Beşiktaş’ın en büyük sorunu kuşkusuz duran toplardaki kronikleşmiş hastalığı... Malesef bu soruna ne Schuster, ne Carvalhal, ne de Tayfur Havutçu bir türlü çözüm üretemediler. Kaleye ister Rüştü’yü, ister Cenk’i koyun, hatta savunma blokunu tamamen değiştirin, hiç fark etmiyor.
Melo’nun attığı gole bakın, savunmanın arkasında bomboş durumda, Ernst çakılı, kıpırdamıyor, Cenk’i sanırsınız ki, çizgiye çivilemişler, çıkıp boy avantajını kullanma gereğini bile düşünmüyor. Ondan sonra didin dur, pozisyon üret, gol ara, maçı döndür, hem de şampiyonluğun en güçlü adayı karşısında. Buna yedi sarı kartı ekleyin, Beşiktaş’ın maçı döndürmesi mücizeden öteye gidemez idi. Ne var ki, futbolun cilvesi olsa gerek, önce Holosko iki dakika sonra bu kez Almeida gibi, Ujfalusi kendi kalesine topu gönderdi ve skor eşitlendi.
Galatasaray mı? Çok üst düzey futbol oynadı dersek, abartmış oluruz. Zaten inanılmaz gerilim içinde olan Cim-Bom, bu kora-kor şampiyonluk yarışında iki farkı yakalamasına karşın, son beş dakika içinde kalesinde iki gol görmesi, inanılır gibi değildi. Evet, Beşiktaş Fener’den sonra ufak darbe de Cim- Bom’a vurdu. Fenerbahçe’nin kazanması, Galatasaray’ın iki puan bırakması,
Kadınların tek farkı, maşallahları var, doksan dakika susmamaları... Hem Fenerbahçe’yi ‘protesto’ ettiler, hem de Beşiktaş’ı ateşlediler. Valla yalan söylemeyeyim, onların çığlıklarından, bitmek tükenmek bilmeyen enerjilerinden inanın biz bile etkilendik, hatta maça konsantre olmak da bile zorlandık.
Böylesi çığlıkların gökyüzüne yükseldiği derbide biz de doğal olarak adına yakışır bir futbol beklentisine girdik. Üstelik Galatasaray’ın zirve yarışında iki puan kaybetmesi, İnönü’deki mücadeleyi daha kritik bir konuma getirdi.
Bu tabloda iyi futbol beklemek, lüks olarak kabul edilmemeli... Ne var ki, ilk yarıdaki futbol hiç de bu maça yakışacak cinsten değildi. İki takımın kontrollü ve bol paslı oyunu tercih etmeleri, birbirlerinin açıklarını aramaları, bu tablonun oluşmasında en büyük faktör idi bizce. Özetle ilk yarı dağ fare doğurdu!
Ancaak bitime bir dakika kala Quaresma’nın sıfıra kadar inip, topu savunmanın arkasına kesmesi ve Almeida’nın şut gibi kafa golü, ikinci yarıdaki üst düzey mücadele ve kaliteli futbolun habercisiydi. Haftalardır sahada dolaşan Quaresma’nın varlığını dün ilk kez bu asistte hissettik dersek abartmış olmayız. Almeida, kim ne derse desin,
Ehhh be Halis Özkahya! Maşallahın var, maça ağırlığını koyacaksın diye bol keseden öyle sarı kartlar çıkardın ki, ne kokartına, ne de sana yakıştı? Başka deyişle, bir elinde düdük, diğer elinde sarı kart, sahada adam aradın!
Diyelim ki Beşiktaşlı futbolculara çıkardığın her kart doğruydu.
Peki, Fenerbahçeli oyunculara niye o kadar tölerans gösterdin? Semih ceza alanı içinde kendini garip şekilde yere atıyor, seni aldatıyor, ne sarı, ne uyarı ! Hadi bunu da geçtik, Caner’in, Quaresma’ya yandan dalıyor, ayaklarını yerden kesiyor, özür diliyor, göz boyuyor, sarı çıkarman gerekirken, pas geçiyorsun. Mehmet Topuz, topu ayağında olan Simao’ya arkadan el-ense çekiyor, faulu veriyorsun, sarıyı çıkaramıyorsun!
