Pazar günü Hürriyet’te yayımlanan Çınar Oskay’ın Zizek söyleşisi, haftanın gündemini belirledi doğrusu... Ne konuşacağımız belliydi artık... Çınar Oskay bir sihirbazdı. Mucizevi bir şekilde -adeta şamanik ve terapik- arıza filozofu süper bir kıvama getirmiş. Ve o kadar hayattan konuşturmuştu ki...
Zizek’in kitaplarını okurken olduğu gibi ne Lacan bildiğine pişman oluyor ne de Lacan bilmediğine hayıflanıyordun.
Ne Marks’ı yanlış anladığına ne Hegel’i yeterince okuyamadığına...
Filozof, hayatından, seyahatlerinden, filmlerden örnekler veriyor. Aklına estiği gibi konuşuyordu...
Dipnotsuz bu konuşmaları o kadar ilham vericiydi ki...
Bilgisayar oyunlarındaki sınıf kavramından aşkta mesafesizliği savunan Batılı görüşe...
Toplumsal travmalar sırasında haysiyeti korumakla haysiyetini kaybetmek arasındaki ince çizgiden facebook’taki kalabalık yalnızlığımıza... Durduğu anda çökecek sürekli aktivite halindeki Koreli gençlikten aynı ülkedeki yüksek intihar oranına...
Bence röportaj günümüzün en önemli metinlerinden biri...
Ama ‘hazcı’ yapılırsa...
Zevk alarak ve zevk vererek...
Zizek röportajı bunu gösterdi.
Çınar Oskay’ı bir kez daha tebrik etmek istiyorum.
Önce kendi hazzının, okurdan önce, peşine düşme cesaretini gösterdiği için...
Ünlü birini çekmenin incelikleri
Türkiye’de ünlü çekmek hep yanlış anlaşılır! Bunu ünlülerin kendileri üzerine düşünmek yerine sadece görünmeyi istediklerine bağlarım. Oysa her portre, bilmediğin bir yönünü ortaya serer. Bir imza atmak gibidir portre. Senin imzanı başkasının atması gibi bir şey... Orada görünen Sen’le, varolan Sen arasındaki yarıktan ya yuvarlanırsın ya orada yuvalanır. Saklanırsın.
Bunun photoshop ya da bol efektle alakası olmadığını Türkiye ünlülerinin fotoğrafçılarına anlatmakla vakit kaybetmeyelim. Onlara iyi bir örnek gösterelim. Michel Comte. Elipsis galeride ünlü portreleriyle yerini aldı. Ünlülerdeki en kişisel tarafı bulmaya kendini adamış bir sanatçı. Jeff Koons, Louise Bourgeois, Yves Saint Laurent, Uma Thurman, Sofia Coppola, Isabella Rossellini, Gary Oldman ve Catherine Deneuve, bir sergiliğine ünsüz olmanın tadını çıkarıyorlar gibi geldi bana... Mutlaka görün derim.
Heykellerin dili olsa da
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümü binası içerisinde yer alan bronz heykeller önce binanın girişindeydi. Sonra binanın içinde... Daha sonra durumdan rahatsız olan yönetim tarafından, aslında dış mekan heykelleri olan bu figürler, görme engelliler okuluna taşındı. Çok geçmeden görme engelli öğrenciler için bir tehdit oluşturdu. Bu kez Resim bölümünün girişine gönderildi. Rahatsızlık burada da bitmedi. Ve heykeller müzeye kaldırılma bahanesiyle tecrit edildi. Boş kalan yerlerine ise saksı kondu. Yaygara inisiyatifi, heykelleri tekrar istiyoruz diyerek bir imza kampanyası başlattı. Destek vermek isteyenlere duyurulur! Ah, bu heykellerin dili olsa da anlatsa şu tehcir ve çile dolu hayatlarını...