Şikâyet etmek, söylenmek bir düşünce kalıbıdır. Eğer şikâyet gözlükleriniz varsa durmadan şikâyet edecek, söylenecek bir şeyler bulursunuz. Bu, çok normal bir algıda seçicilik. Trafikten, arkadaşın beğenmediğin davranışından, damlayan musluktan, patronun egosundan, eşin dırdırından, geç pişen fasulyenin kartlığından, güneşi gizleyen buluttan, yırtılmış çoraptan... Bitmez, bitmez şikâyet edilecek olaylar. :)
Şikâyet etmek, sizi memnun etmeyen, olmuş bitmiş bir olayı düşünce olarak tekrar tekrar zihninizden geçirerek; aslında artık şu an’da var olmayan bir olayla kendi kendinize bir ilüzyon yaratarak aynı acıyı, mutsuzluğu yaşatmanızdan başka bir şey değildir.
İki kardeş bir dağın tepesine tırmanıyormuş, önlerine geçmeleri gereken bir nehir çıkmış. Tam karşıya geçeçekken yanlarında bir kadın belirmiş. Kadın aşağıdaki kasabada yaşayan, pek iyi tanınmayan bir kadınmış. Kadın sudan korktuğu için nehrin karşısına geçemiyormuş. Küçük kardeş, "biz kadını karşıya geçiriversek" demiş. Abi, "olmaz öyle şey, sonra bize laf gelir; o kadınla aramızda bir şey var sanırlar, o kötü bir kadın uzak duralım" demiş. Ama küçük kardeş dayanamamış, kadını sırtına alıp bir çırpıda karşıya
Güzel bir iş ortaya çıkarmak istiyorsanız işin sırrı, işinize odaklanmanızdadır. Tabii ki işle ilgili gerekli donanıma sahip olduğunuzu varsayarak söylüyorum bunu… :) Yaptığınız işe odaklanıyorsanız o işi çok daha güzel yaparsınız. Bu da aynı bilgi ve beceriye sahip olan insanların neden farklı sonuçlar aldığını açıklar. Hani bir deyim vardır: “Eli işte gözü dışarıda” İşte eliniz işinizde, aklınız başka bir yerde olursa ortaya çıkan sonuç da pek bir şeye benzemez. Bir işi yaparken aklınız, kalbiniz ve emeğiniz aynı noktaya odaklanırsa harika sonuçlar elde edersiniz. Yaratıcılığınızı da devreye soktuğunuz için fark yaratabilirsiniz.
Peki, nasıl odaklanacaksınız, tam olarak nereye odaklanacaksınız?
Cevap: Sonuca, mutlu sona… :) Hani o masallardan bildiğimiz mutlu sona…
İşini seven, ruhunu, kalbini, zihnini, emeğini koyan, başarılı insanların kendiliğinden bunu yaptığı gibi... Geçenlerde Bodrum Gümüşlük’te Koyunbaba mevkiinde Ehlikeyif adında küçük, şirin bir restorana gittim. Harika yemekler yapan bir yer. Yalnız eli biraz ağır... :) Önceden pek hazırlık yapmıyor, taze taze servis yapmayı seviyor anlaşılan. Neden restoranın adını “ehlikeyif” koyduğunu anlamamak mümkün
“Mutluluk benim içimde, mutluluk benim zaten doğamda var” diyebiliyor musunuz? Diyebiliyorsanız tebrikler… :) Ama siz yine de yazımı okumaya devam edin, sonra ihtiyacı olan bir arkadaşınıza yollarsınız. :)
“Yok, kendimi mutsuz hissediyorum, mutluluk benim yakınımdan bile geçmiyor” diyorsanız yine okumaya devam edin ve hemen uygulamaya geçin.
Her şeyden önce şunu fark etmeliyiz: Mutsuz olduğumuz her an, gelecek günlerimiz için bir mutsuzluk daha yaratmaktayız. İnsan alışkanlıklarından ibarettir, her şeyimiz bir alışkanlıktır. Yeme şeklimiz, uyku şeklimiz, konuşmalarımız, tepkilerimiz, ilişkilerimiz, evimiz, düşünce şeklimiz… Mutlu veya mutsuz oluşumuz da bir çeşit alışkanlıktır. Ve her alışkanlığımızın sonucunu da yaşarız. Nasıl ki çok abur cubur yeme ya da fazla yeme alışkanlığı olan bir insan, fazla kiloya ya da sağlık sorununa sahip oluyorsa mutsuzluk alışkanlığı olan bir insan da mutlaka kendini mutsuz hissedecek durumlar oluşturacak ve sonucunu yaşayacaktır.
