Şikâyet etmek, söylenmek bir düşünce kalıbıdır. Eğer şikâyet gözlükleriniz varsa durmadan şikâyet edecek, söylenecek bir şeyler bulursunuz. Bu, çok normal bir algıda seçicilik. Trafikten, arkadaşın beğenmediğin davranışından, damlayan musluktan, patronun egosundan, eşin dırdırından, geç pişen fasulyenin kartlığından, güneşi gizleyen buluttan, yırtılmış çoraptan... Bitmez, bitmez şikâyet edilecek olaylar. :)
Şikâyet etmek, sizi memnun etmeyen, olmuş bitmiş bir olayı düşünce olarak tekrar tekrar zihninizden geçirerek; aslında artık şu an’da var olmayan bir olayla kendi kendinize bir ilüzyon yaratarak aynı acıyı, mutsuzluğu yaşatmanızdan başka bir şey değildir.
İki kardeş bir dağın tepesine tırmanıyormuş, önlerine geçmeleri gereken bir nehir çıkmış. Tam karşıya geçeçekken yanlarında bir kadın belirmiş. Kadın aşağıdaki kasabada yaşayan, pek iyi tanınmayan bir kadınmış. Kadın sudan korktuğu için nehrin karşısına geçemiyormuş. Küçük kardeş, "biz kadını karşıya geçiriversek" demiş. Abi, "olmaz öyle şey, sonra bize laf gelir; o kadınla aramızda bir şey var sanırlar, o kötü bir kadın uzak duralım" demiş. Ama küçük kardeş dayanamamış, kadını sırtına alıp bir çırpıda karşıya geçirivermiş. Sonra herkes kendi yoluna devam etmiş. Saatler sonunda dağın tepesine vardıklarında abi hâlâ "kadını niye taşıdın, başımıza iş açtın, hakkımızda konuşacaklar. Niye yaptın, yapmamalıydın" diye söyleniyormuş. Artık küçük kardeşin de sabrı kalmamış ve "abi, ben kadını taşıyıp bırakalı saatler oldu, sen hâlâ kadını sırtında taşıyorsun, indir artık" demiş.
Hoşlanmadığınız bir şeyler olabilir. Kontrol edip değiştirebileceğiniz bir durum varsa değiştirirsiniz. Ama değiştiremiyorsanız geçip gidebilmelisiniz. Yoksa her şikâyet, eşzamanlı olarak zihininizde bir daha, bir daha yaşanacak ve aynı olumsuz duyguları tekrar tekrar yaşayacaksınız.
Şikâyet ettiğimiz, söylendiğimiz durumu başkasına söylerken aslında her seferinde kendimize tekrarlarız. Bu da insanı yorar. Bazen farkında olmadan o kadar küçük şeylerden şikâyet eder ki insan, şükretmeyi, elindekinin kıymetini unutur. Geçenlerde bir danışanım, Emrah Bey, manevi tatmin için bir şeyler yapmak istediğini söylüyordu. En sonunda Engelliler Derneğine ulaşıp yardım talebinde bulundu. Her hafta sonu derneğe gidip açıköğretimde okuyan, görme engelli bir öğrencinin kitaplarını okumaya başladı. Tabii ki bu çalışma Emrah Beye çok iyi gelmişti. İlk yaptığı yorum şu oldu: "Ne kadar da ufak şeylerden şikâyet edebiliyormuşum, aslında içimde sahip olduğum ne kadar çok zenginlik varmış, onu fark ettim. Bunu görme engelli Fatih adında arkadaşımla çalışırken fark ettim. Artık küçük bir sorun olduğunda hemen aklıma Fatih geliyor, Fatih yaptıysa ben de yaparım, diyorum."
Fatih isyan etmiyorsa, şikâyet etmiyorsa ben de etmem, diye düşünmeye başlamıştı Emrah Bey. Fatih her gün Hasanpaşa’dan yürüyerek Kadıköy’e geliyordu. O kalabalıkta yolları öğrenmiş, görmeden yürüyebiliyordu. Kendi arabanda ya da otobüste bir yere giderken trafikten vb. şikâyet etmek de neydi… :) Evet, çok doğru. Fatih hem çalışıyor hem de üniversitede okuyordu, kendi çayını kendi koyuyordu, yaşama sımsıkı sarılmış ve gülümseyebiliyordu. Çoğumuzun şikâyetleri, söylenmeleri ne kadar da anlamsız kalıyor değil mi?
Hepimize olumlu zihin gözlükleriyle baktığımız bir gün diliyorum... Fatih seni de bu vesileyle tanıdığıma çok memnun oldum… :) Teşekkürler...
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu