2019 verilerine göre, dünya genelinde pandemi öncesi ortalama ömür 73-74 yıldı. Elbette bazı ülkeler bu ortalamanın altında kalırken, bazı ülkeler de ortalamanın üstünde seyrediyor. Fakat dünyada beş bölge var ki, bu ortalamanın çok üstünde; 95-100 yıl gibi bir yaşam süresi görünüyor. Bu beş Mavi Bölge (Blue Zones) ismiyle de tanınıyor. “Neredeler?” diye soracak olursanız, Japonya’da Okinawa şehri, İtalya’nın Sardinia Adası, Costa Rica’da Nicoya şehri, Yunanistan’ın İkaria adası ve Kaliforniya’da Loma Linda şehri. Mavi Bölgeler’de kronik hastalıkların görülme sıklığı az ve kişiler büyük oranda sağlıklı bir şekilde 90’lı yaşlarını geçiyor.
Mavi Bölgeler’deki kişilerin uzun yaşam sırrı haliyle sağlık alanındaki araştırmacıların ilgi konusu... Beslenme şekillerinden sosyal ilişkilerine kadar farklı açılardan gözlemlenen bu bölgelerin özelliklerini sevgili Esin’e sordum. Esin Başkaya kliniğimizin genç ve başarılı beslenme uzmanı ve bilgiyi bilenden edinmek
4 Şubat, yaşamdan ümidi kesip kimsenin bize yardım edemeyeceğini düşünme ve mücadeleyi başlar başlamaz kaybetme günü. Siz kısaca kanser de diyebilirsiniz.
Kanser, yüzyılımızın bilim ve teknoloji seviyesinde daha başarılı tedavilerle karşıladığımız bir hastalık. Ama algısı hâlâ her çabanın önünde ve negatif bir durumda. Farkındalığımız ve bilgimiz arttıkça bakış açımız da değişecek ve bu kağıttan kaplana karşı gücümüz de artacak. Beni takip edenler kanser algısını değiştirmek için sarf ettiğim eforu bilirler. 20 yıllık onkoloji tecrübemin öğrettiği; yok etme ve engelleme yöntemlerini bilmemize, her saniye çaba gösteren meslektaşlarıma, teknolojiye, bilime rağmen hâlâ bu hastalığa yeniliyor olmamızın en önemli sebebi, ona yol veren alışkanlıklarımız ve adını duyar duymaz takındığımız sorgusuz çaresizlik.
Doğru bildiğimiz yanlışlar
Kanseri, bütün insani hastalıkların üzerinde, mistik bir dünyadan gelen, uhrevi bir bela olarak görüyoruz. Kanser, doğru soruları nispeten daha az sorduğumuz bir bilinmez, yanlış
Bizler Kovid-19 ile virüslerle tanıştık ya da virüsleri Kovid-19 ile daha yakından tanıdık diyebiliriz. Ancak hayatımızdaki tek virüs bu değil; bundan sonra da sadece Kovid-19 olmayacak. Bu sebeple Kovid-19 benzeri hastalık yapan virüslere ve bakterilere yakından göz atmak istedim. Bu virüsleri ne kadar iyi tanırsak kendimizi o kadar iyi korur, hastalığa yol açma ihtimalimizi de o kadar azaltırız.
Öncelikle, aşıları olan virüsler ile başlayalım. Diğer basit korunma tedbirlerini almasak da aşı yoluyla ile korunabildiğimiz türler hangileri?
Hepatit virüsleri: A, B ve C en sık görülen alt tipleri ancak aşı sadece Hepatit B virüsü için mevcut. Hepatitli kanın, enjeksiyon veya tatuaj iğnelerinden bulaşması mümkün. Ateş, yorgunluk, karın ağrısı, bulantı veya sarılık gibi başka enfeksiyonlarla kolayca karışacak belirtileri olabilir. Bu virüslere karşı geliştirilen ilaçlar bulunmakta, ancak tedavi edilmediğinde, karaciğer yetmezliği veya özellikle Hepatit B ve C uzun dönemde karaciğer kanserine sebep olabilir.
İnfluenza A ve B (Domuz Gribi): Ateş, kas ağrıları, yorgunluk,
Dünya Sağlık Örgütü 6 Ekim 2021’de Kovid-19 sonrası devam eden semptomlara klinik bir isim verdi: “Kovid-19 Sonrası Durum”. Bazı kaynaklarda “Uzamış Kovid” veya “Long Kovid” olarak da adlandırılıyor. Kulağa belalı bir western kahramanı ismi gibi gelen Long Kovid; testinin negatif çıktığı durumlarda bile yorgunluk, nefes darlığı, çarpıntı, zihin bulanıklığı, eklem ağrıları, tat ve koku kaybı gibi belli belirsiz şikayetler yaşayan kişileri tanımlıyor. Birkaç haftadan birkaç aya kadar devam edebilecek bu belirtilerin kesin bir sebebi veya çözümü ise ne yazık ki daha bulunmuş değil. Buna rağmen yaşam stili ve beslenmenizi düzenleyerek Uzamış Kovid’i daha hafif şekilde geçirebilirsiniz.