Mutluluk ve mutsuzluk üzerine yazılacak, konuşulacak çok şey var. Daha önceki günlerde bazılarını sizlerle paylaşmıştım. Bu arada uygulamaları yapan ve bana geribildirim veren tüm okurlarıma teşekkür ederim… :)
Bugün Beşiktaş Kültür Merkezi’nde başarılı olmak, başarmak üzerine bir sunum gerçekleştirdik. Sunumun sonuna doğru “neleri başarmak istiyorsunuz” diye sorduğumda pek çok insan sağlıklı olabilmeyi, sağlıklı yaşlanmayı, hastalıklarını iyileştirmeyi başarmak istediklerini söyledi. Evet, çok doğru bir istek, çünkü sağlık yerinde olmazsa hayatta hiçbir başarının tadı olmaz.
Düşünsenize harcayamayacak kadar paranız var, her istediğinizi alabilirsiniz. Kariyerinizde zirve yapmışsınız, bir numara olmuşsunuz. Sevdiğiniz bir eşiniz var, güzel çocuklarınız var. Belki de ünlü oldunuz şöhretiniz var; ama sağlığınız yerinde değil. Bunların keyfine ne kadar varabilirsiniz? Ne kadar mutlu olabilirsiniz?
Sağlık yerinde değilse hayatın tadı da yerinde değildir. Hani eskilerin söylediği bir söz vardır, istedikleri bir şey olmadığında ya da kötü bir şey olduğunda “sağlık olsun” derler. Ne demek isterler? Sağlığımız yerinde ya o zaman sorun yok, önceliğimiz sağlıklı olmak, gerisi bir şekilde hallolur, olmasa da sağlıklı olmak benim tesellimdir, asıl önemli olan sağlıklı bir şekilde ayakta kalabilmektir anlamına gelir. Çünkü sağlığınız yerindeyse bir kez daha deneyebilirsiniz. Sonra bir kez
Bir gün kendinle başbaşa kaldığında, ortalıkta hiçbir şey yokken, sadece düşüncelerinin kuru kalabalığına karıştığında kötü bir rüyanın tam da ortasında nasıl da kendini kandırdığını anlayacaksın…
Aslında seni rahatsız, huzursuz edenin sadece zihninde taşıdığın düşüncelerin olduğunu fark edeceksin…
Huzura, mutluluğa erişmek için yerini, işini, eşini değiştirmenin çözüm olmadığını, önce düşünce şeklini değiştirmen gerektiğini anlayacaksın…
Ve sonra bir yük gemisi gelecek limanına, sen bütün yargılarını, suçlamalarını, affedemediklerini ve kibrini teker teker boşaltacaksın yük gemisine…
Yavaşça uzaklaşan geminin ardından tebessüm ederek bakıp teşekkür edeceksin bütün yüklerine...
Sonra senin de artık yeniden, hafiflemiş bir şekilde yeni bilinçli gözünle tekrar hayata yelken açma vaktinin geldiğini anlayacaksın... Tatlı bir telaş alacak içini...sevgi dolduracak tüm benliğini...
Huzurlu bir seyahati deneyimleyip yeni baştan yaşayacaksın hayatı...
Bazen zihin yükleri gelip yine içeri girmek isteyecek; ama artık sen uyanık olduğun için yük gemisini hatırlayacaksın.
Bugün çok sayıda insan depresyon, hatta kronik depresyon sıkıntısıyla karşı karşıya. Kendinizi gerçekten depresyonun içinde bulduğunuzda, ondan kurtulmak kolay değildir ama mümkündür. Kendinizi çok umutsuz, yetersiz, değersiz hissettiğiniz için herhangi bir şey yapmak çok zor gelir. Profesyonel destekleri bile reddedebilirsiniz.
