Bir gazete fotoğrafı, siyah-beyaz. Fotoğrafın sol başında Gönül Ülkü, yanı başında Cahide Sonku. O görmeye alıştığımız sarışın efsane değil, yeni boyanmış koyu renk saçlı, yorgun yüzlü, kayıp bakışlı bir kadın. İkisinin de ellerinde birer sigara. Gönül Ülkü gülümseyerek bakıyor Cahide Sonku’ya. Cahide’nin bakışları doğrudan gözümüzün içinde. Sanki yanında kimse yok, hatta yer yüzünde kimse yok. Öteki yanında Gazanfer Özcan, Filiz Akın, Adile Naşit. Onlar da mutlu sayılacak ifadelerle Cahide’ye bakıyorlar. Hastaneye ziyarete gelmişler, bir zamanların büyük yıldızının yalnızlığını ‘paylaşmaya’, bir vefa örneği göstermeye. Yanlarında fotoğrafçı. Yarın bu fotoğrafı bütün Türkiye görecek.
Ben bu baktıkça dile gelip konuşan fotoğrafı bir kitap sayesinde gördüm: Osman Balcıgil’in Destek Yayınları’ndan çıkan ‘Cahide Sonku Romanı’ “Kızıl Çengi”. Kitapta kendisi yok, fotoğrafın. Yazar “Bazen bir fotoğraf o kadar çok şey
Hayat hikâyeleri anlatan belgeseller, portreler konusunda son yıllarda -biraz da internet sayesinde- bir atak yaptığımızı söylemek mümkün. Pek çok ünlü insanın hayatına dair kısa-uzun, kimi doğru kimi yanlış bilgilerle dolu videolar bulunuyor artık. İçlerinden bir şekilde güvenilir olanını bulmak size kalıyor.
Yeni tanıştığım bir YouTube kanalı bunlar arasından iki özelliğiyle sıyrılarak beni saatlerce alıkoydu: Her Hayat Bir Hikâyedir, Kanal D Haber editörü Taner Alp’in pandemi zamanında önemli bulduğu hayatları anlatmak için açtığı ve bugüne taşıdığı bir kanal. Bahsettiğim iki özelliğinden ilki, seçtiği isimler. Nilgün Marmara’dan Bilge Olgaç’a, Madam Anahit’ten Seyyan Hanım’a, Meyhaneci Refik’ten Emek Sineması’nın efsane müdürü Hikmet Dikmen’e, “Sevmek Zamanı”nın ‘resimdeki kadın’ı Sema Özcan’dan Yaman Okay’a, bir zamanlar ‘mercimek teyze’ diye anılan Prof. Ayşe Baysal’dan Kazancı Bedih’e pek çok farklı ismin hikâyesini
“Özkan bizim hepimizin kınalı kuzusudur. Gruba katıldığında henüz 16 yaşında pembe yanaklı bir çocuktu. Bence Özkan sahne için yaratılmış bir insan. Hem bas gitar çalıp hem şarkı söyleyip, ikinci üçüncü sesleri yapıp hem dans edebilen bir müzisyen ben hiç görmedim”.
Fuat Güner bu sözlerle anlatıyor, Özkan Uğur’u, Yunus Ozan Korkut imzalı “Ele Güne Karşı” belgeselinde. Bu cümleler eşliğinde bir yandan da o bir an içinde tutamadığı kıpır kıpır enerjisiyle dans eden Özkan’ı izliyoruz. Sizin de karşınıza çıkmıştır mutlaka, bu kadar çok dansla, neşeyle uğurlanan insan az görülmüştür. Bir de gözyaşlarıyla. Hani gene aynı belgeselde yol arkadaşları Mazhar ve Fuat’la oturmuş çalarken, üzerlerinden pandemi, kendisinin hayatından ikinci kez lenfoma geçmişken, tam da “Senin yüzünden düştüm bu hâle / Ne bir şifa buldum ne de bir çare” derken bir anda gözlerinden yaşlar dökülmeye başlıyor. “Bir dakika”
Sabah Twitter’ı açtım ve güne tatlı bir haberle başladım. Bir kere bu cümlenin kendisi başlı başına mucize, çünkü Twitter bir iyi haber cenneti değil, ülke gibi, dünya gibi. Bu haberi piyanist İklim Tamkan yazmıştı, “Öğrencim Ceylin” diyordu, “Büyük bir başarıya imza atarak dünyaca ünlü müzik okulu Yehudi Menuhin Music School’a yüzde 80 bursla kabul edildi. Bu muazzam bir başarı.” Devamı da şöyle: “Ceylin’in eğitimine başlayabilmesi için yaklaşık 9000 pound gibi bir paraya ihtiyacımız var. Ceylin‘e destek olmak ister misiniz?”
Hikâyesini biraz daha öğrenmek isteyenler için minik bir videoda kendini, bu okulu kazanmak için ne kadar çok çalıştığını anlatıyor Ceylin Ada Arısan. 11 yaşında ve Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık Ortaokulu beşinci sınıf öğrencisi. Bir küçük aramayla hakkında çıkmış pek çok başarı haberine ulaşabiliyorsunuz. Çok sayıda konseri, uluslararası ödülleri var.
