Konuk takım Kasımpaşa ise dikkat edeceksiniz. İstanbul’un gidip gelen, düşüp kalkan takımları var. Kasımpaşa onlardan değil. İyi futbol, dengeli bütçe ve iyi antrenörlerle istikrarlı kadrolar oluşturup “seyir zevki” sunuyorlar. Peki ne kazanıyorlar? Hemen söyleyelim: Saygı kazanıyorlar. Dün Kasım’ın ilk hafta sonuydu. Onlar da adlarının ve geleneklerinin paşası oldular.
Beşiktaş, Galatasaray yenilgisinden sonra sanki takım ahengini, temposunu kaybetmiş gibiydi. Durgun ve tutuk oynadılar. Bronckhorst’un belirlediği on birde Onur Bulut, NDour, Gedson, attğı gole rağmen Muçi, aldığı her topu kaybeden Semih, yorgun ve yalnız adam İmmobile, Kasımpaşa’nın oyununa karşılık veremediler. Hele 40. dakikada sol kanatta topla buluşan İmmobile’nin hali çok dramatikti. İtalyan futbolcu topla ceza alanına girdi, ama gördü ki hiçbir takım arkadaşı ne kendini gösteriyor, ne de ceza alanında pas almaya, şut atmaya koşuyor. Evet, Beşiktaş’ın santrforu yorgundu ama hiç değilse gayretliydi. Ötekiler oyuna bir türlü ısınamadılar, maçın içine
Galatasaray, Beşiktaş’ı hak ederek yendi ve ligin tek yenilmeyeni olarak ayakta kaldı. Oynanan futbol keyif verdi mi? Hayır… Çünkü bu sezon daha keyifli maçlar izledik.
Hakem Arda Kardeşler de kararlarıyla her iki takımın şikayetine hedef oldu.
Vermediği penaltı, göstermediği sarı ve kırmızı kartlar var. Her iki takım da mağduriyetle ses yükseltiyorlar.
Kendi adıma Kardeşler’in gördüklerini çaldığını, bazı pozisyonlarda da VAR tarafından uyarılmadığını düşünüyorum.
Dün FIFA kokartlı eski hakem dostlarımdan biriyle konuştum. Arda Kardeşler ve tüm hakemler için şunları söyledi: “Hakem atamaları yapılırken performans, atletik yeterlilik, form durumuna bakılmaksızın başka şeyler önem kazanıyor. Bunlardan en önemlisi, hakemlerin yeniden TFFHG Derneği’ne dönerek üyeliklerini yenilemeleri. Bazı maçlarda bazı hataları zinhar yapmamaları isteniyor. FIFA kokartlı hakemlerimizin Süper Lig ve Avrupa performanslarına bakıldığında yurt içindeki baskının olumsuz etkilerini görebilirsiniz.
MHK Başkan Yardımcısı Ahmet Şahin, atamaları
Süper Lig ayrışıyor… Bazı takımlar ve oyuncular bildiğimiz ölçüler içinde kalıp başarıyı ararken, kendi yetenekleri ve üstünlükleriyle rakiplerini aşarak oyunun kalitesini ve seviyesini yükseltiyorlar.
Dün geceki maçın ilk yarısında edindiğimiz izlenim ve gözlem notlarımız böyleydi. Galatasaray, Okan Buruk’un tercihiyle Icardi ve Osimhen’i “çift santrfor” olarak sahaya çıkarırken, Beşiktaş tek santrforu Immobile’ye yalnızlığı yaşattı. Sadece Immobile değil… Topla buluşup zıpkın gibi rakip ceza alanına yönelen Rafa Silva da yalnız kaldı. İki sivri adam, topla hemen her buluşmalarında birbirlerini yalnız bıraktılar.. Topu getiren, kime pas vereceğini bilemedi, rakip savunmacılar da basıp kolayca “geçiş” yapıverdiler.
Beşiktaş oyunun başından itibaren topla daha çok oynayan taraftı. Buna ek olarak Arda Kardeşler’in Galatasaraylı futbolcuların sert müdahalelerine seyirci kalmadığını, serbest vuruş kararlarını bekletmeden verdiğini, sarı kartlarını göstermekte gecikmediğini de gördük. Hakem
Kaş çatmayan, öfkeyle konuşup azarlamayan, soğukkanlı hakemle başlayalım.. Alman Harm Osmers, iyi bir maç yönetti. Önce Lacazette’nin 24’te attığı gol için “beklemeye” geçti. Pozisyonun VAR incelemesinde “ofsayt” olduğuna hükmetti ve golü iptal etti. Sonrasında 29’da Emirhan’ın Lacazette’ye ceza alanı içinde (??) müdahalesine penaltı noktasını gösterdi. Ama yine anında bir incelemeye geçti VAR. Bu arada Emirhan’a da sarı kart çıktı. Evet, ikinci incelemede de müdahalenin ceza alanı dışında gerçekleştiğine karar vererek penaltıyı iptal etti. Ceza alanı dışından yapılan serbest vuruşu uzaklaştırmak pek zor olmadı.
VAR sistemi devreye girdiğinden beri ülkemizde ve yurt dışında (özellikle Avrupa’da) farklı uygulamalar görüyorum. Dün gece Osmers’in zamanı da iyi kullanarak gayet net kararlar verdiğini gördüm. Bizdekiler de hızlanıp soğukkanlı karar aşamasına geçerler mi? Elbette. Niye olmasın!
