Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları


Ünlü Marksist eleştirmen Terry Eagleton, DSİP’in düzenlediği, gençler tarafından yoğun ilgiyle karşılanan Marksizm günleri için İstanbul’daydı. Konuşmasını yaptıktan sonra soluğu tutkunu olduğu şehir Mardin’de aldı. Çok kitap yazmakla tanınan eleştirmenle Mardin dönüşü buluştuk

* Ayşegül Sönmez: Çok seyahat ettiğinizi söylediniz. Konuşmalarınız esnasında her gittiğiniz ülkede farklı bir Marksizmle karşılaşıyor musunuz? Şunu diyebilir misiniz “Her ülkenin kendine ait bir Marksizmi var”?
T.E. Bu bir noktaya kadar doğru sayılabilir ama çok uzağa taşıyamam. Küresel dünyada yazdıklarınızın nasıl yorumlanacağını siz kontrol edemezsiniz. Sözlerimiz farklı kültürel içeriklerde farklı anlamlara gelebilir. Şu an üniversitelerin içinde bulunduğu kriz mesela. Dünyanın her yerinde üniversite krizi yaşanıyor. Sadece ABD’de üniversite krizi yok çünkü zenginler, yüksek öğretimin yükünü karşılayabiliyorlar. Dolayısıyla sosyal bilimler krizde, düşünceler krizde.

‘Gelenek özgürleştirici unsurları da barındırır’

Marksist eleştirmen Terry Eagleton ile Ayşegül Sönmez konuştu.
Fotoğraf: Hüseyin Özdemir

Haberin Devamı

* A.S: Bizde üniversiteyle birlikte ilköğretimde kriz yaşanıyor. Dini okullar marif okullarına yeni bir kanunla entegre edildiği için... Dini, modernitenin yegane başarısı olarak gören ama kendini de materyalist olarak tanımlayan biri olarak çocuğunun dini bir okulda eğitim almasından endişe duyan seküler bir anneye ne söylersiniz?
T.E. Dinle neyi kastettiğimize bağlı bu. Eğer otoriter, ataerkil, mutlakiyetçi düşüncelerle yapılan bir din eğitiminden kast ediyorsanız. Ona hayır. Eğer dinle benim de geçtiğim “Yeni Ahit” öğretisini kastediyorsunuz başka. Eğer dinden varolan statükoyu koruyan, güçlendiren bir şey olarak söz ediyorsanız, benim düşünceme göre “Yeni Ahit”ten söz etmiyorsunuz. “Yeni Ahit” bütün statükoları eleştirir. Yeni Ahit siyasal adalet uğruna ölenlerle, çarmıha gerilenlerle doludur. Türkiye’deki yeni uygulama hakkında birşey bilmiyorum. Yanlış bir şey söylemek istemem.

* A.S: Geçtiğimiz günlerde eleştirmen Kim Levin, postmodernizmin öldüğünü ilan etti. Onun yerine metamodernizm kavramını önerdi. Postmodernizmin sonunun geldiğini düşünüyor musunuz?
T.E.: Postmodernizmin sonunun geldiğinden söz etmek şu an için pek olgunlaşmamış bir şey. Aslında belki de değil. İkiz Kulelerin yıkılışıyla postmodernizmin sonunun geldiği gibi bir durum ortaya çıktı. Postmodernite büyük anlatıların sonuydu. Büyük anlatıların sonu tarihin de sonu demekti. İkiz kulelerden sonra büyük anlatıya dönüş söz konusu olabilir. Öte yandan rahatlıkla Batı’da ideolojik olarak postmodernizmin yeterli olmadığı söylenebilir. Metafizik bir düşmanla karşılaşıldığında postmodernizmin yeterince pragmatik, çoğulcu, parçalı olmadığı, ruhsal bir derinliğe sahip olmadığı görülür.
Bu yüzden radikal islamın yükselişi, Batı’nın bu olguyla karşılaşması ve ideolojik durumun değişmesi Batı’da postmodernizmin ideolojik olarak yeterli olmadığını gösterdi. Marks bazı büyük sorunlar ve çatışmaları çözemediğimiz sürece modernitenin ötesinden söz edemeyeceğimizi söyler. Ancak temel sorun ve çatışmaları çözdükten sonra ne olacağına ilişkin şeyleri görebiliriz. Marks isim vermek konusunda da çok tedbirli davranmıştır, isim vermemiştir ya da bir yargıya varmamıştır. Bence biz de aynı şekilde yapmalıyız. Nerede olduğumuzu biliyoruz, neyle karşılaşacağımızı pek de öngöremiyoruz.

