Hugh Jackman’ı Zorlu PSM’de izledikten bir gün sonra Soho House’un 50 kişilik minik lambalarıyla loş ışıklı, rahat kadife koltuklu sinema salonundayız.
Nil Karaibra-himgil’i akustik dinlemek üzere. Önce iki gitarist sahneye çıkıyor, sonradan onlara gitarist demenin ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu
görüyorsunuz, her enstrümanı çalabiliyorlar. Boşuna Nil, “İsviçre çakısı gibi” demiyor
onlar için. Nil, koltukların arasından şarkı söylerek sahneye geliyor. Herkes suspus
dinliyor, en ufak bir tepki, coşku, heyecan yok. İtiraf etmeliyiz, ruhsuz hatta donuk izleyicileriz. Neyse ki arada “Konserde coşmak da yasak!” diye kulüpte fotoğraf çekme, telefonda konuşma yasaklarına atıfta bulunanlar da oluyor.
Nil şahane söylüyor, yanında iki şahane müzisyenle. 1-2 şarkı dinler kaçarım diye gittiğim yerde mıhlanıp kalıyorum, hatta hiç bitmesin istiyorum.
Hatta keşke sinema salonunda değil de, Embassy Club’da olsaydı bu konser diyorum. O zaman izleyiciler de daha coşkulu olabilirdi. Neyse ki salondaki en coşkulu izleyiciler tam da yanımda, Nil’in ailesi, annesi-babası, kardeşi… Ve tabii eşi Serdar Erener ve görümcesi Sertab Erener…
Hande Ataizi-Benjamin Harvey, Tuba Ünsal-Mirgün Cabas, Engin Altan Düzyatan, Ayşe Hatun Önal, Gamze Özçelik, Abdullah Oğuz, Mehrnoush Esmaeilpour, Merve Boluğur, Ceylan Çapa, Ayşe Tolga, Arzu Kaprol…
Hep birlikte tatile çıkarsa ne olur?
Artık gelenekselleşen Elle Weekend’lerde, her yaz, böyle birçok isim hep beraber bir hafta sonu tatili geçiriyor.
Sonuç, tabii ki bol eğlence, parti ve dedikodu…
Bu yıl buluşma noktası Alaçatı’da yeni açılan Alkoçlar Exclusive’di.
İşte bu yüzden Gülşah-Ender ve Aslışah Alkoçlar ile Neslişah Alkoçlar’ın eşi Engin Altan Düzyatan da Mehmet Y. Yılmaz, Işın Görmüş ve Neslihan Sadıkoğlu ile birlikte ev sahibiydi.
Cumartesi gündüz happy hour-la başlandı, sonra akşam buzuki eşliğinde yemek ve sonrasında parti vardı.
Bodrum’a, Çeşme’ye dağılmadan İstanbul gecelerinde son haftalarımız nasıl geçiyor? Pizza East Akaretler’i canlandırmaya yeter mi? Lucca’nın skinny kokteylleriyle forma girilir mi?
Biri “Telefonda konuşabilir miyim?” diyor. Bir başkası “Fotoğraf çekebilir miyim?” diye soruyor. Artık nasıl şartlandıysak, karşımızda Soho House grubunun İngiliz yönetimini görünce hizaya giriyoruz. Onlar ne kadar umursamaz ve rahat görünüyorsa, bizde de o kadar “hazır ol”da durma hissi yaratıyorlar.
Kalabalık bir masayız, mavi-beyaz tentesiyle Akaretler’in merkezine oturan Pizza East’te. Belli ki herkesin Soho House’ta telefonda konuştuğu ya da fotoğraf çektiği için uyarıldığı olmuş. İtalyan restoranı Cecconi’s ile hayatımıza giren kokteyller, negroniler dolaşıyor etrafta. Hafta sonu için Cecconi’s’te uzun bir bekleme listesi olduğu konuşuluyor bu sırada.
Mekanın büyüklüğü insanı şaşırtıyor
Pizza East geçtiğimiz perşembe itibariyle açıldı aslında ama biz çarşamba günkü tadım yemeğine konuk olduk. İlk izlenim önemli, mekanın büyüklüğü şaşırtıyor. Sigara içenler inatla açık havada oturmak istiyor, o yüzden kendimizi açık havada buluyoruz. Oysa içerinin dekoru daha etkileyici.
Pizza East,
Çok sevdiğim bir arkadaşım Morini’nin terasında yanıma sokuldu, “Samimiyetimize güvenerek sana bir şey soracağım” dedi.
Merakla gözlerimi diktim, kulaklarımı açtım.
“Bu Ahmet Güneştekin’in sırrı ne? Bu kadar önemli ismi bir araya getirmeyi nasıl başarıyor?”
Artık nasıl baktıysam, “Yanlış anlama, ben de Kürdüm ve bir Kürt sanatçının başarısı beni mutlu ediyor ama anlamaya çalışıyorum” diye de ekledi.
İşte o sırada Ahmet Güneştekin’in Venedik’teki başarısını kutlamak için bir araya gelenlere bir kez daha baktım, Güneri Cıvaoğlu’ndan Mehmet Y. Yılmaz’a, Fehmi Koru’dan Ertuğrul Özkök’e, Eyüp Can’dan Emre İskeçeli’ye, Mustafa Taviloğlu’ndan Leyla Alaton’a, Murat Özyeğin’den Emre Arolat’a, Murat Pilevneli’den İnci Aksoy’a, Feryal Gülman’dan Elif Dürüst’e, Zuhal Şeker’den Arzu Kaprol’e her köşede bir tanıdık isim...
