Evet, belki de artık zayıflamak için, hayalinizi kurduğunuz ideal kilonuza ulaşmak için çok geç olduğunu düşünüyorsunuz. Öyle mi? O zaman ne yaptınız? Vazgeçtiniz değil mi? Bir dahaki bahara mı attınız programı?
Eğer zayıflamak için doğru zamanı bekliyorsanız daha çok bekleyeceksiniz. Zayıflamak, döneme, güne ait bir şey değildir. Yaşam tarzında bir değişiklik yapmaktır. Sonuç odaklı değil süreç odaklı bir çalışmadır. Sadece vereceğiniz kiloya odaklanırsanız zayıflamak için yaptığınız her şeyi hedefe ulaştıktan sonra bırakırsınız. Böylelikle yine eskiye dönersiniz. Değişim için kararlı olmak gerekir. Pazartesiye, ay sonuna, yılbaşına atılan zayıflama programlarınız varsa hiç boşuna beklemeyin. Şimdi, harekete geçmek için neye ihtiyacınız var onu bulun. Sizi ne motive eder? Sizi bugün başlamaktan alıkoyan şey ne? Bunları bulun.
Düşünsenize şimdi harekete geçseniz, yavaş yavaş alışkanlıklarınızı değiştirseniz ve ayda sadece 2 kilo verseniz (ne o beğenmediniz mi, az mı geldi?) yılda 24 kilo vermiş olursunuz. (Geçen sene başlasaydınız şimdi 24 kilo daha ince olacaktınız, şimdi kendinizi nasıl hissederdiniz?) Yavaş yavaş ve alışkanlıklarınızı değiştirerek yapacağınız incelme,
"Kendine ne değer biçersin?" diye bir soruyla karşılaştığınızda nasıl cevap verirsiniz? Böyle soru mu olur demeyin, kendi gözünüzde ne kadar değerli olup olmadığınızı bir düşünün. Şimdi, ikinci soru geliyor: "Kendine değer verdiğinin, kendini değerli bulduğunun kanıtı ne?"
Toplum olarak, kendi değerini bilmekle bencil olmanın farklı olduğunu ve insanın bir kaynak değil bir değer olduğunu öğrenmeliyiz, öğrenmekle de kalmayıp hücrelerimize kadar hissetmeliyiz.
İki insan olmazsa aile olmaz, insan olmazsa kurumlar, işletmeler olmaz, insanlar olmazsa devlet hükümet olmaz. Kendi değerini bilmeden aile kuran bir kişi, aile reisinin kumandasına girer; değerini bilmeden oy veren kişi, hükümetin kendisine hizmet için geldiğini unutur, kendisini yönetmesi için teslim olur. Hakkını savunup hesap soracağına kendisinden nasıl yaşanılması isteniyorsa öyle yaşar. Değerini bilmeyen insan, işyerinde en fazla gizli gizli konuşur, şikâyet eder, kalkıp da hakkını savunamaz. Değerini bilmeyen insan, eşinin, dostunun ona verdiği değere göre anlık olarak kendini iyi ya da kötü hisseder.
İçinizden zaman zaman "bana kendimi değersiz hissettiriyor, beni önemsemiyor" gibi sözler söylüyorsanız dönüp
Televizyonda, bilboardlarda ve marketlerde yapılan şekerli gıdaların, pardon gıda kelimesini burada kullanmak çok yanlış olur, şekerli yeme maddelerinin albenisi o kadar fazla ki çocuklar da tatlıyı seven büyükler de kendilerini tutamıyor. Dünyada obez çocuk ve yetişkin sayısı ile hastalık çeşidi hızla artmakta. Bu duruma çok şaşırmamak lazım. Bu ürünler kimine aşırı kilo aldırıyor, kimine de çeşit çeşit hastalıkların gelmesine neden oluyor. Oysa bu ürünlerin reklamlarında gayet sağlıklı, güzel, formda, gülen yüzlü insanların profilleri kullanılıyor. Sanki güzellik, gençlik, enerji, mutluluk, fitlik verecekmiş gibi. Siz kaç şekerleme reklamında kilolu birinin oynadığını ya da poz verdiğini gördünüz? Ben görmedim... :)
Özellikle çocukları, bu kadar albenisi olan (hem tat hem de görsellik olarak), her yerde görünen bu ürünlerden uzak tutmak gerçekten kolay değil. Bir anne olarak bunun çok içindeyim. Ben bu şekerli ürünlere yeni bir ad taktım: "Mikropçeker". Sizlerle de bunu paylaşmak istedim. Ve bunun için de bir hikâye yazdım... :)
Mikroplar, ellerinde valizlerle havada uçuşup; kendilerine yerleşip konaklayabilecekleri bir yer aramaktadırlar. İlk fırsatta, en yakınlarındaki
İnsan, kendine bir hedef koyduğunda ya da bir hayalini gerçekleştirmek üzere harekete geçmek istediğinde şu anki durumuyla hedefi arasında çok büyük bir uçurum varsa, ya bir türlü harekete geçemez, çünkü yol çok uzundur, ya da harekete geçtikten çok kısa bir süre sonra yol gözünde büyür, yeteri kadar çabuk ulaşamayacağını anlar ve geri dönmek ister...
Örneğin 30 kilo vermek isteyen bir insan, yolu uzun olduğundan başlamak için hep gelecek pazartesiyi bekleyebilir. Ya da ay başını, Mart ayını vb. Diyelim ki; zayıflama yolunda ilerlemeye başladı, aradan iki ay geçti ve kişi ancak 4 kilo verebildi. Kendisiyle şöyle bir iç diyaloğa girebilir: "Ooo bu kadar emek harcadım, zaman harcadım daha verilecek koskoca 26 kilom var!" Bu kişi, muhtemelen o gün veya birkaç gün içinde bir kriz yaşayıp programını bozacak, "diyet bozuldu ve zayıflama programı komple iptal'' diyecek ve verdiği 4 kiloyu 7-8 kilo olarak geri alacaktır. Çünkü bu şekilde başlamak ve ilerlemek, kişinin motivasyonunu kırar. Yol gözünde büyür, akıl hep gidilecek yolun, verilecek kilonun üzerindedir.
