Son birkaç gündür Enerji Bakanlığı’nın kamu spotunu konuşuyoruz, Prof. Dr. Aziz Sancar ve Prof. Dr. Bilge Demizköz’ün yer aldığı.
Nobelli bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar’ı tanımayan bilmeyen yok, kendisinden bahsederken herkes son derece saygılı, hakkında konuşurken ağzından çıkanı iki kere düşünüyor.
Fakat sıra Prof. Dr. Bilge Demirköz’e gelince aynı hassasiyeti göstermeyen, ona bir figürandan bahseder gibi yaklaşan çok kişiye tanık oldum.İşin acı tarafı, bunu yapan genellikle kadınlar.
Onlar acımasızca eleştiriyor hemcinslerini.
Oysa artık cinsiyetleri aştığımız bir devirdeyiz; bilim adamı, bilim kadını değil, bilim insanını vurguladığımız bir dönemdeyiz.
Kadınların kadınlara acımasızlığı yeni bir şey değil, her ne kadar kadın hareketleriyle artık birbirimizi desteklemeye çalışsak da.
Prof. Dr. Bilge Demirköz’ü herkes yeterince tanımıyor olabilir.
Canlı müzik trendinin mahalle aralarına kadar yayılmasıyla, arabesk ve türevleri de yeniden canlandı.
Selami Şahin’den Coşkun Sabah’a birçok isim yeniden popüler oldu, artık gece hayatından farklı jenerasyonlar arabesk dinlemeye koşa koşa gidiyor.
37. İstanbul Film Festivali de Türk sinemasının en tanınmış eserlerinden birinin, Arabesk’in yıl dönümünü kutluyor.
6 Nisan’da başlayacak olan festival, sinemaseverlere usta yönetmenlerin yeni filmlerinden genç ustalara, yaratıcılığın sınırlarını zorlayan filmlerden klasik başyapıtlara zengin bir program sunacak.
Ertem Eğilmez’in repliklerinden şarkılarına hiç unutulmayan son filmi Arabesk, tam 30 yıl sonra, festivalde yeniden beyazperdede izleyicisiyle buluşuyor.
Üstelik film gösteriminin ardından izleyicileri %100 Arabesk bir konser bekliyor.
Festival kapsamında 9 Nisan 19.00’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek olan film şerefine, Türkiye’de arabesk müziğin en unutulmaz, en çarpıcı isimleri Cahide’de sahneye çıkacak; üstelik sinema dünyasından isimlerle birlikte.
Farklı ülkelerden yeme-içme sektörünü bir araya getiren Global Gastroekonomi Zirvesi nasıl geçti? İşte zirveden notlar…
TURYİD ilk defa böyle bir işe kalkıştı, sektörün her alanından her seviyesinden farklı ismi bir araya getirdi ve gastronominin ekonomiye katkısını örneklerle anlattı. Dünyanın en iyi 51. restoranı seçilen Mikla’nın şefi Mehmet Gürs, “Çorbacıların, lokantacıların TÜSİAD’ı” diye özetledi TURYİD’i. Gerçekten de Turizm ve Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği üyelerinin hayatımızda en az TÜSİAD üyelerinin şirketleri kadar önemli bir yeri var. Herkesin kafe açmak istediği, restoran sahibi olmak istediği bir dönemdeyiz malum. Üstelik bu dönem çok da uzun süredir devam ediyor. İstanbul’da bir mekan, bir semt hızla parlayıp, hızla yok olurken herkesin içindeki restorancı olma isteğinin bu kadar uzun süre devam etmesi de şaşırtıcı. Yeme-içme sektörü ne kadar zor olsa da dışarıdan eğlenceli görünüyor tabii. Üstelik artık bu alanda markalaşmak da sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada havalı kabul ediliyor. Bkz. Nusret.
Gastroekonomi zirvesinde aslında hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bir kez daha gördük. San Sebastian gibi dünyanın metrekareye düşen en çok Michelin
İstanbul eski enerjisine kavuştu, bu hafta sosyal hayat büyük bir koşturmacayla geçti.
Önce Gül Ağış’ın Pera Palas’taki Lug Von Siga defilesine gidip moda dünyasıyla kucaklaştım.
Defile sonrası Vogue dergisi yayın yönetmeni Seda Domaniç’ten Mudo’nun kurucusu Mustafa Taviloğlu’na renkli bir kalabalık soluğu hemen yandaki Soho House’da aldı.
Pera Palas’ın ve Soho House’un tarihi binaları İstanbul’da olduğumuz için mutlu olmamızı sağladı bir kez daha.
Ertesi gün Mehtap Elaidi’nin annesi Sevim Elaidi’ye ithaf ettiği koleksiyonunu Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde izledim, büyük bir kalabalıkla birlikte.
