Günün birinde bir keşiş bilgeye gider ve "artık ben de bilgelik mertebesine ulaşmak istiyorum, ne yapmalıyım" diye sorar. Bilge, keşişe gülümseyerek bakar. Sonra "aşağıdaki nehrin kenarına git, oradaki çakıl taşları soğuktur, sadece biri sıcaktır. İşte, o sıcak taşı bulduğun gün bilge olacaksın" der. Adam, hemen nehir kenarına ulaşır. Başlar çakıl taşlarını eline alıp yoklamaya. Aklına bir fikir gelir, kontrol ettiğim taş soğuksa nehre atayım da bir daha aynı taşı almayayım, diye düşünür. Yıllarca eline çakıl taşlarını alıp alıp "bu da soğuk, bu da soğuk, bu değil, bu değil" diye nehre atar. Yıllar sonra bir an eline sıcak çakıl taşı gelir, tam da aradığı taşı bulduğu için yüzü gülümserken yanlışlıkla o taşı da nehre atıverir, sırf alışkanlıktan... :)
İşte, böyle... Günün birinde işimize yarayan bir yöntem buluruz ve zamanla pek çok alışkanlık ediniriz. Ve bir daha bu davranış hâlâ işime yarıyor mu, bana zararı var mı diye bakmayız. Sistem, artık bizi kontrol etmeye başlamıştır.
Peki, sizin şu an size hizmet etmeyen, hatta yararından çok zararı olan hangi alışkanlıklarınız var, biliyor musunuz? Hangi davranış kalıplarınız ya da hangi düşünce alışkanlıklarınız sizi yönetiyor
Günün birinde bir çifti bir arkadaşlarının evine kalmaya gider. Akşam yatma vakti gelince, evin hanımı misafir yatak odasını hazırlar. Ev sahibi, misafir olarak kalacak kadın arkadaşına yatması için kendi pijamalarından birisini verir. Yalnız yaşayan bir kadın olduğu için adama ne vereceğini bilemez. Size giymeniz için nasıl bir şey vereyim, diye sorar. Adam, fark etmez, der. Kadın da çıkarıp adama bir gecelik verir. :) Ve adam için o an fark eder… :)
İşte hayatta böyledir, fark etmez diye yaşıyorsa insan, o zaman da hayatın size sunduklarına burun kıvırmak anlamsız olur. Net olmak, ne istediğini bilmek gerekir. Sadece bir işe girmek istiyorsanız bir iş gireyim de ne olursa olsun, fark etmez olur, paketten ne iş çıkarsa kabul etmek gerekir. Bu durumda hayatı, şartları suçlamak niye?
Ne yemek istersin? Fark etmez. O zaman kelle paça da çıksa, hamburger de çıksa paketten söylenmeden “ ama bu da olmaz ki” demeden yemen lazım. Az önce bahsettiğimiz adama gecelik yerine dansöz kıyafeti de çıkabilirdi. “Ama ben böyle demek istememiştim, onu kast etmemiştim” demek için çok geç olabilir. O zaman ne demek istediysek, neyi kast etmek istediysek onu söylemek, onu düşünmek gerek.
Her
Hafta sonunu evde dinlenerek ve gazete okuyarak geçirmek isteyen bir adam, çocuğuna verdiği sinemaya gitme sözünü unutur. Oğlu, yanına gelip “hadi babacığım, sinemaya gidecektik bugün” dediğinde adam, işin içinden nasıl çıkacağını düşünmeye başlar. Gazetedeki dünya resmi gözüne çarpar ve aklına bir fikir gelir. Dünya resmini küçük küçük parçalara ayırarak, yapboz haline getirir. Ve oğluna eğer bu dünya haritasını birleştirirse onu sinemaya götüreceğini söyler. Adam rahatlar; çünkü dünya resmini bir coğrafya öğretmeni bile ancak akşama kadar yapabilir diye düşünür. Çocuk, 10 dakika sonra dünya resmiyle beraber dönünce, adam şaşkınlık içinde kalır. Nasıl yaptın bunu, diye sorar. Oğlu, “Çok kolay oldu, dünyanın arkasında bir insan resmi vardı, önce insanı düzelttim, sonra dünya zaten düzeldi” diye cevap verir… :)
Evet, hepimizin ders çıkaracağı basit ama bir o kadar değerli, anlamlı bir hikâye. Çoğumuz bunu biliyoruz, anlıyoruz ama nedense daha çok başkalarını düzeltmeye çalışıyoruz. Dünyamızın düzelmesi için hepimiz kendi içimize bakmalı ve kendimizle barışmalıyız. Kendimizi sevmeli ve kendimize saygı duymalıyız. İşte, o zaman dünya kendiliğinden daha da güzelleşecektir.
