2016 yılında yazdığım bir yazıda “Madem erkek yazar ve yönetmenler daha çok hemcinslerini yazıp anlatabiliyor, filmlerine iliştirdikleri kadın karakterler de ‘olmasaydı daha iyiydi’ dedirtiyor, bize kadın senarist ve yönetmenler lazım” gibi bir ifade kullanarak yeni üç filmden ve onların yönetmenlerinden söz etmişim. “Ana Yurdu” (Senem Tüzen), “Toz Bezi” (Ahu Öztürk) ve “Kasap Havası” (Çiğdem Sezgin).
Başrolleri Şenay Gürler ile İnanç Konukçu’nun paylaştığı “Kasap Havası” terzi Leyla’nın kendisinden hayli genç taksici Ahmet ile yaşadığı, o dar çevrede hayat hakkı tanınması zor aşk çerçevesinde bir kadının erkek egemen toplumun yargıları, kuralları, dayatmaları karşısındaki sıkışmışlığını anlatıyordu. Sadece odağında kadın olan hikâye değil belli bir yaş üstü kadın karakter de sinemamızda nadir bulunan bir şey olduğu için ayrı bir yeri vardır “Kasap Havası”nın bende. Bu nedenle de Çiğdem Sezgin’in yeni filmi “Suna”yı merakla bekliyordum. Seyir Derneği tarafından düzenlenen Uluslararası Ayvalık Film Festivali’nde görme fırsatı buldum. Film Adana Altın Koza Film Festivali’nden Seyirci Ödülü alıp ayağının tozuyla Ayvalık’a gelmişti.
Filme adını veren Suna da sinemamızda anlatılmasına pek alışık olmadığımız bir kadın karakter. Elli yaşlarında, başını sokacak bir evi yok, akrabalarının ya da eşin dostun yanında kalıyor, geçimini evlere temizliğe giderek ve hastabakıcılık yağarak sağlıyor. Sonunda kendisine bulunan kocayla evlenmek herkes için en uygun çözüm gibi görünüyor ve karısını kaybetmiş, kendisinden hayli yaşlı Veysel ile imam nikâhı kıyıyor Suna. Veysel’in bir kızı var ve resmi nikâhı erteleyip duruyor, miras kaygısından. Suna İstanbul’dan ayrılıp Veysel’in ıssız köyünde yaşamayı, onun her türlü ihtiyacını görmeyi kabul ediyor da işin ucunda yatağı paylaşmak da var, o zor geliyor. “İstemiyorum” koca nezdinde geçerli bir sebep değil, “Seni neden besliyorum o zaman?” sorusuna varıyor işin ucu. Suna da bütün çaresizliğine, çıkışsızlığına rağmen boyun eğip oturacak, kendisine denileni yapacak bir kadın değil. Kendisine ufak nefes alma alanları yaratmaya çalışıyor ama ekonomik olarak özgür değilsen hiçbir alanda olamıyorsun.
Bir kez daha kamerasını görmezden gelinen bir karakterin anlatılmayan hikâyesine son derece gerçekçi şekilde çevirmiş Çiğdem Sezgin. Suna’yı oynayan Nurcan Eren müthiş bir sinema yüzü ve az değerlendirilmiş bir yetenek. Kendisi şahane de bir şarkıcıdır, Sezen Aksu’nun vokalisti olarak yıllarca izledik sahnede. Suna bu kadar sahici bir kadınsa onun payı büyük. Veysel’de usta oyuncu Tarık Pabuççuoğlu’nu izliyoruz, o da kendine ait çaresizlikleri olan bir karakter. Suna’nın yanında nefes aldığı ve muhtemelen değerli hissettiği bir kişi var; Fırat Tanış’ın oynadığı bir sinema yazarı. Ara sıra kaçıp gittiği kafe -barın işletmecisi ise 30 yaş üstü kadınları çerez tabağının tercih edilmeyen sarı leblebilerine benzeten bir adam- ki onu da Erdem Akakçe oynuyor.
“Suna” iyi oyuncu kadrosu, 2019’da kaybettiğimiz sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan’a adanmış katmanlı senaryosu, izleyicinin içini de Suna kadar sıkan atmosferi ve yaşayan karakterleriyle benim için Ayvalık Film Festivali’nin sürprizlerinden biri oldu. Sonrasında Armağan Çağlayan’ın yönettiği, Çiğdem Sezgin ile Nurcan Eren’in katıldığı bir de söyleşi yapıldı, Türkiye’de kadın olmak, özgür olmak ve boyun eğmemek üzerine. Sinemanın Ayvalık’ın her taşına sindiği bir haftaya daha veda ettik böylece. Uzun ömürlü olması, büyüyerek yıllar yılı devam etmesi dileğiyle.