Yunanistan, 40 yıldır kültürel mirası olan Elgin Mermerleri’nin İngiltere’den iadesi için mücadele veriyor. İngiltere ise Osmanlı İmparatorluğu tarafından bağışlandığını iddia ederek bu eserleri vermeyi reddediyor. Türkiye, geçen ay yaptığı titiz bir araştırma sonucunda böyle bir bağışın olmadığını ortaya çıkardı.
Londra’daki British Museum’da sergilenen Elgin Mermerleri’nin çalıntı olduğunu ve iade edilmesi gerektiğini savunan Yunanistan’a, Türkiye’nin verdiği bu destek bazı medya organları tarafından önemli bir “itiraf” olarak nitelendirildi. Bunun itiraf olarak değerlendirilmesi doğru değil. Zira Türkiye’de Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi birçok değerli tarihçi, Osmanlı İmparatorluğu nezdinde büyükelçi olan Lord Elgin’in (Thomas Bruce) bu eserleri çaldığını defalarca dile getirmişti.
Burada yeni ve önemli olan şu; Türkiye yaptığı araştırmalarla İngiltere’nin iddialarını çürüttü. Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı’nın, mermerlerin Osmanlı
Bir ülkede siyaset yapma kültürü ne kadar önemliyse, toplumsal gerçekliği ele alış biçimi de o kadar önemli olmalı. Çünkü toplumlar sadece çatışmalar ve savaşlarla yok olmaz. Ahlaki ya da değerler bakımından toplumsal çürüme de bu ‘yok’ oluşa hizmet eder.
Bakın etrafınıza. Neye dönüştüğümüzü, giderek kabalaşan, nezaketini yitirmiş bazı yarışma programlarının içeriklerinde görebilirsiniz: Adap yok, terbiye yok, görgü yok!
Mesela yemek yarışmaları sadece yemeğin iyi olup olmamasını değil, misafirperverlik ve sofra kültürünü de yarışmanın bir parçası olarak sunmalı. Ancak, yarışmacıların ev sahibine az puan vermek için kasıtlı olarak çirkin ifadeler kullanması ve birbirlerini sürekli aşağılaması, kültürel değerlerin içinin boşaltılmasına neden oluyor. En önemlisi de sosyal ritüellerin bu şekilde çarpıtılması, toplumun bu değerlere olan inancını ve saygısını zayıflatıyor.
Yemek yarışma programlarında oturduğu sofradaki yemeğe sırf kazanmak için tiksinerek
Köpeklerden hep korktum. Yıllarca ‘karşıma ya köpek çıkarsa’ düşüncesiyle sabah yürüyüşleri yapamadım. Köpek besleyen arkadaşlarımın evinde kalmaktan kaçındım. Köpek görünce yolumu değiştirdim. Bu durum, 1910 Haziran’ında İstanbul sokaklarından toplanarak bir adaya hapsedilen 80 bin köpeğin ölümüyle sonuçlanan Hayırsızada katliamını öğreninceye kadar sürdü. Adada ölüme terk edilen köpeklerin günlerce uluyarak yardım beklemeleri, açlıktan ve susuzluktan birbirlerini yiyerek ölmeleri tam bir vahşetti ve bu durum beni insanlık adına hayli utandırdı.
80 bin köpeğin anısına dikilen anıt taş, toplumsal bellek ve hayvan hakları konusunda bu trajedinin unutulmaması ve hayvan haklarına yönelik farkındalığın artması açısından önemli bir sembol. Bu trajedinin yarattığı travma beni de dönüştürdü. Köpeklere hâlâ temkinli yaklaşıyorum ama artık korkmuyorum.
★★★
Köpek korkumu, Akçay Altınkum sakinlerinin “Tarçın” ya da “Koko” adını
Türkiye medyası son bir haftadır bir çete soruşturmasında gizli tanık ifadeleriyle devleti ve bazı siyasileri hedef haline getirmeyi amaçlayan bir kumpası tartışıyor. Öyle ki; dosyaya sonradan yerleştirilen bazı siyasi isimler, gizli tanığın yurtdışına kaçırılması, emniyet mensuplarına uzanan tutuklamalar kumpası doğrular nitelikte. Peki bu kumpas kime karşı, niye yapıldı? Emniyet içi bir hesaplaşma mı? Yoksa devlete yönelik bir darbe hazırlığı mı?
Bu sorunun yanıtı sürdürülen soruşturmalarla zaman içerisinde netlik kazanacaktır. Ama burada asıl mesele hemen her dönemde birtakım soruşturma ve davaların seyrini değiştiren, hakikati karartıp, toplumu manipüle etmeyi amaçlayan kumpaslara maruz kalınması.
