Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Mattia Ahmet Minguzzi’nin hunharca öldürülmesine alkış tutmak, ailesini tehdit edip, mezarını tahrip etmek… Bu nasıl bir zihniyetin ürünüdür?

Cinayeti işleyenler kadar, onlara arka çıkan, suçun kolektifleşmesine yol açanlar da bu cinayetin utancını taşıyacaklarına adaletin önüne geçmeye çalışıyorlar.

Peki bu cesareti nereden alıyorlar?

Bu sorunun yanıtı yalnızca hukukta ve bireysel öfkede yatmıyor.

Bu pervasızlık; şiddetin bir tür hakka, bir tür aidiyete, bir tür “bizden olma ayrıcalığına” dönüştüğü bir zihniyet ikliminden besleniyor.

Haberin Devamı

Bu iklim, sıradan insanları vicdanlarını askıya alarak şiddetin ortağı hâline getiriyor.

Sosyal medya da bu kitlesel aidiyet duygusunu körükleyen dijital bir tribüne dönüşmüş durumda.

Bu mecrada suçu, suçluları, mağdur ailesine saldırıları toplumsal tepkiye ve devletin davaya müdahil olmasına rağmen meşrulaştırıyorlar.

Oysa “adaletin olduğu yerde zulüm susar” denir. Ama biz de tam tersi oluyor.

Çünkü çok uzun zamandır artık birçok davada sadece failin değil, failin kitlesinin çeteleştiği bir dönemden geçiyoruz.

Burada mesele artık sadece şiddet değil, şiddetin kamusallaşmasıdır.

***

Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” dediği şey tam da budur:

İnsanların, bir ahlaki ilkeye dayanmadan, yalnızca “bizden olanı” koruma içgüdüsüyle, suçu savunması ve mağduru yeniden cezalandırması…

Minguzzi ailesine yöneltilen tehditler de bu faşist zihniyetin sıradan bireyler eliyle nasıl hayat bulduğunun açık göstergesi.

Aynı zaman da adaletin işleyişine doğrudan bir saldırı….

Çünkü şiddet, artık sadece failin meselesi olmaktan çıktı.

Şiddetin ardından ortaya çıkan teşvik, alkış, koruma ve tehdit kötülüğün kamusallaşması anlamına geliyor.

Bu güruhun vicdanı da birbirlerini korurken kollektif olarak susuyor.

Mattia Ahmet Minguzzi davasında da mesele yalnızca bıçağı çeken el değildir.

Asıl mesele, o elin arkasında duran, onu alkışlayan, onun adına tehdide başvuran zihinsel ittifaktır.

Bu çocuklar da ellerinde bıçak, zihinlerinde düşmanlıkla sadece “suçluya” değil, kendinden olmayana öfke duyarak büyüyor.

Haberin Devamı

Bu nedenle bu dava yalnızca bir yargı meselesi değil; toplumsal vicdanın da yargılandığı bir süreçtir.

***

Mezarlığa saldırmak ise kötülük kolektivizminin son perdesidir.

Yalnızca ölene değil, onun hatırasına, ailesine, adaletin kendisine saldırıdır.

Böylece sindirerek, acıları görünmez kılarak, hatta hatırlama hakkını bile elinden alarak ikinci bir cezalandırma uygulanır.

Bu sadece bir taşın kırılması değil, vicdanın toplu imhası, “ölüye saygı” kültürünün bilinçli bir şekilde hedef alınmasıdır.

Kişisel bir öfke değil; bir ideolojik tehdittir.

Çünkü bir mezar sadece bedenin yattığı yer değildir. Aynı zamanda bir adalet talebinin, bir acının ve bir kimliğin taşla simgelenmiş hâlidir.

Ve bazı zihinler, bu simgenin varlığını bir tehdit olarak görür.

O taşı kırdığında, sadece bir mezar taşını değil, o adalet çağrısını, o kimlik direnişini ve o toplumsal belleği de parçalamış olur.

***

Mattia Ahmet Minguzzi davasında toplumu asıl endişelendiren ise yasa ile adalet arasındaki farktır.

Haberin Devamı

Yasa, failin yaşını temel alırken, adalet işlenen suçun ağırlığını görmek ister.

Ama şu anki mevzuat bu dengeyi kuramıyor.

Çünkü sadece yaşa bakarak karar vermek hem mağduru hem toplumu ikinci kez cezalandırmak anlamına gelecektir.

Üstelik okulu bırakmış, öfke ile kimlik edinmiş, şiddetin normalleştirildiği, eğitimin itibarsızlaştığı, aile içi travmaların bastırıldığı, mahalle çetelerinin kıskacında büyümüş suç kaydı olan, suç işlemiş 179 bin çocuk suçlu var.

Dolayısıyla bu cinayetlerden, bu suçlardan hepimiz sorumluyuz.

Adalet terazisi yalnızca mahkemelerde kurulmaz; onu vicdanlarımızda kuramadığımızda, bir toplum yalnızca yasasını değil, insanlığını da kaybeder.