Beşir Atalay, Milliyet’in Diyarbakır’da düzenlediği Geleceğe Yatırım Türkiye’ye Yatırım toplantısında hem entelektüel hem de samimi (bu ikisi bir arada enderdir) bir konuşma yaptı.
Konuşmasında dikkatimi çeken Sayın Başbakan Yardımcısı’nın bir siyaset bilimci olarak kullandığı normalleşme kavramı oldu.
Beşir Atalay, içinden geçtiğimiz büyük toplumsal değişimi ‘Türkiye için normalleşme’ olarak gördüğünü ifade ederek şöyle izah etti:
“Türkiye’de anormal pek çok şey vardı. Şu an büyük bir oranda normalleşti. Daha da alacağımız mesafe var.”
Normalleşen şeylerin başında elbette tanık, parçası ve aktif tarafı olduğumuz barış süreci geliyor. Yeni anayasanın düzenlenmesiyle alınacak nice yollar geliyor. 1990’ların sonundan itibaren güncel sanat sahnesinde ilginç bir tesadüfle, çeşitli yönleriyle bu kavramı tartışıyorduk. Normalleşme, normalleştirme veya makulleştirme diyorduk. Güncel sanatın konusu, 1980’lerden itibaren yaşanılan travmalardı.
Beşir Atalay’ın konuşmasında ifade ettiği ‘anormallikler’di. Yine konuşmasından alıntılarsam: ‘Bir annenin çocuğuyla cezaevinde kendi diliyle konuşamaması’ydı. ‘OHAL’di. ‘DGM’lerdi. ‘Gizli Kürtçe müzik dinlemekti’.
Bugünse hakikaten büyük bir toplumsal değişim içindeyiz. Yeni anayasa bunun en büyük tamamlayıcısı, meşru zemini, teminatı olacak. Peki o zaman güncel sanat konusuz mu kalacak, diye sormaktan kendimi alamıyorum. Şaka bir yana, güncel sanatın Türkiye’nin yeni inşasıyla yüzünü nereye döneceği ayrı bir yazı konusu.
Salt politik zemin
Diyarbakırlı bir grup avangardla Sülüklühan’da kaçıncı çayımızı içiyoruz bilmiyoruz. Konu hayat ve sanat elbette. Aramızda dergi çıkaranlar var.
Türkçe’den Kürtçe’ye çeviri yapanlar, Kürtçe hikaye yazanlar, sağlık memuru olup amatör olarak köylerde fotoğraf çekenler, video art çeken arkadaşlara prodüktörlük edenler...
Konumuz Diyarbakır. İstanbul’dan gözümüze görünen Diyarbakır, Berlin’den gösterdiğimiz Diyarbakır. Diyarbakır’da gördüğümüz Diyarbakır. Barış sonrası Diyarbakır. Nevruz öncesi Diyarbakır. Nevruz sonrası Diyarbakır. Diyarbakırlı avangard sanatçıların hepsi bu kentin politik olduğu konusunda hemfikir. “Salt politik bir zemin,” diyor ayın yedisinde İstanbul Pilot galeride bir solo sergi açacak olan Cengiz Tekin...
Mardin Kızıltepeli sanatçı Nusret Korhan ise “Diyarbakır’da ne yaparsan yap politik ama Mardin’de şiirsel olur. Sadece yaşamak dahi” diyor ve ekliyor, “Nevruz sonrası ise kentimizde politik safari turları başlamıştır...” Nusret’e göre barış süreciyle birlikte kente daha çok insan geliyor.
Ama yaptıkları geziden öteye ister istemez geçiyor ve ‘politik safari turu’na dönüşüyor.
Klişe Kürt sanatı
Diyarbakırlı avangard sanatçılar elbette kendilerini kentin marjinalleri olarak tanımlamaktan kaçınmıyorlar. Barış sürecini destekliyor, ona inanıyor olsalar da barış sürecini sanatlarına meze etmek istemiyorlar. Belli Kürt değerleri var onlara hiç bulaşmıyorlar. Nedir o değerler diye soruyorum. Klişe Kürt sanatı yapmak için gerekli malzemeleri tereddüt etmeden sayıyorlar:
Mezopotamya demek, serginin, eserinin isminde Mezopotamya’yı geçirmek.
Şahmaran figürünü, hikayesini ele almak.
Dövmeler. Özellikle yöresel dövmeli kadınların foto journalist görüntüleri.
Telli sınırı konu etmek. Sınırda geçen hikayeler, görüntüler kullanmak.
Güneş, dağ gibi kavramları yüceltmek.
Folklora ağırlık vermek. Folklorik değerleri gün ışığına çıkarmak...
Sanat sokağında bir grup genç sanatseverle birlikteyiz. Biri aile hekimi ama şiire gönül vermiş. Bir diğeri avukat ama kendi deyişiyle film manyağı. Bir başkası kendi sözleriyle tiyatro için ölebilir. Yayınevlerinden yana şikayetleri yok. Güncel kitaplar rahatlıkla bulunuyor. Kürtçe oyun izlemekte de sorun yok. Filmler de aşağı yukarı geç de olsa geliyor. Orada da sıkıntı yok.
Sıkıntı Diyarbakır Sanat Merkezi’nin küçülüp taşınmasında. Böyle bir sanat merkezinin olmamasında. İstanbul Modern, Ankara’daki Cer Modern gibi büyük bir sanat merkezinin olmamasında. Diyarbakırlı sanatseverler, Diyarbakır’da silahların susmasıyla büyük sergiler izleyebilecekleri, film gösterimlerini takip edebilecekleri, yazarlarla söyleşilerin gerçekleşeceği bir mekan talep etmekte gecikmiyorlar.
Çok haklılar. Bölgenin siyasi ve ekonomik gücü, bölgeye yatırım planlarında acil olarak bu talebi göz önünde bulundurmalı. Belediye Başkanı Osman Baydemir, ne yapıp edip DSM’yi sıkıştığı yerden ferah bir yere taşımanın bir yolunu bulmalı. DSM, İstanbul’dan sergi getirmenin yanı sıra Diyarbakırlı sanatçıların üretimlerinin üssü olmanın yollarını aramalı.