Hiç unutmuyorum, yıllar önce, İstiklal Caddesi’nde gecenin geç vaktiydi, itişip kakışan bir çifte rastlamıştık. Aslında doğru ifade duvara dayadığı genç bir kadını itip kakan bir adam görmüştük olmalı. Yanımdaki arkadaşımla kadının kafası duvara çarpıyor diye paniğe kapıldığımızı, gençliğin de verdiği gözü karalıkla hemen araya dalıp “Dur ne yapıyorsun?” dediğimizi hatırlıyorum. Ve üstüne yaşadığımız hayal kırıklığını.
Çünkü o itilip kakılan, duvara vurulan kadın “Sana ne lan”dan başladı, muhtelif cinsiyetçi küfürlerden geçerek erkek arkadaşıyla olan meselesinin bizi ilgilendirmeyeceğini ifade etti.
O gecenin bende kalan sonucu, emin değilsem ya da birisi benden açıkça yardım istemiyorsa araya girmeme eğilimi oldu. Gurur duyarak söylemiyorum bunu ama artık o kadar kolay ‘karışamıyorum’ gördüğüm şiddet manzaralarına.
Konya’da parkta bir kadını sevgilisinin dayağından kurtarmaya çalışırken yanlışlıkla katil olan yirmi yaşındaki Kadir Şeker’in başına gelenleri izlerken o
Yurdumuzda sıradan bir hafta sonu, biz gene hep birlikte öldürülmüş bir genç kızın hazin hikâyesini izliyoruz, film izler gibi. Adı Şeyma Yıldız. On yedi yaşında. Hep de öyle kalacak. Çünkü babası, kızının bir erkek arkadaşı olduğuna inanmış, internette fotoğraflarını gördüğü iddiası var, bilemiyoruz. Oğlu yani öldürülen kızın abisi de “Babam bir dizi izlemiş, oradaki kızı Şeyma’ya benzetmiş” diyor. Kızın yakın arkadaşları “Yoktu sevgilisi falan, hiç erkek arkadaşı olmadı” diyorlar.
Neticede seyyar bal satıcılığı yapan Harun Yıldız şu veya bu sebepten böyle bir fikre kapılmış, muhtemelen psikolojik sorunları, yakınlarının ifadesiyle “panik atağı” var. Kendi iddiasına göre “uyarmak amacıyla” Şeyma’yı alıp evden çıkıyor, ama uyarı tartışmaya dönüyor ve “kendisini kaybederek” silahını çekip vuruyor, cesedini yol kenarına bırakarak gidip teslim oluyor.
Ailedeki herkeste babanın ne iyi bir insan ve kızına da ne kadar düşkün olduğuna dair bir söz birliği var. Karısını
DasDas’ın yeni müzikali “Ben Varım”, sahnelenişi, müziği ve oyunculuklarıyla iyi kotarılmış, özenli bir yapımTiyatromuzda bir ‘müzikal’ furyasının yaşanacağı geçen yılın gidişatından belliydi. Nitekim 2020 peş peşe perde açan müzikaller ve müzikli oyunlarla başladı ve öyle de devam ediyor. İşin teknik kısmında epey yol kat ettiğimiz kesin, müzikal oyuncusu konusunda da çok sıkıntı çekmiyoruz. Umarım sırada sahnelenen bir işin olmazsa olmazının metin olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz vardır diyerek bu haftanın müzikaline geçiyorum: “Ben Varım”.
DasDas’ta yeni perde açan “Ben Varım”, Alman yazar Peter Lund tarafından 1998 yılında yazılmış ve orijinal adı “Neukölln Mucizesi”. Kahramanımız Janine, Penny adlı bir süpermarkette kasiyer olarak çalışan, son derece mutsuz, gergin, siniri burnunda bir genç kadın. “Eğer bu bandın bir takometresi olsa / Şimdiye kadar üç kez tur atmıştım dünyanın etrafında” diyor ama işte maalesef ömrünü oturduğu yerde
“Benim sabıkam yok ki endişe edeyim, sabıkası olan korksun”. Çarşı ve mahalle bekçilerine silah ve zor kullanma, kimlik sorma, üst arama gibi yetkiler veren kanun teklifinin kabul edilmesinin ardından, doğal olarak bunun gündelik hayatımızı ne şekilde etkileyeceği tartışılır oldu. Vatandaşın huzur ve güvenliğini artıracak bir uygulama mı olacak, yoksa fazladan tedirginlik vesilesine mi dönüşecek?
Başta alıntıladığım cümle, Sputnik’teki Burcu Okutan ve Elif Sudagezer imzalı haberden. 23 yaşında Barış adlı bir vatandaşımız, bekçilerin yetkilerinin artırılmasından duyduğu memnuniyeti bu şekilde ifade ediyor. Geceleri daha da tehlikeli hale gelen sokaklarda insanların rahatça dolaşabilmesinin güvencesi olarak görüyor bekçileri. Hırsızlık, kadına taciz gibi vakaları önlemede bir destek kuvvet, başımıza bir şey geldiğinde yardım isteyebileceğimiz bir merci.
