Kulüpler, ilk etapta gelirlerinin yüzde 30 azaldığını öne sürerek futbolculardan indirim bekliyorlar. Bir anlamda bunu makul ve kabul edilebilir görenler olabilir. Ortada hukukun da anlayış gösterdiği bir durum var: Biliyorsunuz mahkemeler 30 Nisan’a kadar ertelendi. Hiç hesapta olmayan “mücbir sebepler” (zorunlu nedenler) yüzünden sorumluluklar, ödemeler, borçlar ve vergiler ötelendi. Futbol da hayatın her alanında esen bu sert rüzgardan etkilenmeye başladı.
En büyük sıkıntı yine “yayıncı kuruluş”un mektubuyla ortaya çıktı.
beIN Sports, geçen hafta pazartesi günü TFF’ye bir yazı göndererek liglerin durduğunu, dekoder satamadıklarını, reklam gelirlerinin azaldığını azımsanmayacak miktarda abonelik ücretlerinin tahsil edilemediği gibi nedenlere dayalı olarak yaklaşık 200 milyon TL. tutarındaki taksit ödemesini yapmayacağını bildirdi.
Daha baştan “biliyorsunuz işte, hiç itiraz etmeyin” üslubunda bir bildirim. Kendi adıma hiç şaşırmadım. Bein Sports’un tartışmaya, uzlaşmaya pek de sıcak
Her kriz döneminde olduğu gibi, korona sürecinde de özellikle sportif fırsatların kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Bu fırsatlardan en büyüğü, popüler refleksler ya da tepkilerle rüzgara kapılmadan aklın öngördüğü kararları alabilmektir. Tıpkı savaş yıllarında olduğu gibi, yaşadığımız günlerde de liderlerin alacağı keskin ve sert “radikal” kararlar olabilir. Çözüm formüllerini beğenmeyebiliriz. Ama onlar kendi kariyerlerini ve karizmalarını riske atarak acı reçeteyi yazıp uygularlar. Savaşların çoğu böyle zafer öyküleriyle anlatılır.
Şu sıralarda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey akıl ve cesarettir.
Özellikle futbolda, kulüplerimizde. Öncelikle Fenerbahçe’de!.
Fenerbahçe, Ali Koç’un başkanlığındaki ilk iki yılı travma yaratacak büyük hayal kırıklıklarıyla yaşadı, yaşıyor.
Hayal kırıklığının temel nedeni “Para bizde. Bilgi de bizde. Biz çözeriz.” anlayışıdır. Danışmayan, dinlemeyen, bakmayan ve görmeyen anlayış.
O anlayışın
Futbolu, futbolun içinden gelenler yönetsin!
Son yıllarda parlatılarak hayata katılan önemli bir iddia... Bir çok yeterlilik aşamasını, standardı aşarak, atlayarak futbolda önemli pozisyonlara seçilen eski futbolcular var.
Hayır, onlara karşı değilim. Futbola verdikleri emekleri, adanmışlığı saygıyla karşılarım. Bulundukları yerlere ne kadar yakışıyorlar? Bu sorunun yanıtı da tartışılmalı. Ama asıl takıldığım nokta antrenörlük... Tolunay Hoca’dan aldığım bilgiye ve Teknik Adamların Eğitimi ve Sınıflandırılması Talimatı’na göre antrenörlüğe geçişin de “öğrenim” belgesi aranmadan “yumuşatıldığını”, “kolaylaştırıldığını” görüyorum. Oysa SYO ya da Spor Bilimleri Fakültesi’nde 4 yıllık eğitimle diploma alan antrenörler, mesleğe Pro Lisansla değil, Grassroots B lisansı ile katılabiliyorlar.
Bu durumda skor tabelası Alaylılar 3-Mektepliler 1 olarak belirleniyor.
Kısacası Kurslara katılıp UEFA Pro Lisansı alarak yetkili antrenör statüsü elde eden “hocalar” Türk futbolunun en ağır yükünü taşıyorlar.
Türk sporunun gelişmesinde hız ve ivme kazanarak öncülük eden spor dalı, voleybol oldu. 2004 yılında bağımsız spor federasyonları arasına katılarak özerkleştirilen Türkiye Voleybol Federasyonu, yıllar geçtikçe hem alt yapı, tesis, eğitim, organizasyon, kulüpler ve milli takımlarda yeniden yapılandı, hem de uluslararası başarılarıyla değer kazandı.
2004 yılında Spor Genel Müdürlüğü tarafından görevlendirilen 8 personeli ve kendi bünyesindeki 8 elemanıyla çalışmalarını yürüten TVF, bugün 100 kişiyi istihdam ediyor. Bu görevliler sadece maaş bordrosunda değil, voleybola hizmetin her alanında kendilerini gösteriyorlar. Ayrıca Fabrika Voleybol Okulları projesinde de 93 anterenör yaş gruplarında eğitici olarak çalışıyor. Türkiye Voleyol Federasyonu, 60 milyon liralık bütçesinin yüzde 50’sini devlet bütçesinden karşılıyor. 30 milyon liralık gelir de sponsorlardan sağlanıyor. Başkanı Akif Üstündağ, gerçekleştirilen başarıda kulüplerin başrol oynadığını söylüyor. Vestel Venüs Sultanlar
Koronavirüsün ölümcül tehdidi, önemsemediğimiz bazı değerleri hepimize yeniden hatırlattı.
