Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hugh Jackman’ı Zorlu PSM’de izledikten bir gün sonra Soho House’un 50 kişilik minik lambalarıyla loş ışıklı, rahat kadife koltuklu sinema salonundayız.
Nil Karaibra-himgil’i akustik dinlemek üzere. Önce iki gitarist sahneye çıkıyor, sonradan onlara gitarist demenin ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu
görüyorsunuz, her enstrümanı çalabiliyorlar. Boşuna Nil, “İsviçre çakısı gibi” demiyor
onlar için. Nil, koltukların arasından şarkı söylerek sahneye geliyor. Herkes suspus
dinliyor, en ufak bir tepki, coşku, heyecan yok. İtiraf etmeliyiz, ruhsuz hatta donuk izleyicileriz. Neyse ki arada “Konserde coşmak da yasak!” diye kulüpte fotoğraf çekme, telefonda konuşma yasaklarına atıfta bulunanlar da oluyor.
Nil şahane söylüyor, yanında iki şahane müzisyenle. 1-2 şarkı dinler kaçarım diye gittiğim yerde mıhlanıp kalıyorum, hatta hiç bitmesin istiyorum.
Hatta keşke sinema salonunda değil de, Embassy Club’da olsaydı bu konser diyorum. O zaman izleyiciler de daha coşkulu olabilirdi. Neyse ki salondaki en coşkulu izleyiciler tam da yanımda, Nil’in ailesi, annesi-babası, kardeşi… Ve tabii eşi Serdar Erener ve görümcesi Sertab Erener…
Konser sonrası en çok konuşulan şey, Serdar Erener’in Nil’i nasıl bir hayranlıkla izlediği oluyor. Çok tatlılar, her şeyi bu kadar hızlı tükettiğimiz bir dönemde, bu kadar uzun bir ilişkide hala böyle bir hayranlık hissinin kalabilmesi şaşırtıyor herkesi.
İşte o sırada bir arkadaşımız araya giriyor, “Görmediniz mi, Nil’in izleyicilerden 3 ilgisiz kelime isteyip nasıl sahnede canlı canlı beste yaptığını?” diyor. Gerçekten de Nil izleyicilerin seçtiği mücadele, bebek ve salı kelimeleriyle sahnede nefis bir beste yapıyor.
“Her şey bir mücadele, bebek niye olmasın?” diyor. Hemen arkasından da Chicago ve kahve kelimelerini cümle içinde kullandığı ikinci beste geliyor.
İşte o sırada Serdar Erener kendini tutamıyor ve “Bütün şarkılarını böyle yapıyor, laflarla müzik birlikte geliyor” diyor, gururla.
Arkadaşım haklı, bu kadar zeki ve yetenekli bir kadına nasıl hayran olunmaz ki?

Haberin Devamı

Jackman’dan öğrendiğim 6 şey
1 Avustralya kadar dertsiz tasasız bir ülkeden çıkan insanla bizim gibi olaysız günü geçmeyen bir ülkeden çıkan insan bir olmuyor. Her ne kadar Johnnyler ve Mehmetler bir olsa da…
2 Gittiğin ülkede kendini sevdirmek için kültürünü en ince ayrıntısına kadar öğreneceksin. Bkz. Jackman nazar boncuğundan tahtaya vurmaya, Türk kahvesinden halay çekmeye, Gelibolu’dan Atatürk’e sevdiğimiz her konuya hakim.
3 Tribüne oynarken de sempatik olmak mümkün. Tabii yakışıklı ve yetenekli olmak da buna yardımcı oluyor.
4 Ünlü olmak demek yüksek egolu olmak anlamına gelmiyor. Kendisiyle dalga geçebilmek kadar başkalarını yüceltmeyi de önemsiyor. Bizde hiçbir yıldızın yapmayacağını yapıyor, sahne ye her adım atan kişiyi tek tek isimleriyle tanıtıp alkışlatıyor. Birlikte iş yaptığı herkese bir jest yapıyor, orkestradaki kemancının doğum gününü kutlamasından sahnede düet yaptığı Bora Uzer’i Emirgan’da Gizli Kalsın’da dinlemeye gitmesine kadar…
5 Dünya çapında olabilmek için gerçekten yetenekli olmak gerekiyor, sadece oyunculuk da yetmiyor, hem profesyonel bir şarkıcı kadar iyi şarkı söyleyeceksin, hem profesyonel bir dansçı kadar iyi dans edeceksin, hem de profesyonel bir stand up’çı kadar esprili ve hazır cevap olacaksın. Bunları yapabilmek için de sadece zeka değil, fiziksel kondüsyonun da çok iyi olacak.
6 Wolverine kadar fit olmak başlı başına bir mesai gerektiriyor. Kendisi anlatıyor, genlerin yetmediğini, çekimlerden önce nasıl kampa girdiğini, saatlerce spor yapıp, ne kadar sağlıklı beslendiğini…