Otuz hatta kırk yıldır yaşanan çatışmalı ortam Kürt dilini nasıl etkiledi? Kürt dili gelişemedi mi?
Normal akışında ilerleyebildi mi? Konumuz Kürtçenin bugünü. Mekanımız belli Sülüklühan. Çay yerine bugün kahve içiyoruz. Çok zengin olan Kürt dili sokaktan ayrı düşüp cezaevine girince ister istemez gündelik dilden kopuyor. Hayattan koptuğu gibi kurama açılıyor. Abdullah Öcalan’ın özellikle görüşlerini etkilediğini açıkladığı Adorno, Horkheimer gibi Frankfurt Okulu felsefecilerinin metinleri Kürtçeye girmeye başlıyor.
Bu eleştirel metin okumaları sonucunda yeni Kürtçe kelimelerin üretimi başlıyor.
On altı yaşında hapse giren altı yıl hapis yatan genç BDP’li Hüseyin, ‘içeri’de okudukları metinleri satır satır yazıp top haline getirdikleri kağıdın içine koyup havalandırma ızgaralarından birbirlerine yollayarak nasıl “aydınlandıkları”nı anlatıyor.
Böyle bir zeminde güncellenen Kürtçenin ister istemez halka ulaşmada günümüz itibariyle sıkıntıları var. Şimdilerde çıkan günlük gazeteleri, dergileri Erdal Ürün’ün annesinin okuyamaması boşuna değil. Erdal Ürün’ün de basit bir gazete haberine Adorno’nun Minima Moralia’sından bir paragrafmış gibi dikkatle eğilip çözümlemeye çalışması...
Ürün, sağlık memuru. Aynı zamanda fotoğraf çekiyor. Mesleğiyle ilgili STK’larda aktif. Siyasetin ‘öylesi’ne inanıyor:
“Bugün entelijansiya ve halk arasında Kürtçe dili açısından bir uçurum var. Halk, gazetelerdeki, dergilerdeki yazılı Kürtçeyi anlamakta güçlük çekiyor.”
Nereden buldun bunları?
Yeni üretilen kelimelere en iyi örnek sanırım Pêvajo. Üç gündelik Kürtçe gazetenin en azından ikisinin manşetinde ya da sürmanşetinde bu kelimeyi görmek mümkün. Süreç anlamına geliyor.
Miliyet’in “Geleceğe Yatırım Türkiye’ye Yatırım” toplantısında tanıştığım 66 yaşındaki anadili Kürtçe Osman Sümer’e hemen soruyorum:
- Pêvajo ne demek?
- Ne demek? Ömrümde duymadım.
- Süreç demek. Peki Derhênerê Dîtbarî* ne demek?
- Onu da bilemedim. Nereden buldun kızım bunları gazetelerden mi?
Osman Sümer, binlerce yıllık bir geçmişi olan Kürtçenin bugünkü kondisyonuyla ilgili kaygılı. Ama çözümün yolu da onda:
“Tek bir çaresi var. Bu kopukluk ancak şarkılarla giderilir. Anadilimizin kültürü şarkılardır. Şarkı lehçesi fark etmiyor çünkü... Hepsi aynı lehçede söyleniyor. Annemin Kürtçesi sadeydi. Ondan sonra yasak geldi. Dil gelişemedi. Şimdi şarkıların diliyle ortak bir dili geliştirmenin zamanı.” Osman Amca’ya (ona öyle dememi istedi) göre ‘Vanlısı, Muşlusu, Iraklısı, Diyarbakırlısının anlayacağı tek Kürtçe şarkılardaki Kürtçe.
Aynı toplantıdaki genç işadamı bölgenin hububatından sorumlu 34 yaşındaki Ahmet Kurtarıcı da Kürtçe gazete çıktığına çok sevindiğini ama okuyamadığı için mutsuz olduğunu belirtiyor. Sırf bu yüzden küçük kızını Kürtçe bir koleje yollamak istediğini söylüyor. “Var mı ki?” diye soruyorum.
“Böyle giderse açılır kesin! Dört dörtlük bir Kürtçesi olsun kızımın. Çıkan gazeteleri de anlasın. En güzel yazıyı o yazsın” diyor.
Masa başı Kürtçesi
Tarantinovari Kürtçe hikayeleriyle meşhur edebiyatçı Mahsum Çiçek ise hikayelerindeki dili, gündelik dilden seçmeye özellikle çalıştığını anlatıyor:
“Gündelik dille yazmaya özen gösteriyorum. Yeni üretilen kelimelere kimi zaman kızıyorum. Gündelik dili incelediğimizde heceleri azaltmaya yönelik bir eğilim varken gazeteler heceleri çoğalttıkça çoğaltıyorlar. Bir edebiyatçı olarak buna karşıyım. Tepeden inme, masa başı bir Kürtçe değil, binlerce yıllık Kürtçeyi kullanmalıyız konuşurken de yazarken de...”
Bu arada Mahsum Çiçek, güncel sanat yazılarıyla da tanınan bir isim. Sanata Kürtçe “huner” diyor. Güncel sanata ise kendi bulmuş: “hunere rojane”. Ben ise “rojnûsk huner” olmaz mı?” diyorum. Başlıyor diğer edebiyatçı arkadaşlarıyla büyük bir tartışmaya...
Bir diğer tartışma konusu da Kürtçenin gerek, hassasiyet gibi Türkçe kelimelere açık olup olmaması gerektiği. Bu tartışma, Kürtçenin Latin mi Arap alfabesinde mi yazılmalı tartışmasını açık ara geride bırakıyor. Masamızda bunun taraftarları ve karşıtları var. Türkçeden etkiye hayır diyenler, saf bir Kürtçe hayalleriyle, saf Türkçe hayali olan Nurullah Ataç ekolünü hatırlatıyor.
Aslında pek çok açıdan Türk modernizminin değişik saflarını hatırlatıyor Kürt moderniz mi.
Diyarbakır’da Kürt modernizmine tanık olmak, onun farklı cephelerdeki bohem aktörleriyle vakit geçirmek, nefes kesiyor gerçekten...
(*) Görüntü Yönetmeni.