Kutuplaşan oluşumlar bilimsel değeri olan kararları değil, sizin kimliğinizi tartışılır hâle getiriyorlar. Hakkaniyet duygusunu kaybeden, bilgisizlik üzerinden dağıtılan adalet asıl tartışmamız gereken şey olabilir mi?
Gün içerisinde gerek medya gerekse haber sitelerinde çıkan haberlere bakınca olaylara ve kişilere eşit mesafede durmakta zorlanıyorum. Bu ruh hâli, toplum olarak etik değerlere yeterince sahip olamamamızın bir sonucu mu bilmiyorum. Ama biliyorum ki, insan yaşamını anlamlı kılan, sahip olduğu değerlerdir. Ama bütün bunları besleyen ya da bize bir duruş kazandıran şey de bilgidir.
İnsan hakları ve yargıdaki tartışmalı dava dosyalarına hep bu gözle bakmaya çalıştım. Zor da olsa zamanla hiçbir mağduriyete sessiz kalmamayı öğreniyorsunuz. Mesela size düşünce olarak çok uzak biri işkence görmüş mü? Görmüş. Belgesi var mı? Var. Belge gerçek mi değil mi? Bu belgeyi veren kişinin mesleki geçmişi ne? Bütün bunlar benim için araştırmaya değer bilgilerdir.
Ve bu süre içerisinde yaptığı iş gereği etik ilkelerle
Dizinin toplumdaki yansımalarına bakarsak, toplum diziden daha trajik bir hâl aldı. Bugüne kadar görmezden geldiğimiz toplumsal çürümenin fotoğrafını da böylece çekmiş olduk.
Sevgi ile nefret arasında kalan toplumlar tehlikelidir. Bir kelimeyle ayaklanabilir, bir pavyon dansıyla şuurunu kaybedebilirler. Böyle bir toplum, sorunları anlamak, üzerine düşünmek, sorgulamak ve hatta çözüm üretmekten de bir o kadar uzaktır. Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” dizisi öldürülen, sömürülen, şiddete uğrayan kadınları ve kültürel yozlaşmayı anlatıyor. Aynı zamanda hoyrat, kaba, umarsız davranışlarla insanların birbirlerine nasıl yabancılaştığını ince ince işleyen bir dizi. Dizi sonraki bölümlerde nereye doğru evrilir bilmiyorum. Amacım da diziyi anlatmak değil. Ama dizi daha başlamadan, tanıtımına ilişkin iki fragmana bakarak toplum olarak sorunlara yaklaşımımızı, verdiğimiz tepkileri ve gelişmeleri önemsiyorum. “Bir dizi bu kadar mı yanlış anlaşılır?” sorusunu da sorarak.
***
Dizinin ilk fragmanında karısını
Türkiye tarihi eserlerimizin iadesi ve tarihi eser kaçakçılığına karşı mücadelede büyük başarılara imza atıyor. Dünya müzeleri de çeşitli yollarla aldıkları eserleri hukuk zoruyla değil etik değerler nedeniyle geri vermeli.
Türkiye’den yasa dışı yollarla çıkarılmış 42 eserimizin daha iadesini sağlayan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, getirilen eser sayısının 3 bin 59’a ulaştığını açıkladı. Sorun şu ki bütün bu olumlu gelişmelere rağmen ülkemizde hâlâ kaçak kazıların, tarihi eser kaçakçılığının önüne geçemiyoruz. Son altı yılda 1 milyonun üzerinde esere el konuldu. Öyle ki; sadece geçen hafta gerçekleşen operasyonlarda binlerce tarihi eser ve arkeolojik obje ele geçirildi.
British Museum, Berlin, Louvre, Metropolitan müzelerine gittiğinizde eski medeniyetlerin çalınmış, kaçırılmış eserlerinin izine rastlayacaksınız. Başkalarının topraklarından, o topraklara ait tarihin, o tarihten geriye kalan kültürel mirasın gözünüzün
Melike okula gitmesi gerekirken 14 yaşında nişanlandırıldı. Üç ay sonra Melike nişanı bozunca iki aile arasında husumet başladı. Eski nişanlı ayrılığı hazmedemedi ve Melike’nin yarı müstehcen fotoğraflarını internette yayınladı. Melike’nin ailesinin adli makamlara şikâyetleri sonuç vermedi.
Bir yıl sonra Melike ailesiyle bir düğüne giderken, eski nişanlı bu kez karşısına silahla çıktı… 3 şarjör mermi, 2 tane rambo ve sustalı bıçakla… Vücuduna üç, kafasına iki kurşun isabet eden Melike hayatını kaybetti.
Melike’nin babası mahkemede katile şöyle bağırdı: “Çocuk katili!” Fotoğraflarda yetişkin, genç bir kadın gibi görünmeye çabalamış olsa da evet Melike bir çocuktu! Babanın bilmediği öldürülen kızının katili sadece eski bir “nişanlı” değildi. 15 yaşında öldürülen kız çocuğunun 14 yaşında “nişanlandırılmasına” ses çıkarmayan, okula göndermeyen, göz yuman herkesti.
