Kulak misafirimiz akıllı telefonlar

24 Nisan 2017

Bir arkadaşımla kafede karşılıklı oturmuş konuşuyoruz. Konumuz son dönemin sağlıklı pişirme gereci olarak yükselen değerleri döküm tencere ve tavalar. Arkadaşım bir markadan söz ediyor, duymamışım daha önce, tekrar soruyorum, not alayım unutmayayım, o da heceliyor.

Sonra unutuyorum tabii pek çok konu gibi. Eve gelip facebook’umu açtığımda karşıma pat diye o firmanın reklamı çıkıyor. “Aaa ne tesadüf” diyorum, “bugüne kadar hiç duymadım, bir sözünü ettik karşıma çıktı, bak şu Allah’ın işine”.

Ertesi gün ama, aklıma BBC’de aylar önce okuduğum bir makale geliyor. “Akıllı telefonlarınız sizi dinliyor olabilir”. O zaman epey fantastik bulmuştum. Arayıp buluyorum, hâlâ öyle görünüyor gerçi ama bir o kadar da tedirgin edici.

Annesi Tayland’da trafik kazasında ölen dostundan söz ettikten kısa bir süre sonra akıllı telefonundaki arama motorunun kendisine söz konusu kazanın haberini önerdiğini anlatan biri, erkek arkadaşına migren ağrısından söz ettiğinin ertesi günü twitter’da migren destek grubu tarafından takibe alınan bir başkası, regl olduğunu söylediği gibi hijyenik ped reklamlarının akınına uğrayan bir diğeri... Haber bu tip hem sıradan görünen hem de insanı huylandıran öykülerle dolu.

Hab

Yazının Devamı

YETİNEMEYEN ÇOCUKLARIN HİKAYESİ

21 Nisan 2017

“Maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi

Bir renk değildir mavi huydur bende

Ve benim yetinmezliğimdir

Ve herkesin yetinmezliğidir belki”

Edip Cansever’in bu dizeleriyle başlıyorsa bir hikaye, yarı yolda işlerin pembeye dönmeyeceğini anlarsın. ‘Mavi’ hüznünde bir hikaye, ‘90’ların efsane grubu Blue Blues Band’in hikayesi. Canlı performanslarıyla ünlü, geriye pek az kayıt bıraktığından bir dönem onları canlı izleme şansına erişmişlerin belleklerinde yaşayan bir grup.

Bilenlerin bilmeyenlere anlattığı ‘Blue’ belgeselinin bu kadar vurucu olması biraz da bundan. İzledikten sonra “Dur bakayım, neler yapmışlar” diye dönüp dinleyemiyorsunuz. Suya şahane bir yazı yazmışlar, efsaneleriyle yaşıyorlar.

En fazla Yavuz Çetin’in biri ölümünden sonra çıkan iki albümü var, Kerim Çaplı’dan geriye o da kalmamış. Blue Blues Band’in canlı kayıtları zaten hayal.

Mehmet Sertan Ünver’in yönettiği ‘Blue’, bu öncü grubu artık aramızda olmayan iki üyesinin; gitar büyücüsü Yavuz Çetin ile davulcu, vokalist ve daha bir sürü şey Kerim Çaplı’nın kelimenin tam anlamıyla trajik hayatları üzerinden anlatıyor.

Yazının Devamı

Giden gitti. Ya kalanlar?

20 Nisan 2017

En azından bu bitecek diye umuyordum referandumla beraber. Artık sosyal medyadan birbirimize hakaret etmeyeceğiz, biri birini vatan haini, öteki de berikini aptal olmakla suçlamayacak, “16 Nisan Miladı”nın sonrasına geçtiğimize göre artık durumu anlamakla, birlikte yaşamanın yollarını aramakla ilgilenebileceğiz. Başka çare yok çünkü.

Yani birileri için var, onlar da zaten bavulları toplayalı çok oldu. Kalanlar; evetçiler ve hayırcılar olarak hep birden buradayız. Kimsenin bu topraklardaki hissesi diğerinden daha fazla değil. Hatta referandum da aslında bunu gösterdi tam olarak.

“Hadi kucaklaşıp sevgi çemberi oluşturalım” ya da “Hayırcıların karıları kızları ganimettir” gibi savaş tamtamlarını anlamaya çalışalım, empati bugünler için demiyorum elbette. Ama her iki tarafta da bu tip yaklaşımların deli saçması olduğunu düşünen, birbirini düşman kabul etmeyen, sağduyu sahibi, aklı başında insanlar vardır. Belki bir ortak payda olur mu, çok parçalandık, biraz bir şeyleri yapıştırmayı deneyebilir miyiz gibi saf saf düşünceler geçiyordu kafamdan işte.