Bu yetenekli ve çalışkan müzisyenin
“Uzun zamandır babamın dizelerinin şarkıya dönüşüp gökyüzünü oyması en büyük hayalimdi” diye yazıyor Eren Aysan, Baudelaire’in, “Müzik gökyüzünü oyar,” dizesine gönderme yaparak: “Bir şairin müziğin sınırları aşıp uzaya yayılan yanını ele almasına hayranlık duyarım”. Babasının dizelerindeki şarkılardan söz ediyor sonra bir bir. “Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım” gibi. “Aşk bitti, şarkılar yarım” gibi. “Hani şarkılar vardır dilini bilmediğin/ bir tek sözcüğü/ bütün bir hayatı anlatır sana…” gibi…
Hayalleri gerçek oldu, babası Behçet Aysan’ın şiirlerinden bestelenmiş 16 şarkıdan oluşan “Yanık Ağıt” albümü Ada Müzik etiketiyle dijital platformlarda yayınlandı. Tam Madımak Oteli’nde 37 aydınla birlikte yakılarak hayatını kaybettiği 2 Temmuz 1993’ün 30. yıl dönümünde. Hafızalarımızdaki tozu kaldırmak, onun dizelerinde merhem bulmak için.
Eren Aysan’ın bu hayalinin altı yıllık geçmişi
Artık hepimiz farkındayız ki cep telefonlarımız masanın üzerinde diziliyken aramızda ne konuşursak konuşalım az sonra karşımıza bir sosyal medya platformunda ona dair bir reklam, bir paylaşım, bir şey çıkacak. Araba konuştun, muhtelif markalar; ayakkabı konuştun, sıra sıra mağazalar… Ne almaktan, bakmaktan söz ettiysen az sonra karşında. Pratik bir şey, seni arama derdinden kurtarıyor. Ve çok ürkütücü bir şey, biri bizi sürekli olarak dinliyor.
Öte yandan, son dönemde bu mekanizmanın sadece konuşulanları değil konuşulmayanları, düşünülenleri, akıldan geçenleri de anlamaya başladığından hatta parmak izinden karakter analizi yaptığından şüphelenmeye başladım. Ya da ülke insanının ruh halini bildiğinden ona göre bir şeyler sunmaya başladı. Şu sıralar sürekli olarak önüme ‘erteleme’ ve zaman yönetimiyle ilgili hesaplar çıkmaya başladı mesela. Çünkü ben kendimden şikâyetçiyim bu anlamda. Geceden ertesi gün yapılacakları sıralayıp sabah da öbür güne ertelemek gibi bir huyum var. Bitmeyen
Muhtelif eski şarkıların, türkülerin, alaturka ya da arabesk parçaların rock formunda karşımıza çıkmasına alışığız. Her zaman dört dörtlük bir ruh uyumu yakalanmasa da unutulmaya yüz tutmuş şarkıların yeni bir kılıkla tedavüle sokulması hiç fena fikir değil. Bu çarkı tersine çeviren ise galiba yoktu. “Hadi rock parçalarını alalım da onları kemanla, kanunla, sazla icra edelim” gibi bir fikrin Şevval Sam’dan çıkması da hiç şaşırtıcı olmadı. Herkes ondan Karadeniz havaları beklerken müzikteki çıkışını “Sek” adlı alaturka çalışmayla yaparak göstermişti, beklenmeyeni yapmayı tercih ettiğini. Şimdi de sevdiği, kendi deyişiyle “ruhumuza işlemiş, hikâyemize yer etmiş, kalbimize imza atmış” şarkıların alaturka formunda nasıl tınlayacağını merak etmiş.
Geçtiğimiz hafta, kaydı tamamlanan ilk dört şarkı çevrimiçi platformlarda dinleyiciye sunulurken, Şevval Sam da peyderpey çıkması planlanan toplam 12 şarkıyı Esma Sultan’daki konserinde söyledi. “Rock’ı Severiz” adıyla
Dönüp çıkış tarihine bakmak şaşırtıcı oldu benim için; 1989 Kasım’ıymış, “Küçük Bir Öykü Bu”nun yayımlanma tarihi. O güne kadar oyuncu olarak hayran olduğumuz Zuhal Olcay’ın bir de şarkıcılığıyla kalbimizi kazanması. Ben hep en çok etkilendiğim şarkıları ondan dinledim, bunun en büyük sebebi de ağzından çıkan her cümleye inandırmasıydı. Üstelik şarkıların baştan sona bir hikâye anlattığı bir albümdü “Küçük Bir Öykü Bu”, bizim için bir ilkti. Bir aşkın filizlendiği günlerden, daha uzaktan bakışmalardan başlayarak bütün o heyecanlı ilk günleri, onun yeryüzündeki en farklı insan olduğuna inanmaları, birlikte uçmaları, özlemeleri, sonra kara bulutları, kafa karışıklıklarını, yan yanayken uzaklaşmaları ve meşhur “Yalnızlığım”ı anlatıyordu, son derece gerçekçi ve doğal olarak acımasız bir şekilde. Şahane bir iş birliğinin ürünüydü üstelik. Bütün şarkıların sözleri Mehmet Teoman’a, müzikleri Vedat