Beşiktaş, Galatasaray’ı geçmek, Fenerbahçe’den de kaçmak istiyor, oyun iştahlarına saygı duymak gerek. Maça dinamizm getiren bir neden daha var: Kayserispor yıl boyu sonuncu sırada takılıp kaldı. Sonra bir sıçrama yapıp umut kazandılar. İşte o umut dün üç puanı almasına yetti. Yine de Beşiktaş’ın oynadığı oyundaki olumlu gelişmeyi göz ardı etmemek gerekir.
İki takım da yüksek tempolu bir oyunla kazanmaya oynadı. Hemen söyleyelim: Oyunun ilk yarısında rakibine oranla daha iyi oynayan, gole en sıcak kalan taraf Beşiktaş’tı. Topla oynama oranında da yüzde 65’lik büyüklüğe erişti siyah-beyazlılar. Ceza alanına 25 defa girerken Kayserispor kalecisi Lung’u bir türlü aşamadılar.
Geçen hafta da aynı izlenimi edinmiştim: Beşiktaş sezon biterken inanılmaz bir oyun anlayışıyla açıldı. Önde basmakla kalmıyorlar sadece… Geçiş oyununun en iyi örneklerini sunuyorlar. Rakip yarı alanında, ceza alanında, Beşiktaş çok çabuk ve isabetli paslarla fark yaratıyor. Ama asıl başarıları hücum bölgesinde
Kör dövüşü deyin, ya da cephe çatışması… Gürültünün tam ortasında hakem var. Hakem kararları, önce futbol oyun kurallarıyla, sonra futbolun felsefesiyle, derken vicdan muhasebesiyle… Adalet terazisi ile tartışılıyor.
Fenerbahçe-BTC Yeni Malatyaspor maçı…
“Sportif Kaptan Müdür” Emre ile Gökhan Töre birlikte bir hava topuna yükseliyorlar… İki futbolcunun sadece omuz teması (nizami şarj) var… Emre yere düşüyor. Hakem Ali Şansalan Gökhan’a ikinci sarı kartı çıkarıyor… Kırmızı! Malatyaspor 10 kişi kalıyor. Yüzde yüz yanlış bir karar. Ortada faul bile yok.
Vicdani reflekslerle yaklaşıyoruz olaya: “Emre bu ligin en tecrübeli futbolcusu.. Hepsinin abisi. Faul bile olmadığını hakeme söylemeliydi… Hem de kart çıkmadan önce söylemeliydi!”
Bu ikinci sarıdan kırmızılar VAR protokolunun kapsamına alınmalı. Gökhan Töre, ceza alacak. Malatyaspor zaten 10 kişiyken son dakika golüyle yenildi, şimdi iki hafta ceza alırsa takımı küme düşebilir.
Galatasaray, en sıkıntılı, en arızalı döneminde Başakşehir’e teslim olmadı, iddiasını zirveye taşıyamadı ama şampiyonluk hesaplarında denklemi yeniden kurdu. Bu anlamda Fatih Terim’i ve oyuncularını kutlamalıyız.
Sekiz oyuncusu yoktu konuk takımın… Kalecisi, stoperleri, santrforları sakatlanmış, oyundan düşmüş, devre dışı kalmış. Yedekler de cezalı… Hadi, Muslera’nın yerine yine bir kaleci (Okan) koydunuz. Stoperleri ne yapacaksınız? Marcao yok, Luyindama zaten yok… Neyse elde var Donk, yanına da Lemina’yı görevlendirip zoraki alternatifler oluşturmuş Fatih Terim… Ama santrforlar yok… Falcao sakat, ondan önce Andone sakat… Tam nöbeti alacakken Adem Büyük cezalı…
Onyekuru’yu ortaya alıp bir hücum planı uyguladı Fatih Terim. Onyekuru’dan istediğini alabildi mi? Hayır. Ama oyuna beklenmedik biçimde ağırlığını koydu. Orta alandan kaptığı topları Feghouli, Belhanda, Emre Akbaba ve Ömer Bayram’la Başakşehir yarı alanına yıktı. Başakşehir’i hep savunma pozisyonunda oynamaya zorladı. Topun yüzde 64’ünü alıp hem zamana
Merkez Hakem Kurulu, üç aylık ara dönemde hakemlerin olası form düşüklüklerini önlemek amacıyla Riva’da özel bir kamp programı uyguladı.
Ayrıntılara girmek istemiyorum. Ama görüldü ki iyi niyetli uygulama, arızalı sonuçlar yarattı. Süper Lig’in en kritik final sürecinde gündemi oluşturan hakem hataları, gollerde, penaltılarda, fauller ve fena hareketlerde, sarı ve kırmızı kartlarda futbolun önüne geçti.
Teknik direktörleri ve oyuncularıyla “taraftarsız”, “seyircisiz” puan mücadelesi veren takımlar, performanslarından önce hatalı hakem kararlarının “kurbanı” olarak önümüze geliyor. Kendilerini böyle tanımlayan hocalar, futbolcular var. Medya da tanımlamaya katılıyor. Teknik, taktik, strateji çok arka planda kalıyor. Hakem değerlendirmeleri maçların önüne geçiyor. Futbolcu hatası gayet doğal karşılanırken, hakemin kararı ağır eleştirilerle gündeme geliyor.