Ani, şok bir durum geçirerek depresyona girilmesi dışındaki depresyonlar, zaman içinde yavaş yavaş oluşur ve ufak tefek rahatsızlıklarla sinyaller verir. Bu sinyalleri fark ederseniz depresyondan önce son çıkış olan "depresyona çeyrek var!" sapağından döner kendinizi toparlarsınız :) Bu sinyallerden bazıları; hareketsizlik, vücutta beliren küçük rahatsızlıklar, tatlıya karşı artan ilgi, sabah yataktan isteksiz kalkmak, günün çoğunu mutsuz geçirmek, yeni bir şey yapmaya ya da denemeye kapalı olmak, sık sık olumsuz konuşmalar yapmak, gelecek günler için olumlu bir hayal kuramamak, sosyal hayattan uzaklaşmak gibi günlük yaşam kalitesini düşüren durumlardır.
Zihinde sık sık olumsuz düşüncelerin dolaşmasıyla şüphe, suçluluk, bastırılmış öfke, korku gibi duygular vücuda fazla akarak ve kişiyi mutsuzluğa sürükler. Bu süreci siz başlatırsınız ve siz böyle
Hasta yatağında yatan bir insan, normal durumunun dışına çıkmıştır; fizyoloji ve psikolojisi farklı bir hal içindedir. İyileşme sürecinde beslenme, dinlenme çok gerekliyse ilaçlar dikkat edilmesi gereken konulardır. Ancak kişilerin kendilerini güvende hissetmeleri ve daha olumlu duygular içine girmeleri açısından daha önemli olan, sevdiği insanlar tarafından kucaklanmaları, dokunulmaları, okşanmalarıdır.
Sevdiğimiz, güvendiğimiz biriyle dokunsal temasa geçtiğimizde beynimizin oksitosin adı verilen rahatlatıcı bir hormon salgıladığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bu hormona sarılma hormonu da deniliyormuş… :) Bu hormon, kişide huzurlu ve mutlu bir ruh hali yaratıp kendini daha güvende hissetmesini sağladığı için iyileşme sürecini de olumlu yönde etkiliyor.
Yetimhanelerde yapılan gözlem ve deneylerde de bakıcıların sarılıp okşadıkları çocukların daha normal gelişim süreçlerinde olduğu; ancak sevilmeyen, kucaklanmayan çocukların büyüme ve gelişmelerinde yavaşlama olduğu gözlemlenmiş. Aynı şekilde hasta olan yetişkinlerde de sevgi dokunuşları alanların çok daha hızlı iyileştikleri gözlemlenmiş.
Dokunma ve öpmeyle yine harekete geçen diğer bir hormon da serotonin; yani
Bedenlerimiz mükemmel bilgeliğiyle bizi ayakta tutmak için her şeyi yapar. Ayrıca zihnimizden geçen her düşünceye göre şekillenir. Olumsuz bir düşünce, olumsuz bir duygu yaratır ve bedeninizdeki tüm hücreler bu mesajı alarak ona uyum sağlar. Bedeninizi sevmeniz ve onun farkında olarak iletişim kurabilmeniz yaşam kalitenizi artıracaktır.
Sadece başınız ağrıdığında başınız olduğunu hatırlarsanız ya da sadece mideniz ağrıdığında mideniz olduğunu fark ederseniz, bedeninizle sadece hastalık anlarında iletişim kurmuş olursunuz. Ve bu iletişim pek de iyi değildir. Çünkü hastalık esnasında bedeninizin durumundan daha çok şikâyet eder, yakınırsınız. Oysa bedenimizin de bizim tarafımızdan sevilmeye, okşanmaya, doğal beslenmeye ihtiyacı vardır.
Bir bebek dünyaya geldiğinde ebeveyni tarafından sevilirse duygusal olarak beslenirse, anne sütüyle doğal biçimde beslenirse ve ebeveyni tarafından kucaklanırsa güzel bir gelişim süreci geçirir. Aynı şeyi yaşamımız boyunca kendi bedenlerimize de yaparsak bedenimiz de bize güzel geri dönüşümlerde bulunacaktır.
Unutmayın ki hepimiz şu an içinde bulunduğumuz bedenlerle dünyayı deneyimliyoruz. Bedenlerimize sevgiyle bakarsak, değerini bilirsek