Pitch Up!...
Günümüz tarım sektörü, yalnızca gıda üretiminde değil, çevreyi koruyarak ekonomiye katkı sağlamak konusunda da önemli bir sorumluluk taşıyor.
İngiltere merkezli Pitch Up! kolektifi, bu sorumluluğu üstlenerek sürdürülebilir iş fikirlerine destek sunmak amacıyla yenilikçi bir model geliştirdi.
Dünya çapında tarım ve çevre politikalarına ilham verecek bir yapı olarak öne çıkan bu model, yalnızca çiftçilerin ve işletmelerin değil, doğanın dengesine de katkıda bulunmayı hedefliyor.
Katılmak, dahil olmak yükselmek, öne çıkmak anlamında da kullanılan Pitch Up! adlı girişim, İngiltere’nin çeşitli bölgelerindeki altı çiftliğin bir araya gelerek oluşturduğu, sürdürülebilir tarım ve iş modellerine destek sunan bir kolektif.
Çiftliklerin arazi ve kaynaklarını paylaşmak üzere başkalarını davet etme fikrine odaklanılıyor.
***
ABD’nin 47. Başkanı Donald Trump olduğunda, “küresel dünyanın geleceğini öngören” en dikkat çekici başlıklardan birini Milliyet attı:
“Gölge Başkan Elon Musk.”
Bu ifade, ABD siyasetinde yalnızca Trump’ın değil, Musk gibi teknoloji devlerinin de belirleyici bir aktör olduğunu gösteriyor.
Elon Musk’ın ABD siyaseti üzerindeki etkisi yalnızca Trump’a verdiği destekle sınırlı değil; aksine, şimdiden “Gölge Başkan” rolüne soyunmuş durumda.
Trump’ın başkanlığı, birçoklarına göre popülizmin zaferi olarak görülse de bu zafer aynı zamanda Musk gibi küresel teknoloji liderlerinin etkisinin yükseldiği yeni bir dünya düzenini de temsil ediyor.
Dijital şirketlerin toplumsal algıyı yönlendirme yeteneği sayesinde kamuoyunu kazanma gücü, onları devlet benzeri otoritelere dönüştürüyor.
Amazon, Meta, Google ve Apple gibi devlerin popülist söylemleri kullanarak halk desteği toplaması bu etkinin bir göstergesi.
ABD’nin önde gelen yayın organlarından The Washington Post 1980’lerden bu yana ilk kez bir başkan adayına desteğini açıklamama kararı aldı. Gazetenin sahibi Jeff Bezos, gazete çalışanlarının istifasıyla sonuçlanan bu kararı “ilkeli bir karardır ve doğru olan da budur” ifadeleriyle savundu.
Bir gazetenin desteğinin seçimlerin kaderini değiştirmeyeceğini söyledi.
Aynı tarihlerde dünyanın en zengin iş insanı ve sosyal ağ hizmeti X’in sahibi Elon Musk ise eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2024 başkanlık kampanyasını açıkça desteklemekle kalmadı, 5 Kasım’a kadar her gün çekilişle kampanyaya katılan bir kişiye 1 milyon dolar vereceğini açıkladı. Musk’ın paraları akmaya başlayınca konu yargıya taşındı.
***
Günümüzde medya yalnızca haberi aktaran bir araç değil. Politik, sosyal ve kültürel dinamikleri de artık ‘sesli’ olarak şekillendiren güçlü bir etki mekanizması…
Dolayısıyla dünyanın en zengin iki iş insanı Elon Musk ve Jeff Bezos’un yeni medya stratejileri, bu güç mekanizmasını na
PKK’nın barış karşıtı ideolojik bağnazlığı hiç değişmedi.
1993’te Abdullah Öcalan tek taraflı ateşkes ilan ettiğinde bu söze bağlı kalmadılar ve 33 askerimizi şehit ettiler.
Şimdi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, PKK’nın kendisini feshettiğini açıklaması şartıyla Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrı, yine Kandil’i rahatsız etmiş olacak ki, örgüt bu kez de savunma sanayi kuruluşu TUSAŞ’a saldırdı.
Bu saldırı, örgütün devletin savunma kapasitesini zayıflatma çabası olarak yorumlanıyor ancak bu saldırı aynı zamanda, PKK’nın barışçıl çözüm taleplerine ve iç siyasetteki Kürt temsilcilerin varlığına nasıl bir engel oluşturduğunu da gözler önüne sermekte.
Örgütün silah bırakmayı reddetmesinin arkasında yalnızca stratejik kaygılar değil, aynı zamanda kimliksel bir çatışma kültürü ve ekonomik çıkarlar da yatmakta.
PKK, kurulduğu günden bu yana Kürt halkının haklarını savunma iddiasıyla hareket eden bir silahlı örgüt olarak kendini
Birleşmiş Milletler’in (BM) 79. yıldönümü kutlanıyor.