Yakla
Bir şeylere başlamak istersiniz tam başlayacakken ya da başlamışken bir anda vazgeçersiniz. Sonra da “ben bunu bir tülü yapamıyorum, devam edip sonuçlandıramıyorum” dersiniz. Aslında vazgeçmezsiniz; yine bir seçim yaparsınız. Her vazgeçiş, bir seçimdir. Başka bir şeyi seçeriz. Her zaman bir şeyleri seçeriz.
Spor yapma düşüncesiyle işten çıkarsınız, içinizden bir ses başlar konuşmaya: “Aslında yorgunum, evde yapılacak işlerim de var, yoksa bir arkadaşa mı uğrasam, televizyonda da dizi vardı, koltuğa geçip bir uzansam mı?”
Zihninizden gelen fısıltıların her biri, bir tekliftir. Ve birini seçersiniz. Spor yapmak yerine yatmayı, yemeyi ya da bir yere gitmeyi seçersiniz. Neyi seçtiğinizin farkında olursanız daha farklı bir sonuç alabilirsiniz. Genelde seçtikleriniz alışkanlıklarınızdır ve o alışkanlıklarınız size bir yarar sağlamıyor gibi gözükse de bir kazanç elde ediyorsunuzdur. Gizli kazanç… :) İşte, neyi seçtiğinizin ve bu seçimin size ne sağladığının farkında olursanız gerçekten neye ihtiyacınız olduğunu da bilirsiniz. Ve bu ihtiyacı daha farklı bir yolla gidermenin yolunu bulabilirsiniz.
Yeni bir alışkanlık kazanmak istiyorsanız o alışkanlığın yani yeni davranış şeklinin
Yatakta hafifçe gerinerek, gözlerini açmadan gülümsemeye başladı. Akşam uykuya dalarken düşlediği güzellikler içinde sabaha kadar mışıl mışıl uyumuştu. Ve gözlerini açmadan yanaklarında pembe güller açmasının sebebi buydu. Gözlerini açtığında yeni, taze bir güne uyanabildiği için “şükürler olsun” diye mırıldandı. Kendisine bir beş dakika daha yatakta kalma izni verdi. Çünkü gün için kendini motive etmek, dua etmek istiyordu. Ve devam etti:
“Bugünü sevgiyle kucaklamaya hazırım. Tüm güzellikleri görmeye, duymaya, hissetmeye, fark etmeye açığım. Güzel ilişkilere, güzel işlere, sağlığa, bolluğa berekete açığım. Tüm insanları, tüm canlıları, doğayı seviyorum. Bana geleni sevgiyle kucaklıyorum. Bakalım, bugün neler öğrenecek, neler fark edeceğim? Bakalım, bugün kime ne katkı sağlayacak, yardım edeceğim? Günün güzelliklerini, bilgisini, mucizelerini merakla bekliyorum.” dedi ve yataktan kalkarak banyoya gitti. Sonra aynada kendine gülümsedi. Dişlerini fırçalarken, saçlarını tararken, duş alırken kendine hizmet ettiğinin, bakım yaptığının farkındaydı. Çünkü bu dünyada emanet aldığı bedenine çok iyi bakması gerektiğini biliyordu. Hafif ama sağlıklı bir kahvaltı için kendine vakit
Sabah alarmın sesiyle gözlerini açtı ve içinden “offf yine sabah oldu” diye umutsuzca söylendi. Banyoya gidip dişlerini fırçalarken ne kadar da çirkin dişlerinin olduğunu düşündü, sonra gözlerinin altındaki morlukları fark etti. Duş almak için soyunduğunda göbeğindeki yağlardan nefret ettiğini bir kez daha hatırladı. Duşta suyun altında bugün giyecek doğru düzgün bir kıyafetinin olmadığını düşünerek ofladı. Saçlarını kuruturken saçlarının düz değil de dalgalı olmasına söylendi. Kahvaltı etmek için vakit harcamamalıydı, bunun için de erken kalkmaya değmezdi zaten. Yolda bir poğaça alır, yerim, diye düşündü. Aceleyle giyinip her zamanki rutinine, işine, sadece gününü tamamlayıp maaş almak için gittiği işine, doğru yola çıktı. Yolda giderken işyerindeki gıcık patronu “yine bugün saçmalayıp sinirimi nasıl bozacak acaba” diyerek aklından geçirmeye başladı...