Oysa motivasyon yaratmakta ve yolda kalmakta kullandığım "bebek adımlar" metodu kullanılsa durum çok daha farklı
Hani sanki hep birileri bize istemediğimiz şeyleri yapıyordur ya;
Bana söz verip tutmuyor,
Bana karışıyor,
Bana saygısız davranıyor,
Beni umursamıyor,
Benimle dalga geçiyor...
Uzayıp giden bir liste...
Danışanlarımdan biriyle aramda geçen diyaloğu anlatmak istiyorum.
Sevdiklerimizle ne kadar buluşuyor, birlikte ne kadar vakit geçiriyorsunuz? Ne gerek var, biliyoruz ki onlar telefonun bir ucunda, hatta ucunda bile değil telefonun içinde, bilgisayarın içindeler. Sıkıştırıp sıkıştırıp herkesi, her işi küçücük bir kutunun içine koyabiliyoruz. Hayat artık çok kolay; kafa yormaya gerek yok. Akıllı telefonlar bizim yerimize her şeyi yapıyor. Yolları öğrenmemize gerek yok, telefon yolu biliyor. Numaraları ezberlemeye, işlem yapmak için kafa yormaya, yani öğrenmeye ve hatırlamaya gerek yok. Akıllı telefonlarımız var. Onlar bizim yerimize düşünüyorlar, çarpıyor, çırpıyor her bir şeyimizi yapıyorlar. 4 basamaklı şifre oluşturmamıza bile gerek yok, biz yorulmayalım diye parmak izimizle kilitler açılıveriyor. Çok akıllılar maşallah!
Artık aptallaşmaya başladık, düşünmeye gerek yok çünkü. Yürümemize bile gerek yok, yürüyen merdivenler, yollar bizim yerimize yürüyor. Sevdiklerimizle buluşmaya da gerek yok onlar zaten yanımızda. Eskiden "sen benim kalbimdesin" derdik şimdi "sen benim akıllı telefonunmdasın" diyoruz. Hatta belki de çok yakında sevişmeye bile gerek kalmayacak. Koyacaksınız eşinizle telefonlarınızı üst üste, bir bakacaksınız ki 9 saat sonra
Mevsimi geldi; pek çok kişi yine dönemsel olarak "zayıflama derdi"ne düştü. Evet, "zayıflama derdi" diyorum; çünkü zayıflamak isteyenler bunu bir dert olarak görüyor. Önce zayıflamayı bir dert olmaktan çıkarmak gerekir. N e de olsa kimse derdi sevmez, dert denildiğinde de ister istemez içimizde olumsuz bir duygu gelir. İçimizde olumsuz duygu yaratan bir şey var ise onunla olumlu sonuçlar almak için adımlar atmak daha da zor gelir. Bu yüzden çoğu zayıflama programı tamamlanamadan bırakılır. Önce isteğimizi "zayıflama derdi" çerçevesinden "zayıflama programı" çerçevesine taşıyabiliriz. (Veya sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazanmak.) Bakın, şimdiden kendinizi daha iyi hissetmeye başladınız değil mi? :)
İkinci olarak, yolda kalmak adına, artık zayıflamayı bir hedef değil formda olmaya, sağlıklı ve ideal bedende olmaya niyet edebilirsiniz. Bir şeye niyet ettiğimizde içimizde bir kararlılık olur, yapmak istediğimizi kendimize, evrene, yaradana bildiririz. Şartlara göre değil, her şarta uygun olarak kararlılıkla kalbimizden geçene sahip çıkarız. Nasıl oruç tuttuğunuzda, gece son suyunuzu yudumlarken "orucumu tutmaya niyet ettim" dersiniz ve orucunuzu tutarsınız ya da bir ev almak
Kim pet şişelere konmuş temiz havayı satın almak ve solumak ister? İstemeyiz tabii ki; ama geçenlerde seyrettiğim "Loraks" adında bir çizgi film, doğaya karşı sorumsuzluğumuz bu şekilde giderse durumun buraya kadar geleceğini çok güzel anlatıyordu. Çok etkilendim ve yazmak istedim.
Surlarla çevrilmiş bir şehir, herkes görünüşte çok mutlu. Her yer tertemiz ama doğal hiçbir şey kalmamış. Yapay karlarda kayak yapıyorlar, toprak yok, her yer beton, plastik ve elektronik ağaçlar... Düğmeye basıyorsun, ağaç sonbahar ağacı, düğmeye basıyorsun, ilkbahar ağacı; başka bir düğmeye basıyorsun disko ağacı, rengâqrenk ışıklar saçıyor. Çocuklar, gençler ve orta yaş yetişkinler canlı bir ağaç tanımıyorlar, var olduklarından bile haberleri yok. Bilenler de ağaçları yaprak döken, böcek çeken zararlı bir şey olarak biliyorlar.
Şehrin yönetimi, zengin bir işadamının elinde ve o ne isterse halka onu sunuyor, satıyor ve yönetiyor. Filmin başında bir grup fikir adamı, şehir yöneticisine gelip çok parlak bir fikirleri olduğunu, çok daha fazla para kazanabileceklerini söylüyor. Bir reklam filmi hazırlamışlar, reklam şöyle: İki adam güneşin altında oturuyor, canları çok sıkılmış, "yine berbat bir