Radyoterapi, çocukluk çağı kanserlerinin ana tedavi yöntemlerinden biri; oldukça etkin ve beklenilenin aksine giderek yerini sağlamlaştırıyor. Ancak tedaviler sırasında gözlemlediğim bazı çocuklar yüksek teknoloji ürünü makinelerden korkuyor. Alışık olmadıkları form ve ebatlardaki radyoterapi cihazları, tomografi veya MR makineleri onları korkutuyor, işlem sırasında duruşlarını bozmalarına, uygun şekilde sabit duramamalarına ve minimal oranlarda da olsa stres yaşamalarına sebep oluyor. Ben de minik hastalarımızın kanser ve tedavi algısını değiştirmeyi hedefleyen bir iletişim yapmayı düşündüm.
Bütün evren yardım etti
Biraz da bu köşede yazıyor olmanın verdiği psikolojiyle, kendimi sizlere, topluma, bürokratlara, herkese kanserle ilgili mektuplar yazan bir hekim gibi görüyorum. Bunu burada ya da kitabımda yazarak, haber programlarına çıkarak, röportajlarda dile getirerek bir şekilde gerçekleştiriyorum. Bu çizgi film de çocukların mektubu olsun istedim ve önce iletişim danışmanım Cihan İşbaşı ile, ardından da Bahçeşehir Üniversitesi
Birçok yazımda, her şeyi bilemeyeceğimi ama uzmanlığıma güvenmediğim konularda da tamamen bilimsel veriler üzerinden araştırmalar yaparak yazdığımı belirtmiştim. Bu yazma biçimi genelde çok yorsa da, bazı durumlarda çok konforlu oluyor; mesela ihtiyacın olan tüm bilimsel bilgi hemen yan odada çalışan uzman arkadaşında olabiliyor. Bu yazı, bu tür konforlu yazılarımdan biri. Bu hafta uzman diyetisyen dostum ve çalışma arkadaşım Emel Unutmaz Duman’ın odasından, bizzat onun tavsiyeleriyle sesleniyorum.
Kaldığımız yerden devam etmek mümkün mü?
Kovid-19 geçiren ve iyileşen binlerce insan, aylar sonra bile semptomlarla mücadele etmeye devam edebiliyor. Bu virüse yakalanıp iyileşen bireylerin de tekrar Kovid-19 olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle temizlik ve mesafe kurallarına uyulmaya devam edilmelidir. Medyada sürekli Kovid-19 sırasında beslenmenin önemi vurgulansa da sonrasında da oldukça önemli bir konu. Hastalığı atlattıktan sonra yorgunluk, halsizlik ve vücut ağrıları devam edebiliyor. Yapılan bir çalışmada, devam eden semptomlar ve iştahsızlığın
Bir zamanlar çevremizde bir kanser vakası duyduğumuzda ilk öğrenmeye çalıştığımız bilgiler, kanserin türü ve hangi evrede olduğuydu. Geçmişte bu iki sorunun cevabının çok anlamı vardı; hangi tedavilerin alınacağı ve hastalığın gidişatı, bu soruların yanıtlarla kestiriliyordu. Bugün soruların sıralaması da, bunlara göre oluşan savlar da o kadar önemli değil; artık kanserdeki genomik değişikliklerin önemli olduğu, 2001 yılında İnsan Genom Projesi’nin sonuçlarının açıklanmasıyla başlayan yeni bir çağa girdik: Tümör Agnozi Çağı.
İnsan Genom Projesi nedir?
İnsan Genom Projesi, bilim dünyasının çığır açan projelerinden biri. Genom olarak bilinen genlerimizin haritalamasını çıkarmayı amaçlayan çok uluslu proje, 1990’da başlayıp, 2003 yılında sonuçlandı. İlk basın lansmanını, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ile İngiltere Başbakanı Tony Blair birlikte açıklamışlardı. O döneme kadar onkolojik gelişmeler, görüntüleme yöntemleri radyasyon onkolojisindeki cihazlarla yapılıyordu yani öncelikle
Kanser hastalarının en çok sorduğu sorulardan biri, “Nasıl beslenelim?”dir. Mesleğimin ilk yıllarında, “Neyi seviyorsan, kendine neyin iyi geldiğini düşünüyorsan onu ye, karbonhidrata yüklenme ve sakın kilo verme” derdim ama zamanla gördüm ki bu cevap hastalara yetmiyor. Hâlâ yanlış değil ve halen söylediğimin arkasında durabilirim ama hastalarımız, ne kadar nokta atışı diyebileceğimiz tavsiyelerde bulunursanız o kadar tatmin oluyor. Durumu sevgili ekip arkadaşım Diyetisyen Emel Unutmaz’a sordum; “Nedir bu ketojenik diyet, herkese önerebilir miyim?” diye.
Ve işte bilmemiz gerekenler...
Nedir?
Ketojenik diyetler kanser tedavisinin etkinliğini artırmak için önerilen bir stratejidir ve yüksek yağ (yüzde 65-90), orta derecede protein ve düşün karbonhidrat (yüzde 10’dan az) içermektedir. Epilepsi tedavisinde de yaygın olarak kullanılan bir tedavi yöntemidir.
Neden bu kadar popüler?
