“Hepimiz birer video oyunu karakteriyiz. Başkalarının kontrol ettiği bir simülasyonda yaşıyoruz, öyle olmaması sadece milyarda bir ihtimal...” dedi Elon Musk.
Paypal, Space X ve Tesla Motors’un kurucusu haklıydı, sanal ve gerçek dünyalar her geçen gün daha da birbirine karışıyor.
Gerçi Musk’ın fikirlerini ilk duyanlar hep gerçekleşmeyecek hayaller sandı, oysa o fikirleri hızla hayata geçirdi.
Hatta onun için ABD’de ‘seri girişimci’ yerine ‘paralel girişimci’ denilmesine bile neden oldu.
Aynı anda farklı endüstrilerde yaptığı işler nedeniyle ve tabii girdiği her endüstride bir devrim yarattığı için.
Aslında her şey Zip2 ile başladı, babasından 28 bin dolar borç alarak erkek kardeşi Kimbal ile kurduğu online rehber hizmeti kısa sürede beğenildi, yatırımcılar yüzünden şirketten ayrılmak zorunda kaldı, ama Compaq’a satıştan tam 22 milyon dolar kazandı.
Daha sonra PayPal ile tanındı, teknik anlaşmazlıklar nedeniyle balayında olduğunda şirketten uzaklaştırıldığını öğrendi.
PayPal’ın satışından 165 milyon dolar kazandı.
2018’in en iyi restoranları listelerinden biri önümde.
Esquire dergisinin Ortadoğu edisyonu seçmiş en iyileri.
Bir numarada tanıdık bir isim var: Rüya.
Rüya, Umut Özkanca’nın Borsa Restaurant’larının kurucusu olan babası Rasim Özkanca’dan edindiği bilgi ve birikimi, kendi işletme ve aşçılık eğitimiyle harmanlayıp, Zuma’nın şefi Colin Clague’yi de transfer edip Anadolu mutfağını dünyaya tanıtmak için kurduğu restoran.
İstanbul’da Masa ve Parle gibi başarılı markalar yarattıktan sonra Rüya’yı İstanbul yerine Dubai’de yaratmaya karar veriyor Umut Özkanca.
Anadolu mutfağını fine dining seviyesinde yeniden yorumlayarak ve harika bir menü yaratarak.
Boşuna Esquire dergisi Rüya için “Özgün, yaratıcı, yenilikçi, ve çok lezzetli” demiyor.
İstanbul’da beni son zamanlarda en mutlu eden fikir Hayata Sarıl Derneği ve lokantası. Ünlü şeflerin burada ihtiyaç sahiplerine yemek ve yardım yaratmak için mutfağa girmesinden sonra şimdi de Hayata Sarıl ekibi Vault Karaköy, The House Hotel’de.
Dört yıl önce tam da bu zamanlarda ilk açıldığında İstanbul’un en çok konuşulan otel ve restoranıydı Vault Karaköy, The House Hotel. Karaköy, Bankalar Caddesi’nde şehrin en güzel iki tarihi binası eski Sümerbank ve Cemaat Han’da. Neo-rönesans mimarinin izlerini taşıyan 1863 tarihli Credit General Ottoman binası, bildiğimiz adıyla eski Sümerbank binası ve eskiden Neve Şalom’a ait olan Cemaat Han, Ulusoy Grubu tarafından 2010 yılında satın alındı. İki binayı Ağa Han ödüllü mimar Han Tümertekin aslına sadık kalarak restore etti. Sonra işin içine iç mimar Sinan Kafadar ve Metex Group girdi. Finalde de Vault Karaköy, The House Hotel ortaya çıktı. Otel resepsiyonu, duvarlarda asılı çerçeveli bonolarla bezeli bir banka veznesi gibi tasarlandı. Lobide kuyruklu piyano, restoran ve yuvarlak biçimde tasarlanmış, bir banka hazine odası kapısının tüm özelliklerini yansıtan bar alanı var. Girişteki Kasa adlı lokantanın barı da var, şarap kavı ise dev
İstanbul’a yeni taşınan Kanadalı bir arkadaşım, işi için temasa geçmesi gereken müşterileri telefonla arıyor, telefonda derdini tatlı tatlı anlatmaya çalışıyor.
Bunu bana söylediğinde ilk tepkim, “Nasıl yani, siz hâlâ telefonda konuşuyor musunuz?” oldu.
Biz her işimizi Whatsapp’tan, Telegram’dan hallediyoruz, ne SMS kaldı, ne email’lere tahammülümüz kaldı, ne de kimse kimseye telefon açıp halini hatırını soruyor.
Hayat artık çok hızlı, giriş, gelişme, sonuç yok konuşmalarda, mesajlaşmalarda, direkt sadede geliniyor.
Zaten cümleyi biraz uzatacak olursanız karşınızdaki başlıyor, konsantrasyon sorunu olduğunu anlatmaya.
Kanadalı arkadaşım şaşırıyor, “Evet, biz de mesajlaşıyoruz ama telefonda da konuşuyoruz. Daha samimi değil mi?” diyor telefonda konuşma.
“Karşılıklı konuşmalar yanlış anlamaları ortadan kaldırıyor bence” diye ekliyor.
İkna olmaya meyilliyim, ama telefon çaldıkça, artık 24 saat sesi kapalı, titreşimde olduğu için bir kez daha şükrediyorum.
Elon Musk, Tesla ve SpaceX ile hepimizi kendisine bağlamayı başardı.
