Kadıköy’de Göztepeli Halil Akbunar’ın Fenerbahçe’ye attığı gol, acaba kendi aralarında kenetlenip zincir oluşturan şampiyonluk adayı Üç Büyükler’i birbirinden ayıran ilk darbe mi?Yoksa “Bu da gelir, bu da geçer” diyerek ağlamamak için türkü mü söylerler?Zincir koptu mu? Kopmadı mı?Erol Bulut’u pazar gecesi ülkenin en huzursuz vatandaşlarından biri haline dönüştüren o maç, unutulup gider mi? Yoksa bir çözülmenin, dağılmanın habercisi ve başlangıcı mı? Hangisi?Fenerbahçe-Göztepe maçında ev sahibi takımın kolay bir galibiyet elde etmesini bekleyenler, hayal kırıklığına uğradılar. Tam aksine, Göztepe üç puanı İzmir’e götürdü. Dokuzuncu dakikada atılan golün üstüne 81 dakika saldıran ve hiçbir şey yapamayan Fenerbahçe! Olacak şey değil, ama oldu!Bu yenilgi yine de kimseyi şaşırtmamalı.Erol Bulut, iletişimi zayıf bir hoca... Ne demek istediğini, ne düşündüğünü anlatamıyor. Az sayıda kısa cümlelerle konuşuyor. Medya
Alanya’da gördük ki Mars’a inen uzay aracı Perseverance, dün de kaş-göz arasında santraya konmuş. Ne demek oluyor bu? Perseverance, bizim dilimizde “azim” anlamına geliyor. Kararlılık içeriyor.. Engelleri aşma kararlılığı. Fatih Terim ligde ve kupada hem de İstanbul’da, Alanyaspor karşısında oynadığı iki maçı da kaybetmiş olmalarının rövanşını “kararlılık” gösterisi ile almaya gelmişti.
Peki nasıl işledi bu “kararlılık” ? Muslera ile… Galatasaray’ın tecrübeli kalecisi, tuttuğu her topu oyuna sokarken, uzun atışlar yaptı.. Bu atışların çoğu da isabetliydi. Alanyaspor’un Salih, Berkan, Umut’tan oluşturduğu genç ve dinamik orta alanında didişmeye gerek görmüyordu Galatasaray. Geriden seri paslarla oyun kurup rakip ceza alanına ulaşmayı denemediler. Muslera’nın uzun erimli topları Onyekuru, Mustafa Muhammed ve Emre Kılınç’la buluşuyor, ev sahibi takımın hesaplamadığı tehlikelere neden oluyordu.
Alanyaspor Teknik Direktörü Çağdaş Atan, maçtan önce “Muslera dahil, tüm rakip
Ara transfere gelinceye kadar bir süre kendi dertleriyle uğraşan ve birbirlerine yan gözle bakmayı unutan “Böyyükler”, beklenmedik sözleşmelerle peş peşe imza seremonileri başlayınca “laf ebeliğine” de soyundular. Üç Büyükler’in başkanları, bol imalı, ironik, bazen de hakaretamiz mesajlarla vicdan ve murakabe işlerine soyunup mangalda kül bırakmadan laf savurmaya giriştiler.
Fenerbahçe, Mesut Özil, İrfan Can Kahveci ve yabancılarla sıçrama yaparken, Galatasaray da Onyekuru ile üçüncü dönemi açıp, Mostafa Mohamed ile yeni golcüsüne imza attırdı. Halil Dervişoğlu’nu kadrosuna kattı. Genç Türkler’i de en sert bataklık savaşlarına sürmeye devam etti. Bu hamleler, zaman ve imkan kavramları dikkate alındığında akıllı ve başarılı hamlelerdi. En sessiz duran Beşiktaş da Cenk Tosun’la üçlük attı.
Başkanlar kendi yaptıkları doğruları unutup, rakiplerinin işlerinde buzağı aramaya başladılar. Burada o laf ebeliklerini sıralamayacağım. Medyanın da yardımıyla nasılsa bolca köpürtülüp
Ghezzal’ın muhteşem golüyle öne geçen Beşiktaş, 89’a kadar sıkı bir mücadeleyle, dirençli, zaman zaman baskılı beraberlik arayışlarıyla oynayan Gençlerbirliği’ni hiç de hesapta olmayan farklı bir yenilgiye mahkum etti. Skor tabelasını yazan golcü de eski göz ağrısı Cenk Tosun oldu… Gördük ki, ayağının tozuyla gelir gelmez nöbete geçti. Aferin ona.