* A.S: Bugün bir sanat eserinden ne beklemeliyiz? Örneğin politik olmasını ya da eleştirellik?
T.E.: Romantizmden itibaren sanat eseri ondan ne beklenir, ne işe yarar sorularını reddetmiştir. Sanat eserinin bu sorulara devrimci yanıtı ‘bir işlevi olmamasıdır’. İşlevi olmayan bir şey toplumlarda fuzuli olarak adlandırılır. Sanat eseri sonunda mutlu edecek belirli bir işleve sahip olmayı reddederek kapitalizmin eleştirisi olarak en iyi işlevi görür. Tersi durum modern öncesi zamanlarda geçerliydi. Sanatın çok yerleşik bir işlevi vardı ve çok da sınırlıydı. Sanat ancak kendini geleneksel işlevlerden özgürleştirdiğinde eleştirel bir anlam kazanır. Özgür bir eleştiri olarak kendi varlığını ortaya koyabilir.
Postmodernizm unutkan

* A.S: Türkiye gibi kapitalist olarak kendini yeni yeni gerçekleştiren ülkelerin sanatını analiz ederken doğru adres neresidir?
T.E.: Türkiye’yle ilgili çok şey bildiğim söylenemez. Ancak içinde bulunduğumuz çağ için tuhaf olan bir şey, bazı kültürlerin modernite ile karşılaşmadan postmodernizmi yaşamaya başlamaları.
Buna bir paradoks, ironi diyebiliriz. Bu toplumlarda, ileri diyebileceğimiz toplumlardan ithal edilmiş bir postmodern kültürü görebiliriz. Bu durum Türkiye için de geçerli. Aslında böylece benzersiz bir varsayım yaratılmış oluyor. Gerçek anlamda modernizasyon, sanayileşme sürecini yaşamamış bir çok ülkenin varlığı. Bu kutsanmış bir durum. Bir yandan kapitalist sanayileşmenin sonucu olarak ortaya çıkan kan ve ter yok. Bu bir kazanım. Diğer yandan kayıp, çünkü kültürel ve maddi olarak diğer toplumlara bağımlılığı getirir.

* A.S: Çağdaş nedir size göre?
T.E.: Postmodernizm unutkan bir kültürdür. On dakika sonra her şey unutulur. Sadece geleneği götürmez aynı zamanda onun en yaratıcı, bereketli kaynağını da siler, yani unutur. Böylelikle toplum kendi modernitesi içinde mahsur kalır. Sadece geçmişin baskıcı görüş açılarını değil, bereketli taraflarını da keser ve artık kendini tıkamıştır.
Modernitede kendi çağdaşlığı tarafından yalnızlaştırılmıştır. Marksizmin en ilginç tarafı kendini geleneksel olarak tanımlamasıdır. Bu geleneğin baskıcı olduğu anlamına gelmez. Gelenek özgürleştirici unsurları da barındırır. Modern olsun, çağdaş olsun benim hissiyatım, sanat çağdaşın ne olduğunu çok fazla dar anlamda kullanıyor.
Şuna gerek yok: Modern ya da çağdaş olumlayıcı tanımlamalarmış gibi. “Ooo çok modern!”, “Ooo çok çağdaş!” derken belki olumlu bir şeyi kastediyorum belki de değil. Ben burada şu eğilimden korkuyorum. İleri kapitalizm için hafızalardan geçmişi silmek çok önemlidir. Bunu yaparken çok zekice davranır. Çıkarları doğrultusunda geçmişi silerken ona karşı durabilecek unsurları da siler. Geçmişin bizim varoluşumuzla birlikte varolduğunu bildiğimiz sürece korkacak bir şey yok aslında. Sadece şunu hatırlatmalı bize; başka kültürler, başka gelenekler vardır.