Bu uzun ve köklü geçmişe rağmen, uluslararası sorunlara çözüm üretmekte yetersiz kalan BM’nin dünya barışına ve güvenliğine dair rolü giderek daha fazla sorgulanıyor.
Bu sorgulamayı derinleştiren BM kararlarıyla kurulan İsrail’in BM’yi artık tanımadığını açıklaması oldu.
Öyle ki; İsrail, BM Genel Sekreteri António Guterres’i “istenmeyen adam” ilan etti.
Barış Gücü’ne dört kez saldırdı, BM bünyesindeki bir okulu bombaladı ve son olarak BM’nin gözetleme kulesine ateş açtı.
Başbakan Netanyahu da BM’nin bölgeden tamamen çekilmesini isteyecek kadar ileri gitti.
BM ise İsrail’in bu saldırgan tutumuna eleştiri ve tepkilere neden olacak kadar cılız uyarılarla karşılık verdi.
Artık şiddet haberi ne okumak ne de yazmak istemiyorum desem de bitmiyor; Önceki gün metroda çıkan bir kavgada adam bağırıyor: “70 dosyam var, 71’i de işlemekten korkmam!” Ardından bir başka haber: Maskeli bir adam, sokakta tanımadığı üç kişiyi rastgele bıçakladı. Ve bir haber daha: Tekirdağ’da cinsel istismara uğraması sonucu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden iki yaşındaki Sıla bebek, son yolculuğuna uğurlandı.
Tam bir “Amok Koşucusu” hali. Amok, bireyin kontrolsüz bir şekilde şiddete başvurması ve bir çılgınlık hali içinde saldırganlaşması anlamına gelir. Bu kavram, bugün dünyada yaşanan krizlerle paralellik gösteren bir metafor sunuyor.
Bu kaotik ortamda devletlerin krizlerle baş edememesi ve bireylerin şiddete başvurma oranlarının artması, insanlığı kontrolünü kaybetmiş bir dünyaya doğru sürüklüyor. Artık şiddetin her türlüsü yalnızca bireysel değil, küresel bir olgu haline gelmiş durumda. Peki, nasıl oldu da şiddet ve öfke, toplumsal çözülmelerin kaçınılmaz bir sonucu haline geldi?
Uzmanlara
Dünya barış ve istikrardan hızla uzaklaştı. Öyle ki; istatistiklere göre bu yüzyılın ilk çeyreğinde 50’den fazla savaş ve çatışma yaşandı, hala da yaşanıyor.
Üstelik teknolojik gelişmeler, geleneksel savaş yöntemlerini dönüştürürken, nükleer silahlar ve yapay zeka destekli askeri sistemler, geleceğin savaşlarının çok daha yıkıcı olabileceğini gösteriyor.
Orta Doğu’dan Afrika’ya, Doğu Avrupa’dan Asya’ya kadar pek çok bölge, büyük güçlerin jeopolitik çıkar çatışmalarının sahnesine dönüşmüş durumda. Geleneksel ordular, meydan savaşları, cephe gerisi stratejileri artık yerini yüksek teknolojili silahlara, dronlara, yapay zekaya ve siber saldırılar ve robot askerlere bırakıyor.
Bu değişimin en çarpıcı örneklerinden biri, İsrail’in Hizbullah’ın kullandığı çağrı cihazlarını eş zamanlı olarak patlatması. Yüksek teknolojili istihbarat sistemleri, iletişim kanallarını takip ederek hedef tespiti yapıyor ve düşman güçlerini hızlıca etkisiz hale
İsrail, Lübnan’a yönelik hava saldırılarını sürdürürken, 12 ülkenin ortak ateşkes çağrısı, Başbakan Benjamin Netanyahu’nun yine soğuk duvarına çarptı. Çünkü Netanyahu barış istemiyor. O’nun savaş çığırtkanlığı kendi kişisel ve siyasi tarihinin de bir özeti aslında. Öyle ki; Netanyahu’nun adı 30 yıl önce barış isteyen dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin’in öldürülmesine zemin hazırlayan kışkırtıcı eylemlerle de gündeme gelmişti. Ve o günden beri Netanyahu, İsrail’in ‘Derin Devlet’i olarak sahnedeki yerini koruyor.
Hikaye çok net. 1993’te Beyaz Saray’ın bahçesinde üç lider bir araya geldi. ABD Başkanı Bill Clinton İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat. Üç lider “kan ve gözyaşına yeter artık” diyerek el sıkıştılar. Oslo anlaşmasıyla bir barış sürecini başlattılar. Rabin’e göre Filistin direnişi, askerî bir tehdit değil, barışçıl çözüm gerektiren siyasi bir