En başta sağlığımızın ve hayatın ne kadar değerli olduğunu… Soluk almanın kıymetini, el-ele tutuşmanın, sarılmanın, sevdiklerimizle birlikte olmanın, yolculuk yapmanın, birlikte eğlenmenin, arkadaşlarla aydınlık sofralara oturmanın bize neler bahşettiğini unutmuştuk…
Paranın satın alamayacağı değerleri de… Sevgiyi mesela… Paylaşmayı da unutmuştuk. Futbol maçlarında oyunun güzelliğine ya da mücadelenin asaletine değil, savunmanın sefaletine, ofsayt kararının, kırmızı kartın rezaletine kaptırmıştık kendimizi.
Keyif almanın, alkışlamanın yerine öfkeyle aşağılamanın rüzgarına kapılmıştık.
Böylesine şoklar yaratan, insanları trafikten uzaklaştıran, en lüks otomobilleri parka, sahiplerini evlere hapseden, günlük hayatın sınırlarını sürekli daraltan virüs, sonunda spor dünyamızı da teslim aldı.
Unuttuğumuz gerçek; ancak sağlıklı, onurlu ve özgür insanların spor yapabileceği idi.
Sağlık yoksa hayat da yoktu. Yaşayamıyordun, yaşamıyordun. Onurun yoksa da yaşamıyordun,
Kimsesizlerin maçında Fatih Terim’in sürpriziyle başladı Galatasaray… Orta alanda oynaması beklenen Ömer kenara alınmış, kimilerince Hoca’nın “manevi evladı” olarak adlandırılan Belhanda sahaya sürülmüştü… Beşiktaş’ta da sağ kanatta Lens-Diaby ikilisi kulübede otururken Sergen Yalçın görevi Boyd’a vermişti. İki takımın da farklı başlangıç kadrosundan bir fayda göremediğine tanık olduk. Hele Belhanda… Lemina ve Seri oyunun her iki yönüne katılarak takımın harekat merkezini oluştururken Faslı oyuncu sahada bir yabancı gibi dolaşıyordu. Boyd da elinden geleni yapmaya çalıştı ama derbinin ağırlığı ona fazla geliyordu.Kimsesizlerin maçında Fatih Terim’in sürpriziyle başladı Galatasaray… Orta alanda oynaması beklenen Ömer kenara alınmış, kimilerince Hoca’nın “manevi evladı” olarak adlandırılan Belhanda sahaya sürülmüştü… Beşiktaş’ta da sağ kanatta Lens-Diaby ikilisi kulübede otururken Sergen Yalçın görevi Boyd’a vermişti. İki takımın da farklı
Nereden bakarsanız bakın “kimsesizlerin maçı” bu!
- Galatasaray’ın Telekom’daki coşkulu ve ezici baskısı ev sahibi takım adına büyük bir avantaj kaybı. Peki bu bir dezavantaj mı? Hayır. Galatasaray o açığı oyunu ve formuyla kapayabilir. Beşiktaş açısından bakarsak... Boş tribünlere oynamak avantajdır.
- Fatih Terim, Galatasaray’ı yönettiği her dönemde “ligin efendisi” kimliğini korumuştur. Sergen Yalçın, bu anlamda egemenliği henüz ele geçirememiştir. Elindeki tek silah, “ofansif” karakterle oyunu karşı alana yıkmaktır.
- Galatasaray’ın fenomen kalecisi Muslera ve dörtlü savunma hattı, Beşiktaş’a karşı hem bütünlük hem de devamlılık avantajıyla oynayacak. Sağda Mariano çok sağlam ve hızlı. Donk, Marcao, solda Sarrachi çok uyumlular. Orta alanda Lemina ve Seri oyuna akıl koyuyor, Ömer de harika bir sezon geçiriyor. Oradan çıkan toplar, Feghouli ve Onyekuru gibi iki delici kanat oyuncusuna sihirli pozisyonlar bahşediyor.
- Beşiktaş savunması, kaleci Karius dahil çok kolay açık veriyor.
Televizyon yayınlarında izleyebildiğimiz görüntülerden sonra kamu vicdanı rahatsız... Gaziantep FK-Trabzonpor (1-1) maçında Nwakaeme’nin, Fenerbahçe-Y. Denizlispor maçında Serdar Aziz’in golleri öncesinde takım arkadaşlarının rakibe faul yaptığı gerekçesiyle VAR müdahalesi sonucu iptal ediliyor. Uzman arkadaşlar, emekli FIFA hakemleri ve biz gazeteciler, iki golün de “haksız ve yanlış” uygulamalarla geçersiz sayıldığını, maçın sonucunu etkileyen hatalar yapıldığını görüyoruz.
Adaletin saptığı her alanda öfke kaçınılmazdır. Özellikle de yarıştan alıkonduğunuzu, engellendiğinizi algılıyorsanız. O nedenle Trabzonspor yöneticisi tarafından yapılan açıklama ağır iddialarla dile getirilse de, sürpriz sayılmamalıdır. Aynı biçimde Fenerbahçe Spor Kulübü’nün futbolda yaşadığı çalkantılı ve dramatik ortam, daha da gerilmiştir.
Hakemlerle ilgili iddiaları elbette araştırmak, sonuçlandırmak gerekir. Bu alanı yetkililere ve sorumlulara bırakarak sportif değerlendirmeler yapalım.
VAR sistemiyle Türk