Ketojenik diyetler varsayılan anti-tümör mekanizmaları nedeniyle popülerlik kazanmıştır. Birçok fizyolojik süreci
Bu hafta konuğum sevgili Asuman Uğur... Sağlık programcılığı, sağlık dergileri yöneticiliği, gazete editörlüğü ve sektörel prodüksiyonlar denince akla gelen ilk isimlerden biri. Uğur’la, Kovid-19 günlerini, iletişim gücünün önemini ve sağlık okuryazarlığı konusunda görüşlerini konuştuk.
- 17 yıllık meslek hayatınız ve çok önemli tecrübeniz var. Ben bugün biraz hekimleri anlatmanızı isteyeceğim, siz hem bizim içimizden birisiniz hem de dışarıdan...
Her şeyden önce ben de bir sağlık profesyoneliyim; sağlık yönetimi ve eğitimi üzerine eğitim aldım. Üniversitede özel öğrenci olarak doktoraya başladım ama yarım kaldı. Bu işi fiilen yapmasam da medyada ve diğer çalışmalarımda bildiklerimi uyguluyorum. Bin 700 civarında sağlık programı yaptım. Sağlık programı deyince sadece hekimlerle değil; diğer sağlık profesyonelleri ile de program yapmak gerekiyor, yıllarca bu algıyı kırmaya çalıştığımı da belirtmek isterim. Sağlıkla ilgili dört adet derginin yöneticiliğini yaptım. Doktorlarla hep temasım vardı.
Hekim deyince herkes iyi arar, ben de
TÜGİAD, yeni adıyla Türkiye Genç İş İnsanları Derneği, geçtiğimiz hafta 18’inci Olağan Genel Kurul toplantısını gerçekleştirdi. TÜGİAD yönetimine 35 yıldır ilk kez bir kadın genel başkan seçildi. Bu seçimin hemen ardından, TÜGİAD marka adı aynı kalmak kaydıyla, ‘Genç İş Adamları’ açılımı da ‘Genç İş İnsanları’ olarak düzeltildi. Genel kurul sürecine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop ve sayın milletvekilleri Özlem Zengin, Zehra Taşkesenlioğlu Ban, Halis Dalkılıç eşlik etti.
Benim okuyucu kitlemin çoğuna uzak bir konu olduğunu düşündüğüm için önce biraz TÜGİAD’dan bahsetmek isterim. Türkiye’deki ilk ulusal ve tek uluslararası genç iş insanları derneği. Sivil Toplum Örgütleri içerisinde son derece saygın ve güçlü bir yerde; hem kendi üyelerinin bireysel hem de ülkemizin ekonomik gelişimine katkıda bulunmak, 800’ü aşan üye sayısı ile 60’tan fazla sektörü bir çatı
Daha birkaç gün önce ilgi uyandıran bir projede yer almanın gururunu yaşadım. Onkologlardan kurulmuş bir ekiple hastalarımız için şarkı söyledik. Üstelik yine bir onkolog tarafından, hastalarımız, bizler ve ekip arkadaşlarımız için özel yazılan bir parçayı seslendirdik. Bu benzersiz çalışmanın fikir, söz-müzik kurgusunun sahibi Dr. Tayfun Hancılar ve diğer solist arkadaşlarımla konuştum.
- Sayın Hancılar, sizinle başlamak istiyorum. Bu şarkıyı hangi duygu durumuyla yazdınız, biraz bahseder misiniz?
Dr. Tayfun Hancılar: İki yıl önce meme kanseri hastalarımızla Türkçe rock söylediğimiz bir konser organize ettik. 50 ve 80 yaş aralığında dokuz kadınla çok benzersiz bir konser verdik, bu fikir ilk kez o zaman aklıma geldi. Performans, dünyada ilk kez yapıldı; öncesinde onkologların kendi hastalarına şarkı yazarak yorumladığı benzer bir
etkinlik yok.
Elbette hastalarımızla tam bir empati yapamayız ama gerek söz, gerekse müzikle duygularımızı elimden geldiğince yansıtmaya çalıştım. Sevgili Suat’ın son dokunuşlarından sonra eser bu hale geldi.
- Peki değerli
Kanser haftası ve kanser, 1-7 Nisan tarihleri arasında yeniden gündemimizde olacak. Amaç tüm farkındalık zamanları gibi, bu konudaki bilinci ve duyarlılığı artırmak. Bu hafta koronavirüs ve siyasi gündem elverdiğince kanseri yazıp, konuşacağız. Ama artık bu konuda konuşma şeklimizin ve algımızın değişmesi gerekiyor. Teknoloji ve bilim geliştikçe, kanser konusundaki bilgimiz artıkça bakış açımız da değişmeli.
Adını duyduğumuzda tahtaya vurduğumuz, kaderimiz olup kaçamadığımız, tüm hayatımızı mahveden bir durum olmasından çok, bir hastalık, üstelik baş edilebilir, yarattığı algıyla yaşayan, mağlup edilebilir bir hastalık olduğunu görmemiz gerekiyor. Gelin, bu yılın kanser haftasını, şimdiye kadar geçirdiğimiz tüm kanser haftalarından farklı yaşayalım. Öncelikle önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu kabul ettiğimiz, algıladığımız ve bunu tüm hücrelerimize kadar sindirdiğimiz yeni bir anlayışa geçelim. Gelişen teknoloji ve bilime rağmen bu hastalığa yeniliyor olmamızın en büyük sebebi, adını duyduğumuzda takındığımız sorgusuz çaresizlik