Hülya Avşar’ın filmi ‘Selfi’ izlenmedi.
‘Mehmed Bir Cihan Fatihi’ dizisi Kenan İmirzalioğlu’na rağmen tutmadı, final yapmak zorunda kaldı.
Burak Özçivit’in ortak yapımcılığını üstlendiği ‘Can Feda’ filmi de zarar etti.
Bir şeyler değişiyor artık.
İzleyiciyi tavlamak eskisi kadar kolay değil.
Seçenekler çoğaldıkça, izleyiciler de daha seçici olmaya başladı.
Biliyoruz, Hülya Avşar ‘Selfi’yi Netflix, Puhu TV, Blu TV gibi bir platformda ya da Youtube’da kendi kanalında yayınlasaydı birçoğumuz merak edip izlerdik.
Çok sevdiğim üç kadın bir araya geldi ve ortaya ‘Derin Tutku: Yanılgı’ çıktı.
‘Derin Tutku’ su altı fotoğraflarıyla dikkat çeken Ayşegül Dinçkök’ün şimdiye kadar sergilerine verdiği isim.
‘Derin Tutku: Yanılgı’ için Ayşegül Dinçkök, daha önce Milliyet Gazetesi Yılın Sporcusu ödülünü de alan serbest dalış şampiyonu Şahika Ercümen ile birlikte köpekbalıklarının arasına daldı.
Hayır, sandığınız gibi kafesle yapılan dalışlardan değildi bu.
Şahika yine tüpsüzdü, Ayşegül Dinçkök ise oksijen tüpü ve dev kamerasıyla görüntüledi Şahika’yı.
Köpekbalıkları ikisinin de burnunun dibindeydi.
Çoğumuza tonlarca para verseler yine de yapmayacağımız bir macera onlarınki.
Bodrum’un en iyi korunan koyunda, üst üste güneşlenmek ve bangır bangır müzik istemeyenlere, görme ve görünme derdi olmayanlara iyi gelecek butik bir tatil yeri: Amanrüya.
Bodrum sezonunu bu hafta sonu itibarıyla açıyoruz, Bodrum’un en iyi korunan koyunda, Amanrüya’da. Ağa Han ödüllü Demir Evleri’nin yanında lüks ve butik bir tatil yeri, Amanrüya. Adı gibi, huzurlu ve rüya gibi. Tam 6 yıl önce ilk açıldığında gezdiğimde, "Turizme büyük katkısı olacak" demiştim. Şimdi, Amanrüya aynı başladığı zamanki gibi sessiz ama bir o kadar iddialı. Zaten Bodrum’da Aman, Mandarin Oriental gibi sıkı takipçileri olan uluslararası markaların var olması çok sevindirici. Tabii Maça Kızı gibi uluslararası olmayı başarmış yerli markalar da yabancı rakipleri kadar değer katıyor Bodrum’a. Bodrum için “Böyle doğası olan, bu kadar yeşil bir yer daha yok!” demişti hiçbir şeyi beğenmeyen Fransız bir turizmci, şaşırmıştım. Eski günlerini bilenlere göre ise Bodrum her geçen gün daha da katledilen, orman yangınları, çarpık yapılaşma derken giderek eski güzelliğinden uzaklaşan bir yer olup çıkmıştı. Benim için ve eminim birçok kişi için tek bir istisna vardı: Torba’daki Demir koyu.
Orman içinde az sayıda taş
Önceki gün Koç Üniversitesi’nde Ela Başak Atakan’ın Medya Yazarlığı dersine konuk oldum.
Koç Üniversitesi İşletme Fakültesi Yüksek Lisans Akademik Program Yöneticisi Başak Yalman da bize eşlik etti.
Ela’nın Boğaziçi Üniversitesi’nin efsane hocası, annesi Prof. Dr. Oya Başak’ın ödül töreninden birkaç saat önce.
Heyecanlıydım, pırıl pırıl öğrencilerin sorularını cevaplayacağım, en azından cevaplamaya çalışacağım için.
Önce, “Gazeteciliğe nasıl bulaştın?” dedi Ela Başak Atakan.
Basının gücünden çocukluğumdan itibaren ne kadar etkilendiğimi anlatarak başladım, daha sonra da Gülse Birsel’le olan ilk iş görüşmemi anlattım.
Doğrusu Gülse’den o kadar etkilenmiştim ki daha ne kadar maaş alacağımı konuşamadan bile “Tamam, hemen başlarım” demiştim.
Tam 6 yıl önce Paris’te Louis Vuitton Champs Elysées mağazasının önünde zifiri karanlık bir asansörle, çıt çıkarmadan en üst kattaki Espace Culturel’e çıkmıştık.
Paris’in önemli sanat galerilerinden biri Espace Culturel, LVMH Grubu’na ait ama küratöryel bağımsızlığı var.
Asansörün karanlık ve sessiz olmasının nedeni sizi kendinizle baş başa bırakmaktı.
Oysa bizim o sırada kendimizle baş başa kalacak halimiz yoktu, çok heyecanlıydık çünkü Espace Culturel’de çağdaş Türk sanatçıların sergisi “Yolculuklar: Günümüzün Türkiye’sinde gezintiye çıkmak” adlı sergi açılıyordu.
Şanslıydım, iki yıllık bir çalışmanın sonucu olan sergiyi küratör Herve Mikaeloff ile birlikte gezmiştim.
