Coca Cola’nın kentin dört bir yanındaki büfelerin tepesini kaplayan reklam çatısı çok şeyi birden düşündürüyor. Öncelikle reklamverenlerin gözlerimizden vazgeçtiklerini...
Artık onlara gözlerimiz yetmiyor. Bakmamızla yetinmiyor olacaklar, büfelere buzlar içinde yatan bir Coca-Cola çatısı üretmişler. Yaya olarak göremeyeceğimiz bir konumda ancak yüksek bir yerden, kuş uçuşu baktığımızda görebileceğimiz bu çatılar, Rönesans’tan beri gözü esas alan insana ait bakışın yerini başka bakışların aldığının birer ispatı. Ancak google earth’teki gibi tepeden İstanbul’a bakarsanız bu çatıları görebilirsiniz.
Bu tepeden bakış aynı zamanda denetimin de bakışı değil mi? Yani gözetlemenin... Birileri bizi uzun zamandır gözetliyor. Güvenlik şirketlerine ait kameralar, kentin kendi kameraları vs... Ve bu da insanlığı tüketime sevk etmek isteyenlerin gözünden elbette kaçmıyor. Artık gözetleyenlerin de düşünüldüğü bir reklam görsel estetiği mevcut.
Mahremiyetin dönüşümü
Windows 8’in tanıtıldığı reklam filmi de bir sürü şey birden düşündürüyor.
Filmde genç erkek, sevgilisine evlenme teklif ediyor. Ona güzel bir yemek yapıyor. Tam evlenmeyi teklif ediyor. Kapı çalıyor. Bütün aile kapıda bu henüz gerçekleşmiş evlilik haberini kutluyor. Nereden haber aldılar? Genç adamın büyük bir titizlikle ve gizlilikle hazırladığı sürpriz teklifi ne zaman öğrendiler de kapıda bittiler? İşte reklam, her geçen gün ekranların çoğaldığı hayatlarımızda özel hayat diye bir şey kalmadığını anlatıyor.
Hayatımızdaki ekranları sayarsak, telefonumuz, TV’miz, i-padimiz, laptopumuz, vapurdaki televizyon, ekmek fırınındaki fırında üretilen ekmeklerin nasıl yapıldığını gösteren ekran, baklavacıdaki baklavanın nasıl özenle hazırlandığını anlatan ekran vs...
Hayatımızdaki ekranlar çoğaldıkça neyin özel neyin kamuya ait olduğu müphem bir konu haline geliyor. Mahremiyet dediğimiz her neyse dönüşüyor. Ama bu özel hayat ve kamusal hayat gerilimini yok edemez. Özel hayatın bir yerlere kaçacağını ilan eder ancak... Mühim olan, 2013 yılında örneğin, bütün bu ekranlara rağmen bu hayatın nereye kaçacağını bulmak... Belki yine onu ekranlar içinde aramak.
Ne dersiniz?
ABBA müzesi
Çocukluğumuzun grubu İsveçli pop grubu Abba’nın yakında bir müzesi açılacak. Abba, en iyi İsveç markasıymış. Abba deyince akla hemen İsveç ya da tam tersi İsveç deyince akla hemen Abba’nın gelmesi Abba müzesi için geç bile kalındığını düşündürüyor pek çok İsveçliye... Müze için kollar sıvanmış. Şimdiden bir diskoyu andıracağı söyleniyor.
Önümüzdeki yüzyıl, tam da böyle konularını sanat dışından alan müzelere daha çok rastlayacağımız bir yüzyıl olarak tarihe geçecek. Sanat müzelerinin işi o yüzden daha da zorlaşacak. İzleyiciyi çekmek için onlar da “disko” olmayı dileyecekler.
Tasarımla sanatın iç içe geçtiği, reklam dilinin sanat dilinden fazlasıyla kavram ve görme biçimi ödünç aldığı çağımızda her şeyin müzesi olacak. Ünlü bir aşçının mutfağının, genç pop vokalinin odasının, rekor kıran atletin Afrika’da doğup büyüdüğü köyün, bir zamanlar başbakanlık yapmış siyasetçinin ayakkabılarının, Hollywood yıldızının yıllar içinde verip aldığı toplam 490 kilonun, çocukların sabahları yemeye doyamadığı krem şokolanın, mısır gevreğinin, hamburgerin ve daha nelerin...