Büyük yenilgiler, hezimetler, düşüşler ve çöküşler yaşadık.
Onurlu, coşkulu günlerimiz de oldu, utanç dolu anılarımız da. Hepsi futbolun asla futbol olmadığını gösteren örneklerle iç-içeydi.
Ama hiç biri “3 Temmuz süreci” kadar travmatik olmadı.
O travmatik olayda maalesef kendi kendini yönetemeyen futbol, mahkeme kapılarına düştü. Ağır Ceza’da avukatların, başkanların kapışmalarına tanık olduk. Tapelerden, polisten ve savcılıktan sızdırılmış ifade tutanakları ve iddianame taslaklarından başımız döndü.
Nihayet anlaşıldı ki travmanın arkasında hayatın her alanına sızmış, eğitimden hukuka kadar her yeri kontrol altına almış bir örgütün yarattığı tahribatla baş başaydık. Bugün hâlâ o örgütle hesaplaşıyoruz.
O örgütün adı belli: Fetö!
En başta Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu, Tamer Yelkovan’ı kıskacına aldı o örgüt... Sonra Serdar Adalı’dan Tayfur Havutçu’ya, oradan İbrahim Akın’a, Ümit Karan’a uzayan bir tutuklular listesi oluştu.
İnsanlar birbirinin yüzüne bakamaz hale geldi.
Bu işin kumpas olduğunu ilk söyleyen Hukuk Profesörü Duygun Yarsuvat oldu. Yarsuvat daha sonra Galatasaray Başkanı kimliğiyle de bana Fetö örgütünün Fenerbahçe’den 50 milyon dolar istediğini, verilmeyince Fenerbahçe’ye kumpasın hazırlandığını söyledi. Asliye cezada görülmesi gereken dava çete kılıfıyla ağır cezaya taşınmıştı.
Uzatmayayım... O travmatik davalardan Aziz Yıldırım ömrünün çok değerli 1 yılını boşuna bedel ödeyerek çıktı. Sağlığını, kariyerini kaybedenler de vardı.
Bedel ödemeleri devam etti. UEFA Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’ne katılmamasını “garanti”ledi.
Hukuk dışı yollarla toplanan belgelerin ve ses kayıtlarının delil kabul edilemeyeceği hükme bağlanarak travmatik süreçte yoğun bakım aşaması geçildi. Şimdi Yargıtay aşamasında son kararları bekliyoruz.
Şimdi her şey bir yana... Bu dosyayı kapatmalı, travmanın artçı etkilerinden kaçınmalıyız.
Yeniden hukuka, etik ilkelerine ve kurallara uyarak barışa ulaşmamız, sporun iç dinamiğine, özerkliğine ve denetimine saygı duymamız kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortada duruyor.
Karanlık koridorlardan, gizli köşelerden, kuytulardan ve kulislerden ayrılıp sahaya dönmemiz futbola hak ettiği asaleti iade etmemiz gerekiyor.
Unutmayın, milyonlarca euro, daha temiz, daha kaliteli, daha güzel oyun için harcanıyor.
Sinan Güler de gitti
Galatasaray bir yandan çilek yüklü (!) uçaklarla transfer gösterisi yapıyor, bir yandan da ufak ufak eriyor.
Yönetim futbol takımını büyütürken, basketbolda bütçe kısıtlaması yoluyla küçülmeyi tercih ediyor. Ergin Ataman’la saygısız ve vedasız ayrılmalarından sonra, takımın sembol oyuncusu Sinan Güler’i de kaybettiler.
Sinan Güler, kariyerindeki son yıllarını Euroleague şampiyonu Fenerbahçe’de tamamlayacak. Bir sporcunun doğru ve profesyonelce karar vermesi, kimseyi üzmemeli, kızdırmamalı, öfkelendirmemeli.
Hele Galatasaray’a veda ettiği o güzel mesajlardan sonra bize kalan sadece alkışlamaktır. Yolun açık olsun Sinan Güler.
Atilla yalnız değil!
Adaşım Atilla Türker, yıllarca birlikte çalıştığımız, başarıyı paylaştığımız bir meslektaşım. Çok çok iyi bir muhabirdi. Araştırmacı gazeteciliğe evrildi. İşini büyük sorumluluk duygusuyla, cesaretle yapıyor.
Atilla geçen hafta, 2013-2016 yılları arasında Antalyaspor’daki menajerlik vurgununu isim isim, firma firma, rakam rakam yazarak yayınladı. Futbolcuya ödenen para 1 ise, menajerlik firmalarına ve aracılara 2 veriliyordu. Bu rezalet ötesi olay nasıl mı yankılandı? Atilla akşam - sabah ölüm tehditleri almaya başladı. Arada küfür, hakaret, bol bol aşağılama da var.
Unutuyorlar... Atilla’nın yüreği hepsinin toplamından daha büyük. Üstelik tertemiz. Bu arada... Atilla Türker yalnız değil. Arkasında koskoca TSYD var. Hepimiz yanındayız. Asla yalnız bırakmayız.
Taşlama
Tercihler kuralları geçerse eğer,
Ne sarıya, ne kırmızıya değer...
Söyleyin ne yapsın video asistan referi
Hepsi de FİFA’nın neferi!