Bir cover’dan, yani daha önce söylenmiş bir şarkıyı, bir başkasının söylemesinden ne beklenebilir? O şarkıya dair tüm izleri silmesi? Bildik şarkıyı tanımadık bir hale sokması? Şarkıyı söyleyenin kendisini tanımadık bir hale sokması mı? Hepsi. Ama mevzu Orhan “Baba”, olunca Ödipal düşünmemiz gerekiyor. O yüzden bu albümde iyi bir cover’a giden yol, Ödipal terimlerle söylersek “babayı öldürmekten”, yani onu aşmaktan, kendi kişiliğini ortaya korkusuzca sergilemekten geçiyor. Yani Orhan Gencebay’la bir ömür albümündeki iyi bir cover’ın sırrı o şarkıyı söyleyenin kendisi gibi olması, kendine mahsus okumasından başka hiçbir yerde yatmıyor. Favorilerimin ilki Athena‘nın Bir Araya Gelemeyiz’i. Gökhan Özoğuz’un vokali hem retro bir tat bırakıyor dinleyende -yani babadan alınan bir miras söz konusu- hem de Athena‘lıktan taviz vermiyor. Son derece kişilikli. İkincisi, Yıldız Tilbe’den Aşkımı Sakla. Yıldız Tilbe’nin en çok bir şarkı satırını, ikinci hatta üçüncü kere tekrar ederken başka bir şarkı gibi tekrar etmesinin hayranıyım. Yani bir şarkıdan yorumuyla üç dört şarkı çıkartabilmesinin. O da babasının kızı olmamakla fark atıyor bu albümde. Üçüncü favorim ise Tarkan‘dan Hatasız Kul Olmaz. Hiç şüphesiz Tarkan‘ın nağmeli yorumu, her coverının altına çok şahsi bir imza atmak için yetiyor da artıyor bile.
Starbucks’a benzeyen yüzümüz yabancı basında
Geçtiğimiz günlerde artinfo.com sitesinde İstanbul sanat sahnesi reklamının ardında ne var gibi son derece merak uyandıran bir başlıkla bir yazı yayımlandı.
İmza Abigail R. Esman’dı. Esman, İstanbul’da son dönem galerilerin açılış hızını Starbucks’ların çoğalışına benzeterek şöyle diyor:
“Son zamanlarda hız öylesine arttı ki Türk olmayan galeriler de sessizce ülkeye girmeye başladı: Önce Lehmann-Maupin ve Paul Kasmin, şimdi de Contemporary İstanbul’da iki yıl üst üste yok sattıktan sonra Chelsea’deki dükkânını kapatıp İstanbul’da eşdeğer bir semt olan Tophane’ye taşınan New Yorklu Regis Krampf.” Ne var ki Esman‘a göre bu galerilerin “son derece ulusçu bir pazarda başarılı olup olmayacakları hâlâ belirsiz ve Türk galericilerin çoğu kötümser.”
Contemporary İstanbul haftasında en çok tartışılan konunun bu olduğunu ifade eden Esman, bu yıl, Marlborough Chelsea Türk sanatının fantazmasının temeltaşı olan ve geçmişte Lehmann-Maupin ile de ortaklığa girmiş olan Istanbul ’74 ile ortaklığa girince, beklentiler ve merak doruğa vardığını da sözlerine ekleyerek yazısını bitiriyor: “Basında bol bol övülmelerine rağmen gerçek şu ki bu kentte Türk olmayan galerilerin işleri pek kolay değil. Bir atılım gerçekleşecekse, çabucak olmalı. Şu önümüzdeki günler Türkiye sanat sahnesinin geleceğini bunun getireceği tüm sonuçları da gösterebilir. Olayları izlemeye devam edin.”
Esman‘ın İstanbul’daki yabancı galerileri sayarken Fransız galeri Riff Projects’i atladığını ekleyelim. Fransız galerici, evvelki gün Frank Stella baskılar ve Bernard Vennet heykelleriyle kışı karşılıyordu. Fransız şarabı vermiyordu üstelik açılışta. Damien Hirst satan Londralı galeri Andipa’nın de her an İstanbul’da bir galeri açmak üzere olduğunu belirtelim. Yabancı galeriler geldi, hoş geldi. Peki ya yabancı koleksiyonerler? Onları kim getirecek? İşte ben de bunu merak ediyorum.
Nezaket Ekici’den açlık grevleri üzerine