Dördüncü dakika dolarken… Hem de Ghezzal… Kaleye yaklaşık 22 metre mesafeden, Rosier’in pasıyla, dönerek soluyla öyle bir şut çıkardı ki Gençlerbirliği kalecisi Nordfeldt hiçbir şey yapamadı. Top sol üst köşeden ağlara takıldı. Meraklıları için, ayrıntısıyla yazıyorum… Çünkü bu. Asist kralı (10) Ghezzal’ın Süper Lig’deki ilk golü. Sağ kanadı Rosier’e bırakıp içeri kayarak oynayan ve Beşiktaş’ın setine katkıda bulunan Ghezzal’a asisti yapan kim? Rosier… Ona da bravo! Ghezzal sadece golü ve ortalarıyla yetinmedi. Attığı golün üstüne en az üç şut daha
George Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde dile getirdiği “Herkes eşittir, bazıları daha eşittir” deyişi, onun ölümünden sonra (1950) edebiyat, felsefe, sosyoloji ve elbette spor dünyasında sıkça tartışılan retorik halini aldı. Süper Lig’in zirvesine baktığınızda Üç Büyükler’in de şaşılacak bir eşitlikle sıralandığını görüyorsunuz.21 takımlı “topal” ligde üçü de eşit maç sayısıyla (23) buluştukları haftada eşit puanla (48) zirveyi oluşturuyorlar. Dahası, kazandıkları (15), beraberlikleri (3), kaybettikleri maçlar da (5) eşit.Fenerbahçe-Galatasaray (0-1) derbisinden sonra ortaya çıkan bu durum, ister istemez “hangisinin daha eşit” olduğu sorusunu akla getiriyor.Ara transferde “limitlere rağmen” yaptıkları “akıllı” hamleler, maçlardaki oyuncu tercihleri, teknik ve taktik değerlendirmelerin ışığı altında “daha eşit” olan bazılarını arayabiliriz.Bir antrenör dostum, “Beşiktaş’ta Sergen Hoca çok iyi bir kadro oluşturdu. Sabırlı ve ustaca bir
Beşiktaş’ın emektar Kanadalı’sı Atiba Hutchinson, kulübede. Belli ki sıkıştırılmış ligde yorulduğu görülerek “yedeğe” çekilmiş. Bir kerecik maçı kenardan izlemek de onun hakkı. Atiba’nın yerini Necip alıyor. Atiba ile birlikte alıştığımız Montero da kenarda. Oysa o sol ayaklı İspanyol’un işe yarayacağı dakikalar yaşandı ilk yarıda.
Oyuncu sarı kart gördüğünde, bu bir uyarıdır. Haklı ya da haksız. Artık daha dikkatli oynamalı, hakemden hoşgörü beklememelidir. N’Sakala 15’de Shengelia’ya girdi, sarıyı gördü. Aradan sadece 6 dakika geçti, bu defa da Jevtovic’e daldı. O da sarı kartlık bir vukuat. İkinci sarı, dolayısıyla kırmızı!
Hadi Rıdvan yedekte olsa, neyse… Çocuk sakat. Daha en az 1 hafta daha tedavi edilecek, sonrası bilinmiyor. Böyle bir durumda takımı 10 kişi bırakmak büyük bir hata!. Beşiktaş eksilince, Necip’i sol beke çekiyor. Larin de Necip’in önünde birlikte savunuyorlar sol tarafı. Yine de bu sıkıntılı durumdan hayırlı bir konuma geçiyor Beşiktaş.
Vida ve Welinton savunma
İki takımın toplam faul sayısı 34… Oyunun, yaklaşık her üç dakikada bir faul düdüğüyle durduğunu, ortalama her 6 dakikada bir oyuncunun da kıvranarak yere yığılıp tedavi süresinden sonra, yeniden başladığını söyleyelim.
Evet, akan bir oyun değildi bu… Zaman zaman ateşleniyor ama yakıcı bir aleve dönüşmüyordu.
Gustavo’suz Fenerbahçe, Galatasaray’la baş etmeye çalışırken beklendiği kadar zorlanmadı. Savaşan savunmanın önünde, merkezdeki Sosa ve Ozan ikilisiyle Galatasaray’ın baskısını bozmaya çalışıyor ve bunda bir yere kadar başarılı oluyordu. Merkezde Sosa’nın verimli ve beklenenin üzerinde etkili oyununa Galatasaray, Taylan ve sıkça yardımına gelen Emre Kılınç’la karşılık verdi.
Topun sahibi (55/45) Galatasaray’dı. Geriden oyun kurarak, ikili mücadeleleri kazanarak hücumda üstün göründüler. Yine de bir tuhaflık vardı oyunda. Belhanda yok gibiydi. Onyekuru vardı ama esmiyordu.. Arda’nın, Emre Kılınç’ın oyuna daha çok katıldığını gördük. Başkan Cengiz’in
Tamam, top senin olsun. Pas yap, ağır ağır bize doğru gel ve oyalan... Zincir savunmayı aşarsan da, at şutunu. Yavaş oynayalım, böyle oynayalım, güle güle, tatlı tatlı oynayalım!
Yukarıdaki mesaj Ersun Yanal’ın Antalyaspor’undan Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ına bir “hoş geldin” karşılaması.
Ligin başından beri topla oynamayı, topa sahip olmayı çok seven ve istediği gollere kavuşan Beşiktaş, geçen hafta Trabzonspor karşısında aynı tablo ile kaybettiği maçın açığını kapatmaya gitmişti Antalya’ya. Ligin ilk yarısında İstanbul’da berabere biten ilk maçın rövanşında onbiri de biraz değiştirmişti Sergen Yalçın. Ghezzal yoktu, sağ kanatta Larin vardı. Orta alanda Mensah yoktu, Adem Ljajic vardı. Sol kanatta da N’Koudou yer almıştı. Yeni kurguyla Beşiktaş bastıracak ve önde Aboubakar’la golü arayacaktı.
Antalyaspor, sahip olduğu topla üstüne gelen Beşiktaş’ı zincir 6’lı savunma ile karşıladı her defasında. Zaman zaman öyle tablolar oluştu ki, ev sahibi takım, 10 kişilik bir kalabalıkla Beşiktaş’a boş alan bırakmadan kendi