Mikaeloff, sık sık İstanbul’a gelmiş, sanatçıların atölyelerini ziyaret etmiş, bütün sergileri takip etmiş ve kendisine ilginç gelen 11 sanatçıyı seçmişti.
Peki ama kimler?
Murat Morova, Hale Tenger, Canan, İhsan Oturmak, Silva Bingaz, Halil Altındere, Ceren Oykut, Ali Taptık, Gözde İlkin, Murat Akagündüz ve Tayfun Serttaş. Beni en çok etkileyen Tayfun Serttaş’ın Beyoğlu’nda 1935-1985 yıllarında fotoğrafçılık yapan Maryam Şahinyan’ın 50 yıllık arşivinden seçtiği karelerden oluşan eseri olmuştu.
Tam 3 yıl önce Mardin beni şaşırtmıştı, Mardin Bienali’yle, bienalle eş zamanlı kitap fuarı ve Ankara Devlet Opera ve Balesi ile birlikte düzenlenen Opera ve Bale Günleri’yle.
Malum, biz İstanbul’da kendi küçük dünyamızda kendimizi büyük şehirde yaşıyor görürken bile opera ve baleye hasret kalmış durumdayız.
Mardin bu yıl da şaşırtmaya ve sevindirmeye devam ediyor.
Ai Weiwei sergisi Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi’nden sonra şimdi de Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’nde ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nde açılıyor.
“Ai Weiwei Mardin”de sergisi 4 Mayıs’ta, 4. Mardin Bienali’yle eş zamanlı başlıyor.
Her şeyden önce Mardin’de bienal yapılması tabii ki çok olumlu, sergileri gezen ilkokul öğrencilerini görünce bunun değerini daha da iyi anlıyorsunuz.
Adında bienal olunca beklenti de ister istemez yükseliyor ve o beklentiyi karşılamak zorlaşıyor.
İstanbul, Venedik, Sao Paulo gibi hem dokusu olan hem de söylemi olan şehirlerle aynı kulvarda yarışabilmek elbette kolay değil.
Wallpaper ve Monocle dergilerinin yaratıcısı, yaşam stili gurusu Tyler Brûlé Gayrimenkul Zirvesi için İstanbul’daydı. Peki ama "Geleceğin Marka Şehirleri"ni anlatan Tyler Brûlé, bize neler hatırlattı?
On iki yıllık Monocle dergisinin kurucusu, Wallpaper dergisinin yaratıcısı Tyler Brûlé bu hafta İstanbul’daydı, Gayrimenkul Zirvesi için.
‘Geleceğin Marka Şehirleri’ni anlattı. Çok değil, kısa bir süre önceye kadar “Tyler Brûlé İstanbul’da” diye yer gök inlerdi. Çünkü Brûlé bir dergi markasının dergicilikten ne kadar öteye gidebildiğini ve nasıl bir basın devi yaratılabileceğini gösterdi. Bunu tamamen bağımsız yaptığı için, derginin büyük bir kısmını advertorial’lara ayırdı; seçtiği şehri, markayı popüler hale getirmeyi başardı. Ajansı Winkreative’in müşterilerini zaman zaman kayırdı, buna rağmen dergiyi ve düzenledikleri etkinlikleri o kadar iyi paketleyerek sundu ki Monocle Cafe’den Monocle 24 Radio’ya, hatta dergiyi okumaktan çok elinde Monocle çantasıyla dolaşmaktan hoşlanan bir kitleye de hitap etmeyi başardı.
Şimdi rezidans projesiyle karşımızda
Müthiş bir pazarlama zekası var ve bunu yaparken de son derece rafine duruyor. Belli bir kesim onun dergilerini kutsal kitap olarak kabul
Genç sanatçıların işlerinin ünlü koleksiyonerler tarafından satın alınması önemli.
Sadece koleksiyonerlerin gençlere destek olma isteği nedeniyle değil, sanatçıların gelecek vaat ettiğini göstermesi bakımından da değer taşıyor.
Genç sanatçılarımız şanslı, çünkü Mamut Art Project işlerini koleksiyonerlere ulaştırabilmek için iyi bir fırsat.
“Günümüzde sanatın çoğunluğa ulaşamadan, galeriler ve büyük koleksiyonerler arasında sıkışıp kaldığını, steril galeri alanları dışında görünürlük kazanamayan çok yetenekli sanatçılar olduğunu üzülerek görüyoruz. Yolun başındaki sanatçılar, yeteneklerini tanıtabilecekleri ortamlara zor ulaşıyor. Sanatsever cephesinde ise, sanata sadece çok üst bir tabakanın ulaşabileceği gibi yanlış bir düşünce yaygın. Galeri ya da atölye gezme alışkanlığı olmayan kişilerin sanatla bir araya gelebildikleri noktalarda fiyatların yüksek kaldığını görüyoruz.
Uzman bir jüri tarafından seçilmiş yetenekli sanatçılarla onların erken evrelerinde tanışmak, sanat eseri edinmeyi düşünenler için de bir avantaj. Sanatın, ulaşılabilirlikle daha çok yaygınlaşabileceğine ve bu şekilde genel olarak tüm sanat alanlarında daha büyük bir kitleye hitap edilebileceğine inanıyoruz. Çünkü