Tabii, Anıtkabir’den paylaştığı fotoğrafın da kalbimizde ayrı bir yeri var.
69 yaşındaki annesi Maye’in geç gelen süper modelliğinden erkek kardeşi Kimbal’ın Nextdoor Eatery ve The Kitchen ile gıda konusundaki sosyal yardım çalışmalarına, kız kardeşi Tosca’nın Netflix’e rakip Passionflix’ine Musk ailesinin her bireyini tek tek izlemekteyiz.
Geçen hafta sonu bütün aile Elon Musk’ın son şirketi The Boring Company’nin yeni ürünü alev silahını tanıttı.
İlk bakışta tehlikeli diyenler oldu. Oysa The Boring Company logolu 20 dolarlık şapkaları satışa çıkararak 1 milyon dolar kazanmıştı Elon Musk. Şimdi ise “Çok gereksiz, eğlenmeyi sevmiyorsanız sakın almayın” dediği alev silahlarıyla 48 saatte 5 milyon dolar kazandı. Hatta bu yazı yazılırken 500 dolara 15 bin adet ürün satmış ve kazancı 7.5 milyon dolara fırlamıştı bile!
Elektrikli otomobillerden, roketlerden sonra Elon Musk da sonunda kolayı buldu.
Artık çok değerli bir markası var, ne yapsa satış rekoru kırıyor.
Şapka, alev silahı derken yavaş yavaş promosyon ürünlerine doğru ilerliyor.
Londra’da Omeara’da çok da kalabalık olmayan bir rock konserindeyiz.
Sahnede harika bir ses var, ama orkestranın gümbür gümbür sesi o harika sesi bile bastırıyor.
Kendisi de durumdan hiç şikayetçi gibi değil, gitar çalan eşi Emre Kula’ya hayranlıkla bakıyor.
Bis yapacaklarını bile, eşine bakıp “Patron o, o derse yaparız!” diye duyuruyor.
Telomerler ne kadar işe yarasa da artık yaş konusu görüntüde ne kadar önemsizleşse de Sertab Erener hayranları şaşırıyor, O2 Indigo’daki kendi konserinden bir gece önce Oceans of Noise adlı genç bir rock grubuna Sertab’ın solistlik yapmasına...
Kendi güzel Türkçe şarkıları yerine İngilizce şarkılar söylemesine...
‘Kırık Kalpler Albümü’ndeki ‘Olsun’ şarkısı bile Amerikalı bir yapımcının yazdığı sözlerle ‘All Soon’ oluvermiş.
Konseri izlerken ister istemez, ben bu filmi daha önce izlemiştim diye geçiriyorum içimden.
Nusret Gökçe, Miami’den sonra New York’ta yeni restoranını açtı. New York’taki eleştiriler sadece sosyal medya kullanıcılarının değil, hepimizin diline dolandı. Peki neden başarıya bu kadar tahammülsüzüz? Neden hemen aşağı çekmeye çalışıyoruz?
Son günlerde sosyal medyada, Whatsapp gruplarında en çok paylaşılan New York Post’ta çıkan Nusr-et New York eleştirisi oldu. Buna daha fazla kayıtsız kalabilmek mümkün değil. Bu yazının birbirinden farklı kişiler tarafından paylaşılması anlaşılabilir, sonuçta Nusret Gökçe bir sosyal medya yıldızı da aynı zamanda. Bana tuhaf gelen yazının ya da eleştirilerin paylaşılması değil, bu eleştirileri paylaşırkenki üslup. Herkeste bir sanki hak yerini buldu tavrı… Nusret acımasızca eleştirildikçe, işleri kötü giderse, sanki o zaman hepimiz kazanacakmışız gibi saçma bir zevk alma hali…
Evet, eleştirilerde tabii ki haklılık payı vardır. Her yeni açılan restoranda aksaklıklar olur, bir restoranın oturması en az 3-4 ayı bulur. Fiyatların çok yüksek olmasına gelince, evet, bu da arz-talep meselesi sonuçta. Bu fiyatlara yemek yemeyi göze alan, alabilen gider, istemeyen gitmez. Bu kadar basit. Tamam, yine de bunları eleştirmeyi anlayabilirim. Ama eğri oturup
Tam 3 yıl önce Mardin beni şaşırtmıştı, Mardin Bienali’yle, bienalle eş zamanlı kitap fuarı ve Ankara Devlet Opera ve Balesi ile birlikte düzenlenen Opera ve Bale Günleri’yle.
Malum, biz İstanbul’da kendi küçük dünyamızda kendimizi büyük şehirde yaşıyor görürken bile opera ve baleye hasret kalmış durumdayız.
Her şeyden önce Mardin’de bienal yapılması tabii ki çok olumlu, sergileri gezen ilkokul öğrencilerini görünce bunun değerini daha da iyi anlıyorsunuz.
Ama adında bienal olunca beklenti de ister istemez yükseliyor ve o beklentiyi karşılamak zorlaşıyor.
İstanbul, Venedik, Sao Paulo gibi hem dokusu olan hem de söylemi olan şehirlerle aynı kulvarda yarışabilmek elbette kolay değil.
Uluslararası Bienal Derneği’ne üye olmaya hak kazanan Mardin Bienali daha yolun başında, zamanla çok daha iyi olacak.
Bunun için de hepimizin desteğini bekliyor.
Bu yıl Mardin Bienali, “Sözden Öte” başlığıyla 4 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında 4. kez gerçekleştirilecek.