Akbank Private Banking, Contemporay İstanbul için verdiği Dubai davetinden hemen önce Rixos Palm otelinde bir bilgilendirme toplantısı düzenledi. Yakında bilgilenecektim. Genel Müdür Saltık Galatalı’nın yaptığı bol rakamlı sunum sırasında emtia ile hisse senedi arasındaki farkı bilmediğimi fark ettim. Biri elma biri armuttu, ikisi de meyveydi benim için... Ama aralarında ne fark vardı? İkisi de yenirdi. Büyük bir cesaretle parmak kaldırdım ve ikisi arasındaki farkı sordum.
Büyük bir sessizlik yerini şen şakrak kahkahalara bıraktı.
Dün, Ali Güreli’nin Contemporary İstanbul fuarının Ortadoğu’daki etkinlikleriyle ilgili yaptığı basın toplantısında sanat bilmediğini düşündüğü için kendini kötü hissedenler, bugün ekonomi bilmeyen benim karşımda adeta zafer duygusuyla ağız dolusu gülüyorlardı.
Öyle söylenmesi imkansız, hatırlaması güç sanatçı isimlerini sıralamak nasıldı?
İki yılda yapılan sergiye bienal demek? Kıriatör denilen kişilerden bahsetmek? Sürekli para kazananlara çatmak, şikayet etmek? Finansın olmadığı bir dünyada sanat düşlemek?
Evet, ekonomi yazarlarının gülerken akıllarından geçen bu cümleleri okumak zor değildi.
Bu arada emtia, petroldü, gümüştü, altındı, buğdaydı hatta...
Hisse senedi ise adı üstünde senetti. Böylelikle Dubai’de ilk kez sanat söz konusu olduğunda bol rakamlı yazılar yazan ekonomi sayfalarındaki arkadaşlarla empati yapma fırsatı elde ettim.
Onlar, Avrupa’da ödüllere doymayan Akbank Private Banking müşterilerinin ayda 1,5 milyar dolarlık türev işlemi yapmasının ne anlama geldiğini biliyorlardı. Ben, Jackson Pollock’un action painting yaptığını... Portföy stoğu grafiği sayfasına boş boş bakmıyor ama tığ işi bir heykel gördüklerinde bunu anneannem bile yapar, diyorlar.
İşte o sırada aklıma cin bir fikir geldi. Bir günlüğüne ekonomi muhabirleri film gösterimine, sergi açılışına; sanat yazarları, özel sektör tahvil satışlarını takibe gitsin. (Tabii böyle bir takip mümkünse...) Bunu da “kavramsal bir iş” olarak gazetemizde yayımlayalım.
Eser Selen’in performansı
Uç uç uçurtma
Kötü bir restorasyonla, gondollarından taşlarına kadar yenilenmiş bir Venedik düşünün. Düz, eğrisiz, dalgasız, medcezirsiz. Su kenarlarına palmiyeleri sıralayın. İşte size Dubai sahili...
Girişinde yer alan at heykelleriyle Al Kasr otelinin sahilindeyiz. Dubaili yatırımcılar, Ortadoğulu koleksiyonerler, İngiliz sanatçı Charlie, Tansa Mermerci, Özlem Gürsel, Melkan Tabanlıoğlu, Eser Selen’in performansı sırasında beyaz elbisesine yansıttığı uçurtmayı gözleriyle takip etmeye çalışıyor. Selen bile esen kuvvetli çöl rüzgarından uçurtmaya sahip çıkmakta güçlük çekiyor. Dubai’de sanırım insanlar ikiye ayrılıyor: Uçmak isteyenlerle uçmayı bilmeyenler. İkisi de birbirine muhtaç birbirlerini kovalıyor. Uçmak isteyenler, uçmayı bilmeyenlere uçmayı öğretecek. Sonuçta herkes uçacak. Ah bir havalanabilirlerse...
Denize nazır Rus türküsü
Rixos otelin sahilinde beyaz kumların üzerinde Rus bir aile... Önce uzun uzun güneşlenecekler. Sonra yavaş yavaş kızarmış omuzlarıyla ailece denize girecekler. Baba kulaçlarını savuracak durup bir Rus türküsü tutturacak. İşte o anda... Deniz kabukları bile özenle yerleştirilmiş bir fotoğraf çekimi için hazırlanmış sahneye benzeyen her şey, o tok sesle ve ona karışacak hanımın sesiyle ve çocukların tiz back vokalleriyle gerçeğe dönüşecek. İnsan sesinin değiştirmeyeceği hiçbir şey yok. Ete kemiğe büründürmeyeceği. Dubai gibi yapay şehirler o yüzden, yapay insanlardan daha korkutucu değil! Tarihsiz mekanlara tarih bir Rus türküsüyle dolabiliyor, sizi Çehovyen bir atmosfere dahi sürükleyebiliyor...