Kutuplaşan oluşumlar bilimsel değeri olan kararları değil, sizin kimliğinizi tartışılır hâle getiriyorlar. Hakkaniyet duygusunu kaybeden, bilgisizlik üzerinden dağıtılan adalet asıl tartışmamız gereken şey olabilir mi?
Gün içerisinde gerek medya gerekse haber sitelerinde çıkan haberlere bakınca olaylara ve kişilere eşit mesafede durmakta zorlanıyorum. Bu ruh hâli, toplum olarak etik değerlere yeterince sahip olamamamızın bir sonucu mu bilmiyorum. Ama biliyorum ki, insan yaşamını anlamlı kılan, sahip olduğu değerlerdir. Ama bütün bunları besleyen ya da bize bir duruş kazandıran şey de bilgidir.
İnsan hakları ve yargıdaki tartışmalı dava dosyalarına hep bu gözle bakmaya çalıştım. Zor da olsa zamanla hiçbir mağduriyete sessiz kalmamayı öğreniyorsunuz. Mesela size düşünce olarak çok uzak biri işkence görmüş mü? Görmüş. Belgesi var mı? Var. Belge gerçek mi değil mi? Bu belgeyi veren kişinin mesleki geçmişi ne? Bütün bunlar benim için araştırmaya değer bilgilerdir.
Ve bu süre içerisinde yaptığı iş gereği etik ilkelerle hareket eden pek çok insan da tanıdım. İşkence görenin ideolojik, etnik, dinsel, cinsel kimliğine bakmadan raporunu yazan doktorlar, hukuka uygun kararların altına imza atan hâkimler, nüfuzunu kötüye kullanmayan siyasetçiler, bürokratlar, mevcut düzeni araştıran, sorgulayan akademisyenler…
***
Bunları şundan dolayı anlatıyorum… Şebnem Korur Fincancı, yıllarca işkence raporlarıyla gündem yaratan güvenilir bir adli tıp uzmanı olarak görev yaptı. Bugün yıllar önce verdiği bir işkence kararı nedeniyle tartışılıyor. Cinsel istismar, şantaj, tehdit gibi suçlarla bugün cezaevinde olan Adnan Oktar ve müritlerinin 1999’daki ilk yargılanma ve tahliye edilmeleri kararında, onun vermiş olduğu işkence raporunun etkili olduğu iddiasıyla. Şimdi hangi Fincancı’ya inanacağız? Darbe dönemlerinde bile siyasi düşünceleri nedeniyle işkence görenlere korkusuzca rapor veren Fincancı’ya mı? Yoksa cinsel istismar, şantaj, tehdit gibi suçlarla yargılananlara işkence edildiğini söyleyen Fincancı’ya mı? Bu soruları sormak bile aslında meselelere nasıl çarpık baktığımızın bir göstergesi sayılmalı. Çünkü öyle raporlar var ki içinden bir sözü cımbızla çekerseniz kendi beklentinize uygunsa “doğru” değilse “yalan” diyebilirsiniz.
İnsanlar taraf olduğu bir meselede gerçeğin kendisinden hoşnut olmazsa anında tepki gösteriyor.
***
Raporları görmedim, amacım da raporları tartışmak değil. Buradaki asıl sorun, insanların önemli bir bölümü kendi düşünce sistematiğinin, algılarının, ideolojisinin doğruluğuna öylesine inanıyor ki; farklı düşüncede ve eğilimde olan her şeye, mevcut ya da olası her duruma karşı insan hakkının sınırlarını çiziyor.
İnsanlar kendi ideolojisine ve inancına uygun bir karar çıkmazsa ya da taraf olduğu bir meselede gerçeğin kendisinden hoşnut olmazsa anında tepki gösteriyor.
Hakkaniyet duygusunu kaybeden, kutuplaşan, gruplar hâlinde dolaşan yapılar bir anda sizin mesleki birikiminizi yok sayıyor. Sizi önyargılarla mücadele etmek zorunda bırakılıyorlar. En sonunda da bilimsel değeri olan kararlarınızı değil, sizin kimliğinizi tartışılır hâle getiriyorlar. Bu bilgisizlik üzerinden dağıtılan adalet, asıl tartışmamız gereken şey olabilir mi? Çünkü bu hâlimiz, aslında sahip olduğumuz düşünce ve inançların etkisiyle ortaya çıksa da bizde olmayan tek şey bilgi. Bu yüzden yıllar geçse de bazı meselelere karşı öfkemiz aynı, düşmanlığımız aynı, zulmümüz aynı, tabularımız aynı, zihniyetimiz hep aynı…
***
John Berger “Görme Biçimleri” adlı kitabında der ki; Gördüğümüz ‘şey’ aslında bizim seçimimizdir. Bu seçim sahip olduğumuz düşünce ve inançların etkisiyle ortaya çıkar. Yani o gördüğümüz şey neyse, onu daha başında zaten objektif olarak algılayamadığımızı söyler. Türkiye’de artık hepimiz için “görünür” hâle gelen ama objektif olarak algılayamadığımız o kadar çok şey var ki. Dolayısıyla sormak lazım;
Mesela kendi haklarınızı savunurken, sizinle ayrışan birinin aynı hakka ve hukuka sahip olmadığını düşünebilir misiniz? Aynı şekilde cereyan etmiş bir dinlemeyi, özel hayata müdahale, bir başka dinlemeyi hukuka uygun bulabilir misiniz? Bir dönem sevdiğiniz birinin hukuksuz bir biçimde tutuklanmasını, yargılanmasını kuşkuyla karşılamışken, sizin çok uzağınıza düşen diğerinin tutuklanmasına, suçlu muamelesi görmesine sessiz kalabilir misiniz? Size yapılan bir eleştiriyi hakaret sayarken, sevmediğiniz birine yapılan aynı hakareti eleştiri olarak kabul edebilir misiniz? Bir insan katil diye onu linç edenlere sessiz kalıp, işkence edilmesine göz yumabilir misiniz?
Eğer mesele adaletli olmaksa insan önce kendi gerçeğine ulaşmalı.
Yoksa vay hâlimize!