Hatırlayın, futbola döndüğümüz 27. Haftada Rizespor-Galatasaray (2-0) maçının hakemi Yaşar
Ne zamandır “beşlikler”i özlüyordu Beşiktaş. Dün adeta döktürdü ve beşledi. Futbolda bazı oyuncular var, takımlarının kimliğini belirliyorlar. Beşiktaş için Burak Yılmaz böyle bir oyuncu… Adem Ljajic de öyle.. Atiba, Elneny, Gökhan’ı da katalım.
Denizlispor kendi sahasında, Beşiktaş da deplasmanda aynı özelliği taşıyorlar. İlk golü atıp öne geçtikleri maçı kaybetmiyorlar. Demek ki daha santrada keskin bir mücadele başlıyor. Ama o da ne? Düğün mü, dernek mi, bayram kutlaması mı, bilemiyoruz. Havai fişekler peş peşe patlıyor… Pat,pat, pat!.. Pat…Pat… Gürültü futbolu etkiliyor. .Pat pat’lar da katılıyor santra vuruşuna… Dikkat dağıtan, adeta dürter gibi rahatsız eden bir durum bu. Gürültü virüsü diyelim… İki hoca da futbolcular da şikayetçi… Oyuna konsantre olamıyorlar. Kalkavan durduruyor. Kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle normale dönüyoruz.
Oyuna bakınca… Beşiktaş topun sahibi. Yenildikleri Antalyaspor maçındaki gibi seri pas
Galatasaray kalecisi Muslera’nın başına gelen kaza, insan yüreği taşıyan herkesin “Vah” diyeceği kadar acıdır, dramatiktir. Galatasaray ise “Vah” demekle kalamaz… Onların çektiği acıyı, üzüntüyü, kırılan umutlarıyla birleştirdiğimiz zaman ortaya “Eyvah!” feryadı çıkıyor.
Kendi adıma şunu açıklamam gerek. Galatasaraylı olmadığımı herkes bilir. Kişisel sporcu taraftarlığımı daha önemserim. Böyle olunca Muslera’nın yediği her gol beni üzer. Maçın sonucu bir yana, Uruguaylı genç adamın, yediği her golden sonra o masum yüzünde oluşan mahcup ifadeden çok etkilenirim. Takımının her başarısına olağanüstü katkı veren, sorunsuz ve sıkıntısız kaç profesyonel vardır bizim ligimizde, bilmiyorum. Ama Muslera’nın başarısıyla beyefendiliğini, sadakatini, insanlığını, centilmenliğini, çalışkanlığını bir arada takdir etmek gerekir. Süper Ligimizde bugünden kendine çok özel bir yer edinmiştir. Ama onun Uruguay futbolunda da çok özel bir yeri vardır: Unutulmaz kalecilere bakıldığında Maspoli ve
88 günlük arada yeteri kadar çalışabildiler mi? Bekledikleri verimlilik düzeyine çıkabildiler mi? Skor tabelasına bakınca görüyorsunuz ki olmamış… Sergen Hoca da yanlış bir on birle başladı maça… O nedenle maçı Antalyaspor kazandı. Uyandıkları zaman tren kaçmıştı.
Maç başladı, Beşiktaş seri ve isabetli paslarla Antalya yarı alanına yerleşti. Ama Antalyaspor’un oluşturduğu kalabalıkla alan daraltması yüzünden zorlandılar.Topla adam eksiltemediler. İsabetli şut atamadılar.
Gole yakın ve sıcak oynaması beklenen oyunculara baktık. Sergen Yalçın’ın güvendiği Güven, hocasının verdiği şansı tepti. Çabası yeterli olmadı. Diaby ile Boyd’un sağ ve sol kanatta ne yaptıklarını hiç anlayamadık. Sağda Gökhan Gönül, solda genç Rıdvan, önde oynayan arkadaşlarından daha gayretli, daha istekliydiler. Boateng’in oyundaki varlığı Atiba’nın gerisindeydi. Atiba’nın gayretlerine saygı duyuyoruz. Bitiş düdüğüne kadar sahadaydı. Sürekli hücumu beslemeye çalıştı. Ama yaşıyla birlikte ağırlaşan
Bu ülkenin en sorunlu alanı iletişim... Yüzlerce, binlerce örnek var. Siyasetten, ekonomiden, magazine... Sanattan, felsefeden, spora kadar...
İletişim sorunlu, çünkü ağzınızdan çıkan sözcükleri eğiyor büküyor, sivri uçlu kancalar haline getirip aklınızda olmayan algılarla size yüklenebiliyorlar..
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir’e karşı Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ve Başkanvekili Semih Özsoy’un, daha sonra da Yüksek Divan Kurulu Başkanı Vefa Küçük’ün açtığı söylem savaşları, iletişimin nasıl bir mayın tarlasına dönüştüğünün en sivri örnekleri.
Efendim, canlı yayınlanan TV programında genç meslektaşımız TFF Başkanına “şike iddiaları” ile ilgili bir soru yöneltiyor. Özdemir de 2011’de futbolumuzun yaşadığı kargaşalı “3 Temmuz süreci”ni hatırlatıp “Dokuz yıldan beri şike olayına rastlamadık. Amatör liglere kadar her ligden gelen ihbar ve şikayetleri araştırıyoruz. Kurullarımız var” diyor.
Vaay!.. Sen misin “9