Bir devlet lideri, başka bir ülkenin liderini azarlayabilir mi?
Güçlü olan, zayıfı küçümseme hakkını nereden alıyor?
Meselenin kişisel bir üslup sorunu olmadığı açık: Bu, bir yönetim tarzı, politik mesaj, hatta bir tür otoritenin sahnelenmiş hali…
ABD Başkanı Donald Trump’ın, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile oval ofiste yaptığı görüşmedeki tavrı, tam da böyle bir güç gösterisiydi.
Trump’ın ellerini savurması, öfke dolu bakışları, oturma şekli ve Zelenskiy’ye sanki bir devlet başkanıyla değil de yetersiz bir çalışanıyla konuşuyormuş gibi parmak sallaması aslında ABD’nin küresel siyasette benimsediği tavrın bir yansımasıydı.
ABD ve Avrupa basını bu gerilimi, “Oval ofiste kriz” veya “Gergin diyalog” gibi başlıklarla verdi. Türkiye medyası ise meseleyi daha dramatik bir dille ele aldı: “Trump, Zelenskiy’i basının önünde azarladı, kovdu!”
Ancak burada asıl mesele, bu azarlamanın “basının önünde” yapılıp yapılmaması değil. Asıl mesele, bir devlet başkanının başka bir devlet başkanına böyle bir dil kullanmayı, azarlamayı kendinde hak görebilmesidir.
***
Trump ve ekibinin sergilediği küçümseyici üslup, bireysel bir karakter meselesi olarak değerlendirilemez.
Çünkü biliyoruz ki; güçlü devletlerin azarlama dili, aslında bir hegemonya inşasının parçası. ABD, bu tavrını zayıf devletlere karşı bir politika aracı olarak daima kullandı, kullanmaya da devam ediyor.
Bu durum büyük devletler için giderek bir yönetim biçimi; otoriterliğini ve gücünü göstermenin bir aracı haline geldi.
Böylece azarlanan liderin iç politikadaki konumu zayıflatılırken, küresel güç dengelerinde de “büyükler ve küçükler” ayrımı pekiştiriliyor.
Bu münasebetsiz tutumu da muhatabını ‘terbiye edilmesi gereken’ bir figür olarak konumlandırmak için sürdürüyorlar.
Hakaret etmekle, azarlamak arasındaki ince fark da burada karşımıza çıkıyor:
Hakaret, muhatabına bir karşılık verme şansı tanır. Hakarete uğrayan kişi savunmaya geçebilir, tepki gösterebilir. Ancak azarlama, muhatabını aşağı çekmenin, kimliğini küçültmenin, onun yerini belirlemenin bir yoludur.
Azarlanan lider, sadece küçük düşürülmez; aynı zamanda ülkesinin de güçsüz olduğu mesajı verilir. Ve bu, küresel siyasetin en kirli oyunlarından biridir.
***
Küçük ülkelerin liderlerinin azarlanmaya sessiz kalıp, tehditlere boyun eğmesi, sadece onların kendi siyasi kariyerini değil, küresel ölçekte “zayıf olanın güçlüye boyun eğmesi” algısını da pekiştirmekte.
Trump ve ekibinin medyayı kullanarak kendilerine psikolojik üstünlük sağlayan azarlama işini bilinçli olarak, iştahla pazarlamaları ve sürdürmelerinin nedeni de bu.
Üstelik bu küçümseyici dili sadece Ukrayna’ya değil, tepki gösteren diğer ülkelere karşı da kullanıyorlar; örneğin, Polonya Dışişleri Bakanı’na da ‘Sessiz ol küçük adam’ diyerek aynı tavrı sürdürdüler.
Dolayısıyla küresel güç ilişkilerinin şekillenmesinde büyük rol oynayan medyanın bu oyunun neresinde durduğu sorusu önemli.
Eğer medya, bu tür olayları yalnızca “azarlama” şeklinde sunarsa, uluslararası güç ilişkilerinin meşrulaştırılmasına katkı sağlar.
Oysa medya, sadece olayları raporlamakla yetinmemeli; aynı zamanda güçlü devletlerin bu kibirli dilini normalleştirmediğinin de altını çizmelidir.
Evet tarih boyunca güçlü ülkeler sömürgeci bir ruhla otoritelerini pekiştirmek için başka ülkelerin liderlerini azarlamayı, küçümsemeyi, kamuoyu önünde “terbiye etmeyi” bir araç olarak kullandı ama aynı tarih, bazen küçük görülenlerin büyük güçlere meydan okuduğuna da tanıklık etti.
Yine bir gün, küçük görülen bir lider çıkar ve o kibirli bakışları muhatabına iade eder.
İşte o gün, diplomatik küstahlık yerini gerçek diplomasiye bırakabilir.