Go home Rijkaard!
Gazetenin koca bir köşesinin tepesinde, koca harflerle bu cümle var.
Kime bu ‘go home’?
Evimize gelen bir misafire...
Herkese, bugüne kadar görmediğimiz zerafet ve sıcaklıkla yaklaşan zarif bir misafire hem de...
Surinam asıllı bir Hollandalı’ya...
Beyaz faşist, ırkçı Avrupalılar’dan, çocukluğunda bu cümleyi her duyduğunda, kendini çok kötü hisseden bir adama hem de...
Herhangi bir ülkede bir yabancıya ‘ev sahibi’ tarafından söylenecek en son cümle bu.
Bu bir ‘spor yazanı’nın sadece arşivlerde bulunsun diye yazdığı bir yazıdır.
Bulunsun!
Bugün Uluç, Demirel araç sadece...
Araç!
Bu da bilinsin!
Uluç ve Demirel fena baydı, sıktı, bunu çakozladım ben de çoktan, yenmez kuru kuru, biraz sosladım mosladım...
İki federasyon başkanından biri Aziz bey’e, diğeri Uluç’a tapıyor fena halde, bizim spor medyasının vitrindekilerinin büyük bir bölümü de güce tapar.
Yani...
Habertürk’ün GS muhabiri Erhan Telli ‘biriyle’ karşılaşmış, bu biri ona bir şeyler anlatmış, o da Atina öncesi bu birinin dediklerini gazetesinde bize anlatmış;
Ya ‘tesadüf’, ya ‘ne tesadüf’...
Kırptım biraz, özü şu;
...Meğer antrenmanların bazılarına Rijkaard çıkmıyormuş, Fatih Hoca’nın yaptırdığı, 'kaptan köşkünü' andıran odadan seyrediyormuş, bazılarına yarısından itibaren katılıyormuş, pencereden bir işaretle, kondisyoner Carlos'a 'sen ısıtmaya başla, ben geliyorum' diyen hoca, daha sonra diğer kondisyoner Pujol ile teknik çalışmaları yaptırıp, yardımcısı Neeskens ile taktik antrenmana geçiyormuş, ya yukarıdan, ya da soyunma odasının önündeki bölgeden seyrederken antrenmanı zaman zaman bir-iki uyarıda bulunup, tekrar çıkıyormuş Rijkaard sahadan...
... Rijkaard'ın odasında antrenmanı GS TV'den seyrettiğine dair espiriler bile yapıyormuş futbolcular...
***
Rijkaard’ın yerine Guardiola’yı, Mourinho’yu koyun, Galatasaray yerine Barcelona’yı, İnter’i, Florya yerine de onların Floryaları’nı, bir daha okuyun...
Ne var bunda?
Pata küta giriyorum, sürçü lisan filan edebilirim, şimdiden affola!
***
İki başlığım vardı, biri bu, köşemin tepesindeki bu başlık...
Diğeri de şu...
Polonya da bu gruptan Şenol Güneş bile çıkarırdı bizi.
Ve...
Ah Demirel’in medyadaki adamları ah, ah pembe medyası ah!
Yatacak yerleri yok!
Taaa o dünlerde şöyle yazmışım;
Devletle, hükümetle iş yapan adamlar kulüplerin yönetim kurullarının zırt pırt başında, içinde...
Kulüp başkanları, yöneticileri zırt pırt “para, arsa, af maf “ diye yalvar yakar, ağlak zırlak Ankara'da bakanların, başbakanların odalarının içinde...
Sonra, belediyeler futbola girmesin!
Yok yaa!
Girer, girmiş ve giriyor ve girecek.
Sayelerinde!
Belediyeler de girer, belediye başkanları da girer, milletvekilleri de, bakanlar da girer futbola.Başbakan da... Niye girmesin?
Mustafa Denizli kendisini eleştirenlere “kargalar” dedi.
Kargalar alınmadı, tınmadı, ’bizimkiler’ alındı?
Olabilir.
Şimdi...
Karga zeki hayvan, bu bir, parlak şeylere, cisimlere bayılırmış, bu iki, leş kargaları en zekileri, karga uzmanları böyle diyor, bu da üç.
Ve...
Hoca bizimkilere, “arkadaşlar zeki insanlarsınız parlak şeylere bayılırsınız bana bu yüzden ilgi gösteriyorsunuz “demiyorsa, ki demiyor, kargaların zekası değil kastettiği.
Bu dört!
Geçen hafta olanların üstünden karışık kuruşuk bir güzel geçelim önce.
***
Birbirinden tamamen farklı iki kişi, birbirleriyle hiç konuşmadan, görüşmeden birbirlerinden habersiz köşelerinde birbirinin yazdığının aynısının tıpkısını yazdı köşesinde.
Valla!
Billa!
Hatta, ekmek kuran çarpsın!
Milliyet gibi sporda yarım yüzyılı aşmış bir büyük gelenekte yazan TSYD Başkanı, duayen yazar Attila Gökçe ve spor sayfalarına dünyanın yatırımını yapan, çok iddialı olduklarını her fırsatta söyleyen iddialı Habertürk’ün Milliyet de habercilikteki başarısıyla ünlenen, pişen usta spor müdürü Halil Özer idi bu iki kişi.
İki usta gazeteci...
Dünün dünü ilginç bir şey oldu.
Şey!
Ad bulamadım, adını koyamadım.
Birbirinden tamamen farklı iki kişi, köşelerinde birbirinin yazdığının aynısının tıpkısını yazdı.