Farklı teoriler
Uzamış Kovid’in nedeni olarak farklı teoriler var. Bunlardan birincisi, virüse direnç olarak verilen fazla ve dengesiz immün sistem cevabı. Enfeksiyonun başlamasıyla beraber bağışıklık sistemi hücrelerinin çokça üretilmesi, enfeksiyon bitişiyle beraber bu hücrelerin gerekli temizliğinin yapılamaması bu durumu
Alerji, vücudumuzun maruz kaldığı gıda ve dış etkenlere karşı aşırı tepki vermesidir. Aslında bu bağışıklık sisteminin haklı bir isyanı. Bu hafta hepimizin hayatında o veya bu şekilde yaşanan bu isyanı, alerjiyi anlatmaya çalışacağım. Tabii yine uzmanına sorarak. Konuğumuz, hep çok güzel işlere imza atan sevgili arkadaşım Doç. Dr. Mehtap Yeter Kılıç. Mehtap Hacettepe Üniversitesi’nden 3.’lük derecesiyle mezun olan, Tıp Fakültesinin henüz 4. yılında ‘Yılın En Başarılı Öğrencisi’ ödülünü kazanan, Çocuk Alerjisi ve İmmünolojisi alanında uzman, başarı bir ikonu meslektaşım. Çocuk Nefes Koçluğu uzmanlığı yanında, 2018 yılında aldığı Avrupa denklik diplomasını da eklemeliyim. Nefes ve Çocuk Nefes koçluğu da başka bir röportajımızın konusu olacak kadar önemli ama bugün alerjiye odaklanalım.
- Sevgili Mehtap, önce alerjik hastalıkların bu kadar artmasının ve gündemde olmasının nedenleriyle başlarsak neler söylemek istersin?
Sağlıklı ve doğal yaşamdan uzaklaşmak en önemli nedeni. Köyden kente
Kadınların kazanması gereken önemli bir mücadele daha var; rahim ağzı kanseri. Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde artık görülmese de, gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde halen hayati önemini koruyor. Önlemek ise çok basit; 10-14 yaş grubundaki çocuklara Human Papilloma Virüs’e (HPV) karşı geliştirilmiş aşının yapılması. Aşılamanın yapılmaması durumunda Sağlık Bakanlığımız tarafından yapılan, ücretsiz tarama programlarından faydalanma da mümkün. Erken tanı hep olduğu gibi bu durumda da hayat kurtarıyor.
Ocak ayı da her yıl olduğu gibi rahim ağzı kanseri farkındalık ayı ve artık biliyoruz ki kanser konuştukça zayıflayacak...
Serviks kanseri nedir?
Rahim ağzı (serviks), rahmin vajinaya açılan kısmıdır. Neredeyse tüm kanser vakalarından HPV sorumludur. Genellikle, cinsel partnerler HPV’yi birbirine bulaştırırlar, belirti vermediği için de partnerler enfekte olduklarının pek farkına varmazlar. Bu durum toplumda yaygın görülmektedir. HPV, temastan sonra vücudun değişik yerlerine yerleşir ve bağışıklık sistemi tarafından yok edilip herhangi bir
Son yıllarda yüzümüzü en çok güldüren konulardan biri sağlık turizmi. Küreselleşen dünyada bireylerin hem koruyucu hem tedavi edici sağlık hizmetlerini alması amacıyla yaşadıkları ülke dışında bir ülkeye gitmelerine sağlık turizmi diyoruz. Uluslararası ticaretin bize biçtiği rol ve ulusal sağlık dönüşüm programlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan güçlü sağlık altyapısı, bizi bu konudaki öncü ülkelerden biri yapıyor. Bilimsel ve teknolojik olarak donanımlı hastaneler, sağlık çalışanlarının deneyimi ve özellikle doktorlarımızın eğitim ve tecrübesi bu konuda öncü olmamızın en önemli sebepleri arasında. Ancak birçok konuda olduğu gibi sağlık turizmi konusunda da sapla saman bazen karışıyor. Turizm kavramının ve döviz girdisinin bir arada olması, bu işin sanki genel etik ve sağlık anlayışından farklı yürüyebileceğini düşündürtse de, aslında tıp etiği tüm normları ile burada da karşımıza çıkıyor.
Ülkemizde sağlık turizmi, hekim ve hekimlik hizmetlerinden çok turizm
Sağlıklı kalmanın her zamankinden daha önemli olduğu bir pandemi döneminde yaşıyoruz. Genç kalmak, en azından hastalık sahibi olmadan yaşlanmak da günümüz insanın en büyük tutkusu haline geldi. Bu yüzden de hepimiz arayış içerisindeyiz. Bu amaçla en çok başvurduğumuz uygulamalardan biri vitamin C’dir. Normalde soğuk algınlığı için hastanelere başvurduğumuzda bize yapılan birer gramlık ampuller ama artık dilimize pelesenk olan bir yüksek doz vitamin C var ki, bu uğurda yapılan uygulamalar benim gibi bu işe biraz olsun kafa yoran doktorları ürkütüyor. Çünkü yüksek doz diye kullanılan vitaminlerin içeriği, uygulama şekli yarar yerine en basit ifadeyle zarar veriyor.
Asıl kaynağı meyve ve sebzelerdir, ancak besinleri kesme, doğrama, yıkama, pişirme işlemler sırasında vitamin C içeriğinde kayıp meydana gelebiliyor. Bağırsak geçirgenliğinde sorun olması da, hem besinler yoluyla alınan vitamin C’nin hem de takviyelerin emilimini azaltmaktadır. Ancak vitamin C, vücudun hemen tüm metabolik fonksiyonları için gereklidir.