Gelelim, Edu ile Volkan’ın çarpışmasına ve oyunun sekiz dakika durmasına neden olan pozisyona... Bize göre aslaaa kasıt yok, ama sana göre var, var ki, sarı çıkardın. Peki ortada kasıt varsa o kartın rengi sarı mı, yoksa kırmızı olmalıydı sayın Özkahya!
İşin adil bir şekilde kantarın topuzunu kaçırmadan, kurallara göre maç yönetmektir. Öyle ‘birine var, diğerine yok’ hangi kitapta yazıyor?
Beşiktaş malesef üç haftadır Süper Final’de hakemlere yeniliyor! Yüzde yüz
İkisi de aynı kaderi paylaşıyorlar, zirveden uzaklar, galibiyete hasretler... İkisi için de zirve çok uzak, tek hedef var, o da üçüncü olarak Avrupa Ligi’nin kapısını aralamak.
İlk yarıda Trabzon daha baskılı ve pozisyon açısından üretkendi. Ne var ki, bu tablonun oluşmasında Beşiktaş’ın hücuma çıkarken kaptırdığı toplar büyük faktördü. Orta sahadaki pas hataları Rüştü’ye sıkıntı olarak geri döndü. Trabzonspor, Burak’ın yokluğunu Olcan, Volkan ve Halil üçlüsüyle kapatmaya çalıştı. Halil’i bu ikilinin dışında tutmak şart. Attığı gol, ofsayt olmasına rağmen Trabzon açısından çok önemli. Neden mi? Bu gol, belki de Trabzon’u Avrupa’ya taşıyacak, kim bilir?
İkinci yarıda Beşiktaş biraz ayağa kalktı, pas hatalarından arındı, Trabzon kalesinde baskı kurdu. Quaresma ile müthiş bir pozisyon yakaladı Kartal. Ancak Q7’nin içi boşalmış, laf olsun diye oynuyor, aldığı her topu kaleye vuruyor, asla arkadaşlarına aktarmayı düşünmüyor. Bir insan ancak bu kadar bencil olabilir! Nitekim 52’deki pozisyonda Tolga’yı da geçen Quaresma, topu kaleye gönderemiyor ve savunmaya nişanlıyorsa, varın gerisini siz düşünün.
Quaresma, “Bir yere gitmem” diyor. Niye gitsin ki? Kafasına göre takılıyor,
Hakemlerle uğraşmak, ya da onları yerden yere vurmak hiç tarzım değildi. Ne var ki, bir takımın alın terine çok kritik bir kararla ‘fren’ konuyorsa o zaman bize de eleştirmek düşüyor.
Melo’nun attığı gol.... Elmander topa yükseliyor, kafayla indirdiği anda Melo’nun ofsaytta olduğu taaa tribünden bizler görüyoruz, ne yazıktır ki, Baki Tuncay Akkın göremiyor, golü veriyor, orta hakem de buna uyuyor. Yazıktır, günahtır, bir takımın emeğiyle oynamaya hiçbir hakemin hakkı yoktur.
Hadi yardımcı hakemi geçtik, peki Hüseyin Göçek’e ne demeli? Çaldığı her düdük, çıkardığı her kart, bize göre misler gibi ‘eyyam’ kokuyordu. Maça bir türlü ağırlığını koyamadı, bu performansıyla bir daha maç alır mı, almaz mı, doğrusu soru işareti. Göçek, siyah beyazlı futbolcuları çıldırtmak için elinden geleni yaptı! Hilbert’i atması doğru, ancak futbolcuları kışkırtan, o konuma getiren de kendisidir! Maçın bitimine doğru kapalıdan sahaya taraftarların atlaması, futbolcu ve hakeme saldırmak istemelerini anlamak mümkün değil! Göçek, bu yönetimiyle bırakın finallerde maç yönetmeyi, mahalle maçlarında bile düdük çalamaz.
Ya beyler, aklınızı başınıza toplayın, tamam hakem hatalı yönetim gösterdi, ama
Carvalhal’ın gidişiyle birlikte yazılı ve görsel medyada teknik adam konusunda yine klasik papatya falları açıldı sürekli! Medyada her gün farklı isimler yazıldı, çizildi.