***
Peki, bu çocuk neden okula gitmedi? Kim göndermedi? Kim nişanlanmasına
Bugün sizi biraz huzursuz etmek istiyorum. Çünkü bazı şeyler unutulmuyor. Hrant Dink cinayetinin unutulmaması gibi… Önce bir hatırlatma yapayım, Dink cinayetinin gerçekte en ‘yakın’ tanıkları gazetecilerdi. Hatta daha da ileriye gideyim: Biz meslektaşımızın davasında adaletin kapısında bekleyen ‘görgü’ şahitleriydik. Buna rağmen Dink cinayeti davası kendi etrafında dönüp durdu. Dava bir tetikçiyle başladı. O tetikçinin dışarı çıkmasıyla da son buldu. Hâliyle yıllarca aynı sorular, birbirinin benzeri, tekrarı makalelerle konuyu kamuoyu gündeminde tutmaya çalıştık.
***
Dink cinayeti davası hakkında defalarca yazmama rağmen, aslında bugüne kadar “tek bir yazı” yazdım. Tek bir yazı. Ve bu yazıyı, her yıl bir iki düzeltmeyle temize çektim. Çünkü gerçekte yıllar içerisinde, davada değişen tek şey tarihler olmuştu.… Yazılarım ‘Dink cinayetinin birinci yılında’ diye başladı, bir yıl sonra üzerini çizdim, ‘ikinci yılında’ dedim. 14. yılında, 15. yılında 16.
l Ünlü aktör ve komedyen Robin Williams’ın ölümünden sonra mirasçıları, Williams’ın sesini ve görüntüsünü içeren materyallerin ticari kullanımına karşı çıktı. Reklamlarda veya ticari projelerde kullanılmasını engellemeye yönelik hukuki adımlar attılar.
l Ünlü fizikçi Albert Einstein’ın mirasçıları, 2015 yılında New Jersey’de bulunan bir koleksiyoncuyla Einstein’ın mektupları üzerinde hukuki bir anlaşmazlık yaşadılar. Mektuplar, koleksiyoncunun sahip olduğu materyallerin ticaretine engel olma çabalarıyla ilgiliydi.
l The Beatles’ın ünlü üyesi John Lennon’ın mirasçıları, Lennon’ın şarkılarından birinin bir reklamda kullanılmasına karşı çıktılar.
l “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adlı ünlü romanın yazarı J.D. Salinger’ın mirasçıları, yazarın ölümünden sonra da eserleri üzerinde sıkı bir kontrol sağladılar ve gelecekteki kullanımına dair katı şartlar koydurdular.
l “Bülbülü
Suç işlemek; genellikle bireyin kendi tercihleri, davranışları veya kararları sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Buna rağmen suçlular artık işledikleri suçlara şeytanı da dâhil etmeye başladı. Yeni savunma şekli artık bu: Şeytana uydum bir kere! İşin ilginç yanı bazı mahkemeler de buna inanıyor olmalılar ki “şeytan işi suçlar” bakımından ya cezada indirime gidiliyor ya da suçlu serbest bırakılıyor. Bir kere şeytana uyup, yüz bin defa aynı suçu işleseler de bu böyle…
***
Benzer suçlara benzer kararların verildiği onlarca dava var. Ben medyaya yansıyan son olayı anlatayım: 12 yaşında bir çocuk kaldığı cemaat yurdunda kurs hocasının cinsel istismarına maruz kaldı. Çocuğun ailesi durumu öğrendi. Hocanın “şeytana uydum” diyerek aileden özür dilediği iddia edilse de savcılık hoca hakkında ‘‘çocuğun cinsel istismarı’’ ve ‘‘kişiyi hürriyetinden alıkoymak’’ suçlamasıyla iddianame hazırladı. İddianamede cinsel istismar bir çocukla sınırlı kalmadığı başka çocukların da
12 yaşında öldürülen Gazzeli Avni Eldous, YouTube kanalında yaptığı son yayında barış istemişti.
Avni Eldous… Kardeşleriyle cips ve çikolata yerken film izlemekten hayli mutlu olan küçük bir çocuk… Elinde mikrofon, YouTube’daki oyun kanalıyla ilgili hedeflerini açıklıyor. “Küçük Öğretmenler” projesinin bir parçası olarak, arkadaşlarına teknoloji dersi veriyor. Kara tahtanın önünde durmuş, diğer öğrencilere bilgisayar anakartını gösteriyor. Bilgisayar mühendisliğine olan ilgisi ona çok sayıda ödül kazandırıyor. Ve yüzünden hiç eksik olmayan bir gülümsemeyle “Arkadaşlar, şimdi kendimi tanıtayım: Ben 12 yaşında, Gazzeli bir Filistinliyim. Bu kanalın amacı 1 milyon aboneye ulaşmak” diyor. Son cümlesi: “Barışla kalın” oluyor.
Ve öldürülüyor! Onun gibi yüzlerce çocuk öldürülüyor. Katilleri belli. İsrail devleti, Amerika, Avrupa gibi barış istemeyen bütün devletler… Barıştan yana olmayan bütün siyasi