Ama o gece “Belki bu sefer birbirimizi anlamayı - dinlemeyi deneyebiliriz” yazma gözü pekliğini gösteren Ahmet Mümtaz Taylan daha “deneyebi-”

Yazının Devamı

İki tavus kuşunun kanat sesleri

19 Nisan 2017

Debdebeli bir devrin, görkemli bir sarayın, altın varaklı bir kafesin içine hapsedilmiş iki kadın... Hurrem ile Hurrem. Biri neredeyse bütün sarayı dize getirmiş ama ikbalinin bedelini hürriyetiyle, aşkıyla, vatan hasretiyle, evlat acısıyla ödemiş bir sultan, geçmişini kimse bilmiyor, efsanelerle yaşıyor. Diğeri hafıza kaybından muzdarip toy bir cariye. Nereden geldiğini, kim olduğunu kendi de bilmiyor.

Yıl 1558, baharın başı. Nar bülbülü acı acı öterken sarayın bahçesinde, bu iki geçmişi karanlık, geleceği meçhul kadın, Hurrem Sultan’ın gizli odasına kapanıyorlar beraber. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın buyruğuna karşı gelerek hem de. Ve karşılıklı bir hatırlama - hatırlatma oyunu oynamaya başlıyorlar.

Anılar dökülüyor sandıklardan, ölülerin hayaletleri, canlıların suretleri dile geliyor, sırlar aydınlanıyor ve bir ‘gayri resmi tarih’ canlanıyor gözümüzün önünde. Resmi olanından kesinlikle daha renkli, daha heyecanlı ve sürprizli...

‘Yıldızlar arasında ay’

Cariye Hurrem harem dedikoduları taşıyor odaya, kim ne diyor, nasıl anlatıyor yaşananları... Zamanında Kanuni Sultan Süleyman’ın hoşuna gitmek üzere eğitilmiş o kızlardan biriyken istese ‘diğer yıldızlar arasında ay olabileceğini’

Yazının Devamı

PARKTA SİLAHLI ÇEKİM

14 Nisan 2017

Televizyonun çocuklar ve gençler üzerindeki etkisine kimse itiraz edemez, doğru. Bu yüzden kimi denetlemelerin olmasını, onları olumsuz etkileyecek programların erken saatlerde gösterilmemesini hep anlıyorum. Sadece çocuk ve gençleri, nelerin olumsuz etkileyeceği konusunda RTÜK üyeleriyle hem fikir olamadım bir türlü. Hep de yazdım, bana göre şiddet sahneleri alkolden, hatta sigaradan çok daha tehlikeli. Orada iki arkadaşıyla dertleşen adamın önünde duran, romantik bir yemek yiyen çiftin tokuşturduğu kadehin kimseye bir zararı yok; üstelik alkol satışı, kullanımı yasal bir şey ülkemizde. Ve gene defalarca söyledim; aynı fikirdeyim, o buzlanmış şeyin arkasındaki her zaman daha çok merak uyandırıyor.

Ya da argo... Tamam tabii ki dizi karakterleri ağzına geleni dümdüz sıralasın demiyorum ama öyle bir sansür uygulanıyor ki, yasaklı olmayan sözcüklerle anlamlı iki cümle kurmak imkansız. Geçen gün ‘şerefsiz’ biplendi mesela, ne alakası var? Küfür mü bu? Buna karşılık, vurdu, kırdı, işkence, cinayet kimseyi kötü etkilemiyor, şükürler olsun. Rakı kadehi cıs, tabanca, bıçak oyuncak.

En son aradan camı da kaldırıp işi ekrandan doğrudan parklara taşımamız da ayrı bir hoşluk oldu.

Önceki

Yazının Devamı

Bu sefer de tayt indirimi

13 Nisan 2017

Gerçekten akıl alır bir şey değil. Ülkede kadına şiddet vakaları almış yürümüş, kadın cinayetlerinde, tacizde, tecavüzde rekora gidiyoruz, mahkemeler hâlâ erkekleri koruma peşinde.

Özellikle de ‘kocaları’ ki bu en tehlikeli durumlardan biri çünkü gün geçmiyor ki bir kadının halen evli olduğu, boşandığı ya da boşanmak istediği kocası tarafından sokak ortasında katledildiği haberini almayalım.

