Skor tabelası yerinde dursun… Orada 3-3 yazıyor... Ama gerçeği söylemeliyim size: Dört dörtlük bir maç oldu. Çok iyi oldu. Yılın bu zamanında liglerin ilk haftaları oynanırken bu oyuna da, gollere de şapka çıkarılır. Bravo çocuklar!
Alışılmışın dışında “Draxler ve arkadaşları”ndan oluşan Almanya kadrosu, bir yandan gölgede kalanları, öte yandan yakın geleceğin oyuncularını göz önüne getiriyordu.
Bizim takıma gelince… Dünkü kadroda Burak Yılmaz, Hakan Çalhanoğlu gibi “aslar” yoktu ama yine de Almanlar’a göre aslımıza daha yakın bir on birle başladık.
Gerçekten hatasıyla- becerisiyle iyi oynadı çocuklar… Orta alanda ve ileri uçta oyun kurup hücum fırsatları yaratmaya çalıştılar. Savunma anlamında eski maçlarına oranla biraz daha durgundular. Nazım Sangare, Hasan Ali, Kaan ve Merih’in dirençli bir oyun çıkardığını, ancak topu savurarak oynadıkları için dönen topları yine Almanlar’a bıraktıklarını söylemeliyiz. Almanlar’ın attığı iki golde de
Süreci eğlenceyle izledim. Türkiye Futbol Federasyonu’nun takım harcamalarında Fenerbahçe’ye ancak 154 milyon TL (daha sonradan 177 milyon TL) limit tanıması, sakin yaz aylarında sert rüzgarlar estirdi. Tartışmalara, polemiklere tanık olduk. Sürekli itiraz sesleri yükseldi.
Ama bugün durduğumuz noktadan bakınca hiç de beklenmeyen bir tablo ile karşı karşıyayız: Fenerbahçe açık ara transfer şampiyonu. 18 yeni oyuncuyla adeta yeniden bir takım kurdular.
Harcadıkları para 15 milyon Euro. Kazandıkları 22 milyon! Bırakın itirazı filan, hem TFF sınırları içinde kaldılar, hem de kara geçtiler. Bu işin nasıl olduğunu merak edip o günlerde TFF Başkanı Özdemir’e sordum: “Başkan, Fenerbahçe sürekli adam alıyor. Ne oluyor? Limitlerini mi yükselttiniz?” Nihat Bey gülerek yanıtladı: “Bankalarla iki yılı ödemesiz yeni yapılanma anlaşması yapıyorlar, limitleri yükseliyor. Futbolcu satıyorlar yükseliyor. Sponsor anlaşması yapıyorlar, limitleri de zaten doğal olarak kendiliğinden yükselmiş oluyor.”
Evet, Vedat Muriç’in
Limit aşımı, yapılanma… Pandemi, transfer… Adı ne olursa olsun farklı nedenlerle zorlanıyor Beşiktaş… Kervanı yolda düzmeye çalışıyor. Peki gittiği yol nereye varıyor? Bu sorunun yanıtı yok. Kervana yolda katılanların, Josef de Souza, Montero, Aboubakar ve henüz maç kadrosuna girmeyen Rosier’in oyuna ne katacağı, yolun nereye varacağı bilinmiyor.
Gençlerbirliği, Vodafone’un santrasına geldiğinde Süper Lig’in gol atamayan takımıydı. 8 dakika içinde Stancu ile golü buldular. İlk yarıda başka goller de kaçırdılar. Beşiktaş ne yaptı? İlk şutunu ancak 42’de (Souza) attı. Kişiliksiz, plansız, zevksiz ve anlamsız bir oyun ortaya koydular.
Vida’yı kızağa çeken Sergen Yalçın, Welinton ve Montero ile savunma göbeğini sağlama almak istemişti. Önlerinde oynayan Josef de Souza tecrübesiyle oyuna katkı vermeye çalıştı. Ama Gökhan, Atiba, Dorukhan ve Boyd üretemiyordu. Gençlerbirliği’nin kendi yarı alanında oluşturduğu kalabalık içinde topla pozisyon hazırlayamadılar. Savunma duvarını aşacak şut denemeleri de akıllarına gelmedi.
Altınordu Başkanı Mehmet Seyit Özkan, “Göreceksiniz, o da 20 yaşına varmadan Premier Lig’e gidecek” diyor.
Sözünü ettiği futbolcu Ravil Tagir... 17 Yaşında. Ahıska Türkleri’nden bir ailenin çocuğu. Gürcistan’ın güneyinde Ahıska olarak bilinen bölgedeki Suşehri’nden 4 yaşındayken, ailesiyle birlikte Bursa’ya göç etmişler.
Aile 10 yıl süreyle TC vatandaşlığı için beklemiş. Ravil bu arada Altınordu’nun alt yapısında eğitime alınmış... Yabancı dil, farkındalık yaratma dersleriyle birlikte hem parlak bir öğrenci olmuş, hem de futbolunu geliştirmiş.
Ravil savunmacı, sol stoper oynuyor. Vatandaşlığı aldıktan sonra ancak U 15 Genç Milli Takımı’nda oynamaya başlamış.