Ne var ki, yönetim bu papatya fallarına Karabükspor maçı öncesinde son verdi, Tayfur Havutçu hoca ile yola devam etme kararı aldı, doğru da yaptı, kutlarız. Ancak Tayfur Havutçu konusundaki oylamaya bir anlam veremedik doğrusu! Tayfur Havutcu’nun beş ay tutuklu kaldığını sanırız yönetici arkadaşlar unuttular! Havutçu bu süreçte niye tutuklu kaldı, nedenlerini de cümle alem biliyor, ama onlar farkında değiller!
Olsalar, oylama yapmazlardı, ‘bizim hocamız Havutçu’ der, spekülasyonlara son verirlerdi... Neyse ki, aklın yolu bir. Oylamada on iki kişi Tayfur Havutcu lehine oy kullandılar. Buraya kadar herşey iyi, hoş, ancak, bazı yöneticilerin Havutçu’ya yedi maçlık kredi biçmelerine bi anlam veremedik, doğrusu!
Havutçu, “Başarısız olursam, gereğini ben yaparım” diyerek, açık yürekliliğini ortaya koydu... Kıssadan hisse, anlayana!
Lütfen şu yabancı hoca hayranlığını unutun artık, bu ekonomik krizden, yerli hoca ve yerli oyuncularla çıkılabileceğini de asla unutmayın.
Gelelim Kartal’ın yabancı
Kapalı, diğer adıyla ÇARŞI... Beşiktaş’ın tarihindeki başarılarının temelinde diğer tribünler sakın ola alınmasın, kapalının destekleri hep ön plandadır.
Sadece destek mi? Elbette hayır... Tepkileriyle de ünlüdürler. Yönetimlerin kaderleriyle oynarlar, istedikleri teknik adamı ve de futbolcuyu gönderirler, farklıdırlar (!)
Samsunspor maçının başlamasına saniyeler kala, kapalıdan ‘Yönetim istifa. Yönetim istifa’ sesleri yükselmez mi, kulaklarımıza inanamadık, donduk kaldık. Biz gazeteciler şaşkın şaşkın bu tepkiye anlam kazandırmaya çalışırken, bu kez numaralı kapalıyı protesto etmez mi?
Haydaaa, daha dakka bir, yeni yönetim, ne oluyoruz?.
Ne mi? 1 Nisan şakası...
Valla, pes, helal olsun onlara, bizleri, diğer tribünleri, yöneticileri herkesi inandırdılar, kandırdılar, bir kez daha gündeme müthiş bir espri ile oturdular.
Siz çok yaşayın emi...
Valla, heyecanıyla, pozisyonlarıyla, mücadelesiyle, golleriyle keyifli bir doksan dakika izledik. Hele bir ikinci yarı var ki, hop oturup, hop kalktık, top bir o kalede, bir bu kalede, karşılıklı atılan goller ve kaçan fırsatlar. Böylesi bir geceyi bizlere yaşattıkları için her iki takımı da gönülden kutluyoruz ve hemen rotayı, gecenin kahramanı yani Manuel Fernandes’e çeviriyoruz.
Beşiktaş’a son yıllarda gelen en iyi yabancı Manuel Fernandes’dir. Biraz saha dışına, sosyal hayata yelken açalım, Fernandes’i size anlatalım ne dersiniz?
Kuşlarım Fernandes’in sosyal yaşamın her türlü keyfini çıkardığını anlatıyorlar bana, hem de ballandıra, ballandıra...
Benzetme yerindeyse, tam bir ‘yarasa’ adam Fernandes...Fernandes o bar, bu bar sürekli geziyor, futboldan boşta kalan zamanlarında geceleri sosyal hayata kanat çırpıyor.
İnanın bu yönü bizi hiç mi, hiç ilgilendirmiyor. Adam işini yapıyor mu, yapıyor, hem de dört dörtlük... İster gezsin, tozsun, bize ne?
Adam tam bir profesyonel, iyi oynuyor, oynatıyor, üretiyor, attırıyor, atıyor, enerjisini sahaya yansıtıyor, iyi dinleniyor, iyi çalışıyor, sosyal hayatın da tadını çıkarıyor.
Müthiş bir oyuncu