Böyle baktığımız zaman bu uygulamanın işe yarayacağına, tacizciler, tecavüzcüler için bekçi düdüğünün caydırıcı olacağına, artık evimize herhangi bir saatte korkmadan,
Sağımızın solumuzun kadına şiddet, taciz, tecavüz, kadın cinayetleri haberleriyle dolu olduğu şu günlerde kaleminin, aklının, yüreğinin yokluğunu daha da çok hissettiğim Duygu Asena bir konuda yanılmış: Kadının adı var kesinlikle. Ölü kadınların adı var bizde. Öldürülmüş kadınların.
Her hafta medyada, Twitter’da o hafta davası görülen kadın katillerinin zırvalamalarıyla karşılaşıyoruz. Orada onların adı olmuyor çoğunlukla, hayattan vahşice kopardıkları kadınların adıyla anıyoruz kendilerini. “Ceren Damar’ın katili” diyoruz, “Ceren Özdemir’in katili”.
Bu hafta en çok gülüşlerini fotoğraflardan, hikâyelerini geride bıraktıkları acılı ailelerinden öğrendiğimiz iki Ceren’in katilinin kendilerini kurtarma çırpınışlarına maruz kaldık mesela. Birinin “aklı yerinde değildi”, diğeri iyice çıtayı yükseltip “taciz mağduru” ilan ediyordu kendisini.
Ceren Özdemir 20 yaşındaydı. Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi öğrencisiydi. 3 Aralık’ta evinin
“Hayalet Kumpanya”, bu kadar yıl ayakta kaldıkları ve seyirciyi hiç hayal kırıklığına uğratmadıkları için iki kere kutlanması gereken Altıdan Sonra Tiyatro’nun yirminci yıl oyunu...
Bir kabare düşünün, içinde ne şamata ne eğlence. Gülüp eğleneceğiz evet ama yüreğimiz burkularak izleyeceğiz bir yandan. Kahkahalar biraz yarım kalacak, içimizden bileceğiz ki hayal hepsi. Hani ne hayal değil ki şu hayatta zaten ama bu bir başka. Sanırım en doğru cümleyi açılış şarkısında kendileri söylüyor, “Görülmemiştir hiç böylesi bir yerde / Konu güzel ama bir acayip yine de.”
Sahneye önce suflöz giriyor. Tiyatro kumpanyasının hayatta kalan tek üyesi. Tam 45 yıl önce, yeni oyunlarının ilk provası için buluştuklarında tiyatroları aslında gayet iyi bilinen bir ‘bilinmeyen nedenden’ yanmış, kül olmuş. Ekibin tamamı da yangında ölmüş. Bir kişi hariç. Oyunun asistanı ve suflözü olan genç kız, o gün başlayacakları, Çehov’un kısa oyunlarından oluşacak kabarenin provasına
Şarkıları dinlerken aklımdan sık sık şu cümle geçti: “Murathan Mungan’ın şarkı sözü yazıyor olması bizim için büyük lüks”. Çünkü kim ne derse desin şarkılar kadar insana doğrudan nüfuz eden çok az şey var ve günümüze bir müzik eşlik edecekse sözlerin Mungan’ın kaleminden çıkmış olması biraz ‘şiir katacaktır’ sıkıntılı hayatımıza. Hangi şarkıları dinlerken? 7 Şubat’ta Pasaj Müzik & Garaj Müzik etiketiyle yayınlanacak olan “2020 Model” albümündekileri. Tamamı Murathan Mungan’ın kaleminden çıkmış 26 şarkı.
Aslında dilden dile gezinen şarkılarının bir kısmını alır, yeni yorumlarla piyasaya sürebilirdi, biz de bayıla bayıla dinlerdik gene. Ama kolaya kaçmayı tercih etmemiş, şarkıların çoğu bu albüm için bestelenmiş. Cover olanların özelliği de ilk kez cover’lanıyor olmaları; Cem Adrian’ın “Eskidendi, Çok Eskiden” ve Çağatay Akman’ın “Otel Odaları” yorumları gibi.
Murathan Mungan’la Milliyet Sanat
Her insana dokunan meselesiyle “Evlat”, yaşamayı becerme, her şeye rağmen devam etme, anne-baba-çocuk olma üzerine düşündüren, etkileyici bir oyunOyundan çıktım, sorudan çıkamadım, uzun süre düşündürmeye devam etti beni. Anne baba olmak nasıl bir senede imza atmak demektir? “Şu andan itibaren hayatımdaki her şeyden, kendimden de önce sen geliyorsun, senin mutluluğun benim mutluluğumdur” demek midir? Bu uğurda kendin mutsuz olmayı da, mesela artık istemediğin bir evliliği sürdürmeye de varsın demek midir? Doğmayı talep etmemiş bir canlıyı dünyaya getiriyorsan bunun bedeli bu mudur? “Benim de bir hayatım olamaz mı? Başka birine âşık olamaz mıyım?” diye sorma hakkını askıya bırakarak mı girilir ebeveynlik müessesesine?
Bir cevap bulabilmiş değilim. Bir diyorum; on beş yaşında bir çocuğu gözyaşları içinde bırakarak, onun deyişiyle ‘ortadan ikiye ayırarak’ gidip yeni bir mutlu yuva kuramazsın. Bir diyorum anne baba da insan; onun da tek bir hayatı var, istediği kişiyle geçirme hakkı yok mu?
Fransız yazar Florian Zeller bu