Evet, Beşiktaş şanslıydı… Anlattığım iki olayda da incelemeler doğru
En başta Senad Ok, Fenerbahçe uzmanı meslektaşlarımla konuştum. Hemen söylemeliyim: Geldiği günden beri Jose Mourinho’nun sezonu bitirmeden Fenerbahçe’den ayrılabileceğini düşünüyorum. Hayır, elimde haber diyebileceğim ciddi bir bilgi yok… Mourinho tarafının ya da Fenerbahçe başkan ve yöneticilerinin de gündemlerinde böyle bir konu olmadığını öğrendim. Ancak meslektaşlarımda böyle bir tartışma başlamış bile.
Olayları önceden kestirip sonunu gören bazı arkadaşlarım bu konuyu yazmamda bana daha da cesaret verdi. Yıllarca bir arada çalıştığımız ve futbol bilgisine güvendiğim dostum Kemal Belgin, “Kasım ayında ayrılık görüyorum. Böyle giderse Kasım’ın ilk haftasında ya da sonlarına doğru bize veda edebilir” dedi.
Senad Ok böyle bir ayrılık beklemiyor ama, çok daha farklı olayları anımsatıyor: “Jose Mouriho geldiği günden beri biraz yukardan, üsttenci bir dille konuşuyor. Ama asıl özelliği kendi tercihlerine kendi sistemine sıkı sıkıya bağlı olması… Adeta inat etmesi.. Oysa bu tip ısrarcı direnmeler
Doğru hava, doğru mekan, doğru zaman.. Daha da doğrusu var: Bronckhorst’un seçtiği on bir… Hollandalı hoca, kendisine yönelik eleştirilerin ve önerilerin odağındaki oyuncu Semih’i doğrudan maça başlayan kadroya seçince hem taraftarları, hem de kendisini rahatlattı. Ama daha da önemli, olanı Semih’in motivasyonunu yükseltmesi, ona güvendiğini göstermesiydi.
Peki Semih ne yaptı? Sol önde görevliydi ama, orada bir ziyaretçi gibi duruyordu. Oyunun akışına göre pozisyon alıyor, İmmobile’nin ortaklığına geçiyor ve hiç de sırıtmıyordu.
İçten gelen duygularla oynadı. Yaşama ve oynama sevincini arkadaşlarıyla paylaştı. Rafa Silva’nın pasıyla ceza alanına girip aut çizgisine (İmmobile’ye top atmak için) inerken geciken bir hamleyle düşürülünce Kadir Sağlam penaltıyı verdi. İtalyan da beşinci penaltı golüyle açılışı yaptı.
Oyun mücadeleli geçti. Konyaspor teslim olmayan, rakibi için sürekli arıza çıkaran bir konuktu. Çok koştular, top çaldılar, pozisyonlara girdiler ama
Bu yazıya saygı duruşuyla başlamak istiyorum…
Türk futbolunun büyük macerası kahramanlarla dolu. Her biri saygıyı hak ediyor. Onlar, çimsiz, ayakkabısız ve parasız bir dünyada çamurdan iki kat ağırlık kazanmış, su çekmesin diye domuz yağı ile silinip cilalanmış toplarla oynar ya da savaşır, maç sonu duş yapamadan evlerine giderken çamurlu formalarını götürüp ertesi maça yıkatıp ütületerek getirirlerdi. Başlangıçta paranın sözü edilmez harçlıklar biriktirilerek şehir içi maç yolculuklarına para denkleştirilir, herkes heyecanla becerisini göstereceği maçı beklerdi. Destan tadında unutulmaz hikayeleri vardır.. Bir gün parça parça da olsa yazarım. Genç arkadaşlarım kitaplardan da okuyabilirler.
Bombacı Bekir’den Buduri’ye, Hakkı Yeten’den Cihat Arman’a… Metin Oktay, Turgay, Can, Lefter, Kadri, Şenol-Birol’a hepsi de futboldaki kahramanlarımızdı. Yurt dışında oynayanlar, profesyonelliğin ilk yıllarında “mütevazı” paralar kazanırken unutulmaz hikayelere imza atanlar
İstatistiklere bakıp avunabiliriz, Bayrak Çocuklar’ın oyununu, heyecanını ve sayısal performans bilgilerini takdir edip alkışlayabiliriz.
Evet, dün geceki maç, böylesine “sayısal gösteriyle” hem keyif, hem de ıstırap yaşattı.Topla oynamada 64/36, şut sayısında 29/10, isabetlide 9/2 üstünlüğümüz vardı. 431/207 başarılı pasla maçın efendisiydik…
Tüm o üstünlük sayıları, skor tabelasındaki eşitliği bozmaya yetmiyordu. O tabeladaki eşitliğin sahibi ise Karadağ kalecisi Nikic’di. Evet, iyi yer tutuyordu. Savunmasından da yardım görüyordu. Ceza alanında kalabalık oluşturarak, bizimkilere alan ve zaman bırakmayan Karadağlılar, onca baskıya ve akına karşı “full konsantrasyon” kaleyi koruyan Nikic sayesinde rahat ettiler. Yine de geçiş oyunlarıyla topu kaptıklarında etkili ve tehlikeli ataklarla üstümüze gelen Karadağlı oyunculara bizim çocukların kolay geçit vermediğini söylemeliyiz.
Bu arada… Montella dün de santrforsuz oyun ısrarıyla başladı maça. Orada anlayışla karşıladığım bir durum var. Bizim