Hemen arkasından Brand Who defilesi ve daha sonra Lucca’da partisi vardı.
Lucca’da her zamankinden daha genç ve farklı bir kitle dikkat çekiyordu.
Aynı saatlerde Etiler Hillside’da ise Tolga Karaçelik’in Sundance Film Festivali ödüllü ‘Kelebekler’ filminin özel gösterimi vardı.
S. Pellegrino ve Acqua Panna sponsorluğunda seçilen Dünyanın En İyi 100 Restoranı listesi, gastronomi dünyasında Michelin yıldızlarını söndürdü.
Peki ama her şey nasıl başladı?
Aslında 2002’de Londra’da bir sektör dergisinin ödülleri olarak başladı, geçen yıl ise Avustralya Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle tören Londra dışına çıktı ve Melbourne’da yapıldı, Avustralya Restoran Tanıtım Kampanyası çerçevesinde.
Avustralya Restoran Tanıtım Kampanyası sayesinde, şimdiye kadar Hobart’taki Mona’da “Invite the World to Dinner” etkinliği düzenlendi.
Sidney’de Noma 10 hafta devam eden bir pop up restoran açtı.
60 saniyede sanal dünyada neler oluyor?
Google’da 2 milyon 315 bin arama yapılıyor.
Whatsapp’ta 44 milyon mesaj gönderiliyor.
Instagram’da 56 bin fotoğraf paylaşılıyor.
Facebook’ta 3 milyon 125 bin like alınıyor.
150 milyon e-posta gönderiliyor.
430 bin tweet atılıyor.
Bütün bu bilgi akışını izleyebilmek 7 gün 24 saatlik bir maraton.
Eczacıbaşı Grubu’na ait VitrA’ya yaptığı tasarımla Elle Décor Türkiye’den ‘En iyi banyo tasarımı’ ödülünü alan Sebastian Conran’la atölyesinde buluştuk, üzerinde çalıştığı tasarımları ve daha fazlasını konuştuk.
Sebastian Conran, Londra’da punk akımının yükseldiği dönemde üniversite eğitimini tamamlamış, The Clash’in afişlerini de tasarlamış, Sex Pistols’ın ilk konser programını da yapmış. “O zaman tasarım eğitimi değil, rock’n roll öğrenerek mezun oldum üniversiteden” diyor. Zaten tasarım onun DNA’sında var, babası Terence Conran Sebastian 7 yaşındayken onu marangozluk tezgahının başına oturtmuş, amcası ise daha da küçükken çalar saatler verip “Bütün parçalarını sök, sonra tekrar birleştir ama bozulmasın” diye tembihledikçe gerçek saatlerle yap-boz oynamış. Şimdi ise zamanın ruhuyla birlikte, onun rock’n roll’u da değişmiş. “Artık yaşlılık rock’n roll” diyor.
Onun için yaşlılığa uygun tasarımlar yapıyor. Şimdiye kadar kimsenin yapamadığı bir tekerlekli sandalye üzerinde çalışıyor. İlk prototipinden şimdi geldiği noktaya kadar hepsini birlikte test ediyoruz. Bildiğimiz tekerlekli sandalyelerin aksine sağa sola çapraz gidiyor, yükselip alçalıyor, nereye çarpıp çarpmayacağını bildiği
Londra’da bir tasarım ödülleri davetinde tanıştım Sebastian Conran ile.
Yaşam boyu başarı ödülü almak için sahneye çıktığında “Bu ödülü doğru Conran’a verdiğinize emin misiniz?” diyerek herkesi güldürmüştü.
Çünkü sadece İngiltere’de değil, dünyada tasarım denince akla ilk gelen birkaç isimden olan ve Habitat, Conran Shop gibi mağazaların yaratıcısı Terence Conran’ın büyük oğlu kendisi.
Kardeşi Jasper Conran da Sophie Conran da kendisi gibi birer tasarımcı.
Sebastian Conran’ı ailenin diğer fertlerinden ayıran en büyük farkı tüm aile fertleriyle iyi ilişkilerinin olması ve tabii belki de bunu sağlamasına neden olan, kendi ismini taşıyan stüdyosu Sebastian Conran Design.
Hatırlayacaksınız, bir süre önce Elle Décor Türkiye tarafından Eczacıbaşı Grubu’na ait VitrA için yaptığı Eternity koleksiyonu ile ‘En iyi banyo tasarımı’ ödülünü de aldı.
Sebastian Conran’ın Hammersmith’deki eski otomobil garajından bozma atölyesine gittiğimde Elle Décor Türkiye’nin ödülü başköşede duruyor, hemen arkasında Kraliçe Elizabeth’den bir teşekkür mektubu var, onun yanında ise John Sorrell’den bir not...