Sırrı Süreyya Önder; inandığı değerler uğruna her şeyi göze almış, kendi hikâyesiyle barışmış ama bu ülkenin de kendisiyle barışmasına ömrünü adamış biri.
Türkiye’nin işkence, hapis, sürgün ve ölümlerle örülü karanlığından, bu inançla çıktı geldi.
38 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılandı; kendi işkencecisini affederek ironiyi bir direniş biçimine dönüştürdü.
İşte bu yüzden onu yalnızca Kürt siyasetiyle sınırlamak, büyük bir haksızlık olur.
Çünkü o, mizahı, zekâsı ve değerleriyle hepimizin yüreğine dokundu.
DEM’li bir milletvekili olduğu için değil…
Ondan çok daha fazlası olduğu için.
***
Sırrı Süreyya Önder’in kişisel tarihi, Türkiye’nin bastırılmış hafızasına açılan bir pencere gibi.
Üzerinde tepinilen, yok sayılan bir halkın hafızası…
Güldürürken susturan, sustururken düşündürmesi bundan.
Onun nüktedan konuşmasına bakıp meclisin “en renkli siması” diyorlar.
Oysa değil. Onun her cümlesi, yıllarca bastırılmış bir ağıtın ironik bir tezahürü.
Hepsi birer savunma…
O, bu ülkenin özlemini duyduğu gülümseyen yüzü olduğu kadar; hüznü, öfkesi, hatta küskünlüğü.
Ama en çok da şu:
Adaletin, mizahın, vicdanın, hafızanın yükünü yıllardır sessizce taşırken, Meclis kürsüsünden en karanlık gerçeği birkaç kelimeyle içimize saplayabilme gücü…
***
Şimdi hastanede… Kalbi yorulmuş diyorlar.
Nasıl olmasın?
Bir insanın barışa duyduğu özlem, devletin karanlığıyla neden bu kadar çarpışır ki?
Herkes onu kendi hikâyesinin içinden anlatıyor bugünlerde.
Ama o, kendi hikâyesini anlatırken aslında hepimizi anlatıyor.
Onu sahici kılan da bu: yaşadıklarını “hikâye” gibi anlatması değil, yüzünde biriken hüzünlü geçmişi, kendi içine ağlayan sözsüz hali…
Çünkü barışa inandı, cezalandırıldı.
Sonra bir daha inandı.
Kısa bir bahar, uzun bir kış…
Bir açılım, iki kapanış.
Bir barış sözü, sayısız dava kararı.
Ve yine de gülümsedi.
Çünkü ona göre barış, hafızayı yeniden inşa etme cesaretiydi.
Ve o hafızaya bıraktığı kelime şuydu: Merhamet.
***
Bazı gerçekler bu topraklarda sadece affederek anlatılabilir.
Affetmek, travmalarla yoğrulmuş bir toplumun içindeki umudun ilk cümlesi olduğu için belki de…
İşte bu yüzden, bugün onun sustuğu yerde bizim konuşmamız gerekir.
Çünkü Sırrı Süreyya Önder gibi bazı insanlar yaşadıkları ülkeye benzer:
Sadece kendi ömürlerini değil; bir halkın, bir çağın, bir vicdanın tortusunu taşırlar.
Akılla, vicdanla, şakayla ama ağırbaşlılıkla…
Sırrı Süreyya Önder böyle biri:
Türkiye’nin olmayı hayal edip de bir türlü beceremediği şey.
Unutmadan affetmek; ezber bozan bir direniştir çünkü.
Siyaset, onun için cezaevinden, yoksulluktan, sürgünden geçen bir var olma biçimi.
Dolayısıyla onu anlamak isteyen, yalnızca söylediklerini değil; neye sustuğunu da okumalıdır.
***
Sırrı Süreyya Önder, insanlara kendileriyle ve birbirleriyle barışma çabalarına dair bir öykü sundu.
Onunla ayrı düşebilir, meseleleri farklı yerlerden görebiliriz…
Ama bazı insanların ağırlığı, bulundukları yerden değil; taşıdıkları sözden gelir.
Bu yazı da sosyal medyada yırtınan ve onun ne yaptığını, neyi niçin söylediğini anlamamakta ısrar eden, bütün kimliğini nefret ve öç almak üzerine kuran bir güruhu düşünmeye davet etmek için yazıldı:
Bu bir “Sırrı Süreyya yazısı” değil aslında. Bu bir insanlık yazısı.
Hikâyesi yaralı bir insana, geçmişini bilmeden beddua edenler…
O’nun suskunluğu, sizin bütün gürültünüzden daha mert, daha sahici çünkü.
İyi ki varsın Sırrı Süreyya Önder.
Sözlerin yarısı mizah, yarısı sızı… ama en çok da hakikat olduğu için.
Bazen tartışsak da her konuda aynı fikirde olmasak da… Bu ülkenin hafızasını taşıyacak cesarete sahip olduğun için.
Özay Şendir
İlkbahar sonu savaş senaryosu
20 Nisan 2025
Abbas Güçlü
Aynı dili konuşamıyoruz
20 Nisan 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımcının rotası denge ve seçicilik
20 Nisan 2025
Ali Eyüboğlu
“Yarım asrı geçti hâlâ şarkılarımız dillerde!”
20 Nisan 2025
Güldener Sonumut
Brexit, konfederasyon modeli ve Kıbrıs sorunu
20 Nisan 2025