Hiç düşünmeden cevabımı verdim, “İnsan ilişkileri”.
İş hayatına atıldığınızda ilk öğrendiğiniz şey, size verilen ya da söke söke aldığınız işi ne kadar iyi yaparsanız yapın yeterli olmuyor.
İnsan ilişkileriniz iyi değilse, yeterince sosyal değilseniz, gözükmeniz gereken yerlerde gözükmüyor ve sessiz ve derinden ilerleyerek başarılı olmaya çalışıyorsanız ağzınızla kuş tutsanız bile ol
Tanıdığım en çalışkan ve en üretken insanlardan biri, Ayşegül Dinçkök.
5 yıl önce dalışa başladı, kısa sürede yüzlerce dalış yaptı.
Sualtında sadece yeni bir dünyayla tanışmadı, kendisine ve takipçilerine de yeni bir dünyanın kapısını açtı.
İlk sergisi Derin Tutku, Tophane-i Amire’den sonra Van’dan Hatay’a birçok şehri gezdi.
İkinci sergisi Derin Tutku Air ise sergiyle aynı zamanda Vahit Tuna tasarımı saklamalık müthiş bir kitaba dönüştü, Akdeniz Koruma Derneği’ne katkı sağladı. Sadece kitapla da kalmadı, dünya dalış rekortmeni Şahika Ercümen ile birlikte
İZ TV’de yayınlanan bir belgeselle de karşımıza çıktı.
Jo Malone ile yaptığı işbirliğiyle artık uluslararası bir marka haline gelen, Güneş Mutlu Mavituncalılar’ın çanta markası Mehry Mu’ya da ilham kaynağı oldu, fotoğraflar Mehry Mu çantalarını süsledi.
Bir postane memuruyla bir kütüphane görevlisi dünyada hatırı sayılır bir sanat koleksiyonuna sahip olabilir mi?
Maaşları dışında geliri olmayan bir çift, daha ilk günden karar veriyor ve kadının maaşıyla geçinip erkeğin maaşıyla sanat eseri toplamaya başlıyorlar.
Hem de New York gibi pahalı bir şehirde. Manhattan’da tek odalı bir evde oturuyorlar. Ressamlar nerede takılıyorsa oralara gidip onlarla arkadaş oluyorlar. Pablo Picasso’dan John Chamberlain’e birçok önemli sanatçının eserini zaman içinde topluyorlar. 4782 parçalık bir koleksiyonları oluyor. Tabii evlerinde yer kalmıyor. Yatağın altında eserler biriktirdikleri için yatak giderek yükseliyor.
Sonunda eserlerin zarar görmesine daha fazla dayanamıyor ve koleksiyonlarının 2500 parçasını Washington’daki National Gallery of ART’a bağışlıyorlar.
Dorothy - Herbert Vogel çiftinden söz ediyorum. Onlar hakkında yapılmış müthiş bir belgesel de var.
“Koleksiyonerlik sanılanın aksine sadece zenginlere özel değil” diye bu çifti örnek veriyor İngiliz sanat yazarı Louisa Buck.
“Ne topluyorsan o sensin!” diyor.
Daha açılalı 10 gün olmasına rağmen şehrin en çok ses getiren restoranlarından biri oldu Cecconi’s. Tepebaşı’ndaki bu İtalyan restoranıyla başlıyor, İstanbul’da yeni açılacak mekanlarla devam ediyoruz
Son zamanlarda İstanbul’da yer bulması en zor restoran Cecconi’s. Tepebaşı’nda Soho House’un yanında yeni açılan bu İtalyan restoranı, Soho House Grubu’na ait ama üyelik gerektirmiyor.
Her yurt dışından gelen iyi markaya olduğu gibi Cecconi’s’e de müthiş bir ilgi gösterdik daha açıldığı günden itibaren. Aslında restoranı bizim için daha cazip hale getiren eski yazlık bahçeleri andıran dekoru. Hiç yabancılık çekmeyeceğiniz, son derece rahat bir ortamı var. Yine de herkes kapıya dönük oturmayı tercih ediyor, geleni geçeni görebilmek için.
Cecconi’s Londra’da, Los Angeles’ta ve Miami’de de var. Bizim Papermoon gibi yemeklerinde iddialı ama yemeklerinden çok, görmek ve görünmek isteyenleri
mest edecek bir kalabalığı var. Tanıdık birçok simaya rastlamak mümkün. Özellikle Londra’da o kadar süpermodel görünümlü güzel insanı bir arada görebileceğiniz sayılı yerden biri.
Profiterolü için bile gidilir
Yemekler başarılı. Özellikle siyah trüf, kabak çiçeği ve keçi peynirli pizza ve
JR’ın İstanbul’da neler yaptığını perşembe günü yazmıştım, peki ama yaptıklarının başına neler geldi, biliyor musunuz?
Tam da Instagram’da herkesin JR fotoğrafları paylaşmaya başladığı, hatta JR’a şehri güzelleştirdiği için teşekkür mesajları yağdırdığı sırada NTV muhabiri Göktan Bedük’ten haber geldi, JR’ın Cibali Sokak’taki bir eseri vandalizm kurbanı oldu diye. Kaç saatlik çalışmanın üstüne gelişigüzel kırmızı boya atılmış.
Sonradan bir haber daha geldi, bir eseri tamamen parçalandı diye.
Kimin ya da kimlerin yaptığı belli değil.
Dünyanın hiçbir yerinde, tanınmış sokak sanatçılarının eserlerinin başına böyle şeyler gelmiyor tabii.
Herkes emeğe saygılı davranıyor, güzellikleri koruyor.