Yargı tarihimiz siyasilerden bürokratlara, gazetecilerden sokaktaki vatandaşa kadar uzanan son derece acımasız kumpas davalarıyla dolu. MİT mensubu Mehmet Eymür bir dönemi anlatırken şöyle demişti: “Bir süre sonra Ziverbey köşkündeki sorgulamalara alakalı alakasız canımızı sıkan kim varsa dahil etmiştik…”
★ ★ ★
Bu zihniyetin sayısız örneğini
Gazeteciler haber kaynağı olarak genellikle sağlık, eğitim, güvenlik, iklim değişikliği ve ekonomik kalkınma gibi alanlarda politika oluşturma sürecine rehberlik eden bilimsel veri ve akademik makalelere güvenir. Oysa son yıllarda geri çekilen akademik makalelerin sayısındaki artış hayli dikkat çekici. Geçen yıl Retraction Watch veri tabanına göre son on yılda 10 bin makale kriterlere uymadığı için geri çekildi.
The Journalist Resource, Marie Ordway imzasıyla yayımlanan bir makale, bu kaynaklara neden kuşkuyla yaklaşmamız gerektiğinin kanıtlarıyla dolu. Makaleye göre; akademik dergiler sadece 2022 yılında etik ihlaller veya araştırmada sahtecilik gibi nedenlerle 4600’den fazla bilimsel makaleyi geri çekti.
***
Geçtiğimiz hafta konu Türkiye medyasının da gündemindeydi. Gazeteci Sibel Bahçetepe’nin kaleme aldığı bir habere göre, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü’nden bir grup akademisyen Koronavirüs döneminde bir antibiyotik ve antiviral ilacı hastaların izni olmadan tedavide kullandı. Bu
30 yaşında görme yetisini kaybeden Avukat Nurdeniz Tunçer’in hikâyesi, hayatın meydan okumalarına karşı gösterdiği inanılmaz bir direnç örneği. Ve ilginçtir görmemek onun için sadece bir zorluk değil, bir fırsat…
Geçtiğimiz hafta Rehber Köpekler Derneği Yönetim Kurulu üyesi Semra Güner, Türkiye İş Bankası İstanbul 19. Yarı Maratonu’na derneğin kurucu başkanı avukat Nurdeniz Tunçer’in rehber köpeği Kara ile katıldığını söyleyince kendisiyle tanışmak için derneğin yolunu tuttum. Tunçer’in anlattıkları karşısında görmediğine inanmak zor. Çünkü 8 yaşında başlayan görme kaybı yıllar içerisinde onu yavaş yavaş karanlığa mahkum etse de o, hayatı kendi ifadesiyle ‘dibine kadar’ yaşayanlardan. Öyle ki; duruşmalara giriyor, flamenko dans kursuna gidiyor, tiyatroya gidiyor. Bütün toplu taşıma araçlarını kullanıyor, paraşütle atlıyor, kayak yapıyor ve hatta maraton da koşuyor. Kara ona rehberlik yapıncaya kadar baston dahi kullanmıyor. Belli ki yaşama dahil olmak onun yaşam
5 Şubat 2022’de Eskişehir’de Abdulkadir Ahmadi, sokak ortasında eşi ve kızını bıçakla yaraladı. O esnada üniversite sınavına hazırlanan Tolga Daşkıran ve arkadaşı Hüseyin Şahin, kadınların çığlıklarını duyup olaya müdahale etmek istedi. Çıkan arbedede şiddet uygulayan koca gençlerden Şahin’i ayak bileğinden bıçakladı, Daşkıran da Ahmadi’yi…
Dava geçtiğimiz hafta sonuçlandı. Karısını kızını ve olaya müdahale eden gençlerden birini bıçaklayan Abdulkadir Ahmadi 22 yıla kadar hapis cezası talebiyle yargılandığı davada, “iyi halden” yararlandırıldı ve 12 yılla kendini kurtardı.
Buna karşın olayı engellemeye çalışırken Ahmadi tarafından bıçaklanan Hüseyin Şahin 3 yıl 4 ay hapis cezası aldı. Tolga Daşkıran da olaya müdahale ederken bıçak kullandığı gerekçesiyle 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İki genç tutuklanarak cezaevine gönderildi.
★ ★ ★
Sivil toplum örgütlerini bir tarafa bırakıyorum, bizzat devletin ve ilgili bakanlıkların ‘şiddete göz yummayın, sessiz kalmayın” kampanyaları,
Küresel dünyada kadınlar genellikle şiddet, cinayet, ekonomik, siyasal, toplumsal eşitsizlik gibi pek çok habere konu olmakta. Ancak bütün bu mağduriyet hikâyelerinin arkasında bir başka gerçek var. Göz ardı edilen, hiç tartışılmayan dehşet verici bir gerçek. O da kadın ticareti. Çeşitli operasyonlarla ele geçirilen çete üyelerinin uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi suçları sıralanırken, bu çetelerin özellikle kadınları fuhuşa sürüklemesi önemsiz bir mesele gibi satır aralarına sıkıştırılıyor.
Oysa insan ticaretinin dünyada en hızlı büyüyen, yasa dışı endüstrilerden biri olduğunu raporlar doğruluyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç ile Mücadele Ofisi’nin derlediği bir rapora göre, uyuşturucudan sonra oluşturulan en büyük pazar bu. 40 milyonun üzerinde insan bu pazarın mağduru. İnsan ticareti mağdurları içerisinde alınıp satılan hatta kiraya verilen kadın ve kız çocuklarının oranı yüzde 71 civarında. Küresel insan ticaretinin yıllık geliri ise yaklaşık 150 milyar