Kaçmak, bir sorun çözme yöntemi olmamasına rağmen sıkça kullanan bir savunma biçimidir. Çoğu kişi kaçarak sorunlarından kurtulduğuna inanır. Daha küçüklükten itibaren bu huyumuz gelişmeye başlar. Şöyle hayal edin. Çocuk okuldan eve gelmiş, canı çok sıkkın! Annesi merak içinde, bir an önce ne olduğunu anlamak istiyor. Çocuk başlıyor anlatmaya. Bir arkadaşıyla aralarında bir sorun olmuş, çocuğunda canı sıkılmış. Annesi hemen akıl veriyor: “Oğlum/kızım sen de bir daha o çocukla oynama, konuşma, ondan uzak dur! Madem seni üzüyor, ona yaklaşma!”
Annesi aslında sorunu tam anlamış bile değil! Ancak ilk önerdiği sorun çözme yöntemi “kaç” oluyor. Böylece çocuk, canını sıkan bir durum olduğunda kaçması gerektiğini öğrenmeye başlıyor. Yaş büyüse de bu durum değişmiyor. Bir arkadaşıyla dertleşen bir yetişkin, arkadaşından “kafana takma, düşünme geçer” gibi telkinler dinlediğinde yine “kaç” taktiğini duymuş oluyor. Bir sorunu yok sayınca yok olacağına dair bir inanç insanı yanıltmaktan başka bir işe yaramaz. Sorunu kabul etmediğimiz sürece sorun büyümeye devam eder. Canımızı sıkan kişilerden ve durumlardan imkan varsa uzaklaşmak kötü bir fikir değil! Ancak uzaklaşmak ve kaçmak arasındaki farkı
Kendi başınıza bakkala doğru yürüdüğünüzü düşünün. Ve şimdi aynı sahneyi bir daha düşünün. Ancak bu sefer bakkala giderken arkanızdan ben ittiriyorum. Böyle bir durumda nasıl hissedersiniz? Acaba sinir olup, durup, bana “Ne yapıyorsun?” diye sorar mısınız? Veya beni geri ittirmek mi istersiniz? Eğer sizi bakkala doğru ittiriyorsam, yani yön doğruysa buradaki sorun ne?
Sorun şu ki, biri bizi doğru bile yönlendiriyor olsa, yine de çoğunlukla işlerimizi kendimiz yapmak ve kararlarımızı kendimiz almak isteriz.
Biri bize bir şeyi “Yap” dediğinde bunun yapılması gereken doğru şey olduğunu düşündüğümüz durumlarda bile direnç gösteririz.
İnsanın doğasında olan bir şey bu! Fazla kontrol etmek istediğinizde karşı atağa geçiyor ve ya yapacağı işten vazgeçiyor ya da tamamen tersini yapıyor.
Zaten yapmayı planlamış olduğunuz bir şeyi yapmak üzereyken, başkası gelip size o işi yapmanızı söylediğinde içinizden sinir olabilirsiniz. Şu sözü mutlaka kullanmışsınızdır: “Yapacağım varsa, sen böyle dediğin için yapmayacağım.” Veya “Sana inat, yapmıyorum işte” diyerek yapmaktan vazgeçtiğiniz bir davranışınız mutlaka olmuştur. Biri işimize karıştığında, “Yapmalısın” komutu verdiğinde, bazen
Çevremizi de, ruhumuzu da temiz bırakmaya biraz özen göstersek! Çevremizde olanlar ile ruh sağlığımız birbiriyle ilişki içindedir. Bugün, özellikle çevreyi kirleten ve birlikte yaşama kurallarına uymayan insanların ruh sağlığımız üzerindeki etkisinden söz etmek istiyorum.
Dünyamız hızla kirleniyor ve doğayı insanoğlu çok hoyrat kullanıyor. Bu konuyla ilgili kiminin farkındalığı yüksek, kimi farkında ama duyarsız, bazıları farkında bile değil, kiminin ise hiç umurunda değil!
İşte bu farkında ve umurunda olanlar ile ‘bana ne’ciler arasında psikolojik bir gerilim var. Doğayı herkes için temiz tutmaya çalışıp çabalayanlar, temiz tutmaya bir katkısı olmadığı gibi bir de doğaya zarar verenleri gördükçe üzülüyor, morali bozuluyor ve stres oluyor.
Her birey çevresini temiz tutmak için kendinden sorumludur. Bunu daha çok küçük yaşlarda ‘hayat bilgisi’ dersinde öğrendik. Çevremizi temiz tutalım diye bir ünite vardı. İlkokul yıllarında sınıf öğretmenlerimiz bize okuttu. Günümüzde de belki ismi değişerek aynı konu sınıflarda hep işleniyor.
Çöplerimizi yere atmamak, atanları uyarmak, bireysel eşyamızı temiz tutmak, bulunduğumuz çevrenin temizliğine katkıda bulunmak gibi konular bize anlatıldı.
A
Yapamam düşüncesiyle başa çıkmak kolay bir iş değildir. Hele de bu düşünce çocukluk çağlarında gelip yerleştiyse, onu kazımak zaman alır.
Bu tarz düşünceden arınmanın yolu, öncelikle bu düşünceye sahip olduğunuzun farkına varmaktır. Yapamayacağımıza inandığımız için yapmadığımız, yapmayı denemekten bile korktuğumuz birçok şey vardır.
“Ben bunu neden hiç yapmadım?” diye düşündüğümüz bazı şeylerin arkasında ‘yapamam’ inancı yatar.
Bu inancı nasıl ediniriz? Mesela, çocukken çok yapmak istediğiniz bir sporu iyi yapmadığınız için birisi size “Yapamıyorsun” demiş veya demeden de “Yapamıyorsun” mesajı vermiş olabilir.