Kadının o ana kadar şikâyetçi olmuş olması, can güvenliğinden endişe etmesi, hakkında koruma kararı olması, hiçbiri çare olmuyor maalesef.

O koca o kararı vermişse o bıçak, o tetik ille çekiliyor. Gizli kapaklı, kuytuda tenhada değil, göz göre göre, açıkça tehdit ederek, haber vererek oluyor ne oluyorsa.

Nasıl olsa sonunda hukuk da kocadan yana. İlla o kadın bir vazifesini eksik yapmış da kocasını kızdırmış, ona kendini eksik hissettirmiş, olmadı, güvenini sarsacak hal ve hareketlerde bulunmuştur. Yemeğin tuzu eksik, çorba soğuk, düğme kopuk değilse o kadın kırmızı ruj sürmüş, kısa etek giymiştir, biriyle mesajlaşmıştır, birine gülmüştür, yan bakmıştır... Bahane mi yok... Hiçbirini de ben uydurmadım, hepsi yaşanmış olaylardan.

Bakınız, son vaka Erzurum’dan. T.K. 23 Ocak 2014’te, boşanma sürecinde

Yazının Devamı

Kafkaesk karabasan devam ediyor

12 Nisan 2017

Geçen gün bir arkadaşımla konuşuyoruz, bir tanıdığımızın evine polis gelip onu aramış, “İfadesini alacaktık” demiş. Tahminler yürütüyoruz, konu ne olabilir... O kadar çok seçenek geliyor aklımıza, hepsi de son derece mümkün.

Şu yaşadığımız Facebook Instagram Twitter vb çağında, kameralar, ekranlar dört yanımızı sarmış, en azından son 10 yılda attığımız hiçbir adım kaybolmaz, her köşe bucakta izimiz kalırken, her şey olabilir görünüyor insana.

Ne bileyim, bir gün son teknolojinin bütün nimetlerinden faydalandığımız evimizde fitness’ımızı yaparken, şehir radyosunu dinler, ananaslı pizzamızı beklerken, dört duvarımız bizi bütün kötülüklerden korur, orada tamamen bizim hükmümüz sürerken... İçeriye birden iki yabancı dalabilir ve “Tutuklusunuz” diyebilir mesela.

Absürdlük baki

Joseph K.’ya olduğu gibi. Kendisi global bir bankada üst düzey yönetici, müdürlüğe oynamakta. O gün 30. yaş günü ve karşısına adlarının Sansar ve Çulluk olduğunu söyleyen iki adam dikildiğinde aklına sadece bunun bir kamera şakası olacağı gelebiliyor.

Adamların da bir şey açıklamaya çalıştığı yok zaten, sadece tutukluluk halini tebliğ etmek için gelmişler. Üstelik pizzasını da yemişler ki bu daha sonra derdini

Yazının Devamı

Sonra işte hayat normale döndü

10 Nisan 2017

“Aman Allahım, bunu yapan insan olamaz!”, “Sizde hiç vicdan yok mu? Görüntülere bakarken gözyaşlarımı tutamadım...”

Geçen hafta Idlib’de öldürülen Suriyeli çocukların görüntüleri perişan etti sayın seyircileri. İnsanlığımızdan utanarak, dehşete kapılarak, bunun bir film olmadığını kendimize hatırlatarak izledik.

Bunun film olmadığını sık sık hatırlamak gerekiyor çünkü aslında bütün dünyanın gözü önünde böyle bir katliam yaşanıyorsa ya bu bir film olmalı ya da kıyamet günü, ‘normalde’.

Ama bizim ‘normalimizde’ olaylar pek öyle cereyan etmiyor. Tam da biz sınırın öte yanındaki Suriyeli çocuklar için duyarlı gözyaşlarımızı dökerken, sınırın bu yanında, İzmir’e bağlı TorbalıPamukyazı’da koca bir mahalle ayaklanmış, topraklarına sığınan Suriyelileri taşlarla sopalarla kovmaya gidiyor mesela.

Sebep? İstemiyorlarmış mahallelerinde Suriyeli. Haberi geçen ajansların pek de şüphe etmedikleri şekilde, olaylar “Suriyeli bir grubun, bir çocuğu dövmesiyle” başlamış. Nedenini, niçini, nasılını, kanıtını, tanığını geçtim, bir ‘İddaya göre’ ibaresi bile yok, “Suriyeliler çocuk dövdü”. Bir insandan değil, bir ‘tür’den söz ediyoruz adeta.

Peki, sonra? Çocuğun ailesi ve mahalleliler ile o aynı

Yazının Devamı