Ravil, artık Başakşehir futbolcusu. TFF 1.Lig’den Süper Lig’e geçiş yaparken, Şampiyonlar Ligi kadrosuna da girebilecek. Oynadığı milli maçlardan, yurtdışındaki özel turnuvalardan sonra “MVP” (En Değerli Oyuncu) seçilmiş…
Türkçeyi çok düzgün konuşuyor. Kurduğu cümleler, sorulara verdiği yanıtlar
Süper Lig’in üçüncü haftasında oynanan “erken derbi” yavaş ve golsüz oyunla başladığı gibi bitti. Kazanmaya oynadılar, ama “önce savunma” dediler. Bol faullü, yavaş ve temposuz oyunda 11 sarı kart gördük, 1 gol göremedik... Maçın gözden kaçmaması gereken olayı, seyircisiz tribünlerden sahaya atılan meşaleydi. Bu meşalenin sorumluluğunu kim alacak, TFF nasıl bir ceza verecek? Merak ediyoruz.
İki takımın da bu maça ciddi hazırlıklarla geldiğini gördük. Tribünleri boş olsa da Galatasaray hem ev sahibi olmanın, hem de mevsim başındaki yüksek formunun farkını ortaya koydu. Taylan’ın Altay tarafından iki hamlede kurtarılan şutu ve Arda’nın kafa vuruşu buna örnekti.
Fenerbahçe hocasının adına uygun olarak “bulutlu” bir ortamla çıktı Galatasaray’ın karşısına... Takım savunmasını ilk yarıda başarıyla uyguladılar. İkili mücadelelerde topu sökmeyi başardılar. Galatasaray’da Arda’nın dönüşü nasıl “manalı” olduysa, Fenerbahçe’de de Gökhan ve
Kasımpaşa Spor Kulübü, transfer mevsimine “bedelsiz” oyuncularıyla damga vurdu. Senegalli 28 yaşındaki forvet oyuncusu Mame Thiam ile 33 yaşındaki kaleci Fatih Öztürk, Kasımpaşa yönetimi tarafından sözleşme süreleri dolmadığı halde serbest bırakıldılar.
Mame Thiam Fenerbahçe’ye, Fatih Öztürk de Galatasaray’a “ücretsiz” gönderildi.
Tercüman’da rahmetli patronumuz Kemal Ilıcak’ın en sevdiği sözcüklerden biri “hedayeten”di… Yani karşılıksız, bedelsiz… Hediye olarak. Hemen her ihtiyacımızı gidermek için muhasebede Nursen (Şenbak) Abla’ya gidip dilekçesiz, izinsiz “personel borcu” çekerdik… Önemli sıkıntılarımızı hep böyle atlattık. Bizim borçlar günün birinde sihirli bir el (!) tarafından silinir. Merak edip sorduğumuzda Nursen Abla “yukarıyı” işaret ederdi. Patrona sorardık, “Bizim borç n’oldu, nasıl silindi?” diye... En sevdiği(miz) sözle gülerdi: Hedayeten! Böyle gönül enginlikleri sosyal yaşamımızda
Fenerbahçe, ayağına kadar gelip şut atmadan memlekete dönen Hatayspor’u yenemedi. İki puan kayıpla kapadıkları maç, iddialı transfer operasyonlarına ve sıkı hazırlık sürecine gölge düşürdü. Santrfor arayışlarına da zorunlu bir ivedilik kazandırdı. Dahası Maçı 9 kişi bitiren rakibe karşı üstünlük sağlayamadılar.
Pandemi koşullarında futbol seyircisiz oynanıyor. Bu durumdan en başta seyirciler, taraftarlar çok rahatsız. Yöneticiler hasılat, teknik adamlar ve futbolcular da coşku ve destek anlamında seyirci hasreti çekiyor.
Hepsi de haklı... Ama bir soru geliyor akla: Seyrettiğimiz futbol, seyirci önünde oynansa ne olurdu? Herhalde iyi olmazdı. En başta kombineciler yakınırdı. Homurdanmalar başlardı. İş skor tabelası değişene kadar protestoya kadar uzardı. Peki bu futbolu taraftar önünde oynayabilirler miydi? Oynayamazlardı. En azından seyirciye saygı bağlamında... Aradıkları heyecanı da fazlasıyla bulacakları için zaten böyle verimsiz ve kötü oynayamazlardı.
Fenerbahçe-Hatayspor maçının ilk yarısıyla ilgili izlenimlerimiz böyle... İlk
Rakip Antalyaspor ise, Beşiktaş’a rahat yok. Geçen sezon iki maçta da yenildiler. Dün zor geçmesi beklenen maçta uzun süre önde oynadılar ama bitime 5 dakika kala Gökdeniz’in golüyle yine yakalandılar.
Beşiktaş zorlanması beklenen ilk yarıda zorlanmadı. Trabzon’da savunmacı, İstanbul’da hücumcu karakter gösterirken topa (ilk yarı 71/29) açık ara sahip oldu. Kendi yarı alanında gömülü oynayan konuk takım, alan daraltarak Beşiktaş’ın pozisyon arayışlarını sınırlamaya çalıştı. Nuri Şahin’in de savunmanın içine yerleşerek uyguladığı bu alan daraltma oyunu, Beşiktaş’ı olabildiğince ceza alanı dışında tutmayı başardı ama Atiba-Necip-Larin hattında Kanadalı’nın kafa vuruşuyla gelen golüne engel olamadılar.
İstatistik ne kadar ezici bir gösterge sunuyorsa da Beşiktaş’ın gereğinden fazla yan pas yaparak zaman zaman sıkıcı bir oyun çıkardığını söyleyebiliriz. Yan paslarla topa sahip oluyor, en azından rakibin top kullanmasını, hücum etmesini engelliyorsunuz ama, gereğinden fazla top alış verişi en azından