
Evet, bakanların yuhalanması, belediye başkanının ıslıklanması, Ulaştırma Bakanı’nın yerinde bir kararla konuşmadan alanı terk etmesi turnuvaya tatsız final yaşattı.
Evet çirkindi. Keşke olmasaydı. Yakışmadı.
Ama izlediğimiz hiçbir benzer turnuvanın siyasetçilere sahne sunmadığını, onların da bu sportif etkinlikte sahne almaya hevesli olmadığını hatırlatalım. Bu zeminleri politikadan arındırmakta yarar var.
Gelecek sene için de birkaç küçük tavsiye:
Maç aralarında “Gangnam Style” ve Serdar Ortaç tarzı müzik çalmak, pek şık durmuyor. Daha iyi bir şeyler çalınamaz mı?
Hakemin oyuncuları korta davet için İngilizce söylediği “Time” sözcüğünü “Zaman” diye tercüme etmek, manasız kaçıyor. Başka bir sözcük bulunamaz mı? Bunlar detay. Genele bakıldığında top toplayıcısından hakemine, basın bürosundan sunucusuna kadar organizasyona emek veren herkesi kutluyorum.
Artık tek dileğimiz var:
Bir gün bu turnuvada kendi tenisçilerimizi de alkışlayabilmek...