Yapamıyorum mesajı, düşünceye nasıl yerleşir? Bu mesajı, sizinle çalışan bir öğretmenin yüzündeki bıkkın ifadeden edinmiş olabilirsiniz. Arkadaşlarınız, size gülmüş olabilir. Anneniz, yapıcı olmaya çalışırken fazladan eleştirmiştir. Abiniz/ablanız sizinle alay etmiştir...
Aklımda kalan bir örneği anlatayım. Bunu, orta yaşlarda bir arkadaşım, geçen gün dost sohbetinde anlattı. Enteresan olan, bu olayı hatırladığının farkında değildi. Çocukların bir spor takımına girebilmek için geçtikleri elemeler ve bu elemelerin onlara olan etkisi üzerine konuşuyorduk. Konuşurken birden
Elindeki beş topu birden aynı anda havaya atıp hiçbirini düşürmeden yakalayan jonglörlerin yaptığı iş aslında nedir? Durumu idare etmek! Hayat bir idare etme oyunudur. Kendinizi, insanları, olayları, işleri, olanları, olacakları ve birçok şeyi idare etmekle geçer zamanınız. İdare edemediğinizde sorun yaşarsınız. İyi idare ediyorsanız daha az üzülürsünüz. Her şeyi idare etmeye çalışıyorsanız yorgun düşersiniz. İdare etmek de bir yere kadardır. Neyi ve ne kadar idare ettiğiniz önemlidir.
Hep birilerini idare etmeye çalıştığınızı ve bundan dolayı yorgun düştüğünüzü düşünüyorsanız, bir şeyleri yanlış yapıyor olmalısınız. Hep birilerinin sizi idare etmesini bekliyor ve idare edilmediğiniz için kızgın hissediyorsanız yine sorun var demektir. İdare etmek ve alttan almak birbirine karışmamalıdır. İdare etmek, kendini feda et ve karşındakinin her türlü davranışını idare et demek değildir. Sevdiğimiz birini onunla geçinecek kadar idare etmek yeterlidir. Özellikle sevdiklerinizin idare ettiğiniz, görmezden geldiğiniz, kabul ettiğiniz yanları vardır. İdare edebilmenin en temel koşulu kabul etmektir. Bir kişiyi veya bir olayı kabul ettiğinizde durumu idare etmeyi de başarırsınız. Sadece
Geçen hafta sıcağı sıcağına davranmanın yararlarını ve zararlarını tartışmıştım.
Zamanlamanın öneminden bahsetmiştim.
Bu hafta da biraz hazırcevap olmaktan bahsedelim.
***
Hazırcevap olmak ve olay anında sıcağı sıcağına davranmak aynı şey değildir, karışmasın!
Hazırcevap kişiler yeri geldiğinde hemen ve yerinde cevaplar bulanlardır.
Ancak sıcağı sıcağına davranan kişi her zaman yerinde cevaplar vermediği gibi çoğu zamanda aslında söylemek istemediği şeyleri de söyleyendir.
Öfkeliyken ağzından çıkan bir sözü ertesi gün o çok yoğun öfkesi geçtiğinde, söylememiş olmayı tercih eder.
Bir Japon atasözü, “Ne söylemen gerekiyorsa yarın sabah söyle” der. Bizim atasözlerimiz arasında da yaklaşık aynı manaya gelen “Öfkeyle kalkan zararla oturur” var.
Halk dilinde de “Bırak olaylar soğusun, sonra konuşursunuz” denir. Bütün bu deyişlerin anlatmak istediği; olay sıcakken, duygularımız tavan yapmış ve mantığımız devre dışı kalmışken hemen davranma telaşına girmememiz gerektiğidir.
Oysa çoğu zaman bizi kızdıran birine hemen cevap vermek isteriz. Öfkelendiğimiz zaman hemen tartışıp rahatlama ve olayları anında çözmeye çalışma gibi bir alışkanlığımız var.
Sıcağı sıcağına, olayın üzerinden hiç vakit geçirmeden davranmak, bazı durumlarda işe yarar; ancak bazen işleri daha da karmaşıklaştırır. Bana kalırsa ustalık, hangi durumda sıcağı sıcağına davranacağını bilmektir.
Örnek verelim... Çok sevdiğiniz iki dostunuz birbirine darılmıştır ve konuşmamaktadır. Siz de bu durumdan haberdar olursunuz. Olay da incir çekirdeğini doldurmayacak bir şeyden çıkmıştır. Bu durumda küslüğün uzamaması, aralarının soğumaması için, sıcağı sıcağına devreye girmekte fayda olduğunu düşünebilirsiniz. Tabii, burada olay ciddi bir meseleyse ve bu meseleyi halletmeleri için zamana ihtiyaçları olduğunu
Hırs, benim pek hoşlaşmadığım duygulardan biridir! Kendimde de bu duyguyu barındırmayı sevmem ve aşırı hırslı insanlarla yakın ilişkide olmaktan da hoşlanmam. Hırslı insanlar beni yorar.
Başarmak için bir miktar hırsın gerekli olduğunu kabul etmeliyim.
Ancak her duygunun aşırısı olduğu gibi hırsın da fazlası zarar verici!
Bazı duygular yoğun yaşandığında sadece kişinin kendisine zarar verir.
Örneğin kaygı duygusu aşırı olduğunda, kişi sürekli kendini kaygılı hisseder ve onun için zorlayıcı bir durumdur.
Ancak öfke ve hırs gibi duygular aşırı olunca insan hem kendine hem de yakınındakilere zarar verebilir.
Çok hırslı bir anne çocuğuna psikolojik olarak zarar verebilir.