Şimdi, böyle güne günaydın diyerek mi başlanmış olunur; yoksa günkaranlık diyerek mi? Böyle başlanan bir günden akşam olduğunda nasıl olur da gün güzel geçmediği için gün, hayat, kader ya da başkaları suçlanabilir? Eğer yukarıdaki örneğe benzer bir şekilde güne başlıyorsanız zihninize olumsuzlukları görmesi için komut vermiş,
Çocukluğumun meşhur misafir odası... Kapısı kitli duran, ayda bir iki kez sadece misafir için açılan, yasaklı oda.
Çocuğuz işte, abim ve benim aklımız hep o odada; girmemiz yasak. Sadece misafirlere hizmet için bekleyen, güzel koltuklar, güzel perdeler, güzel halılar... Misafir kadar değerimiz yok sanki. Sadece biz değil annem babam için de aynı şey geçerli. Onların da kendileri için misafir odasının kapılarını açıp, şöyle bir keyif yapma izni yok. Odadan faydalanabilmek için, o da misafirden yer kalırsa, misafir geleceği günü beklemek gerekiyor. Ne kadar acı bir durum aslında. Çocuksun ve evinin en güzel eşyalarının tadını çıkaramıyorsun. Böyle bir hakkın yok. Sen, misafir kadar değerli değilsin. Sen, o güzelim odaya layık değilsin Bir çocuk olarak bundan pek farklı bir yorum yapamıyorsun. Böyle bir durumda kendi özdeğerini yitirmeyip de ne yapacaksın!
Neyse ki bir gün babamın canına tak etti ve “yeter artık ya açın şu kapıları, geçelim, biz oturup keyif yapalım” dedi. Hiç unutmam o an’ı. Misafir odasının buzlu camdan olan kapısı sanki heybetli bir sarayın salonun kapıları gibi ağır ağır açılıyordu. İçeriden gözlerimi kamaştıran büyülü bir ışık yayılıyordu her yere.
Her gün yeni bir güne uyanırız. Hepimize yaşamamız için eşit şekilde, yeni bir 24 saat sunuluyor. Bunun ne kadar devam edeceğini seçemeyebiliriz. Ancak nasıl değerlendireceğimizi seçebiliriz. Güne merhaba diyerek umutla uyanabilmeyi ya da umutsuzlukla uyanabilmeyi seçebiliriz. Elimize teslim edilen bugünü nasıl yaşayacağımızı, nasıl değerlendireceğimizi seçebiliriz. Gün içindeki seçimlerimiz, hayattaki durumumuzu belirleyecektir.
Başarılı ve mutlu insanlar, önceliklerini bilirler ve ona göre seçimler yaparlar. Sizin için bugün en önemli olan şey ne, bugün neye ulaşmak istiyorsunuz. Günün sonunda hepimiz yorgun olacağız. Ama arada farklar olacak; sorunlara sorun katmakla mı yorulacaksınız yoksa çözüm üretmekle mi? Birinci durumda, bitkin bir yorgunluk; ikinci durumda ise tatlı bir yorgunluk olacak. Seçim yine bize kalmıştır.
Her gün kendinize şu soruyu sorun: “Bu 24 saati nasıl değerlendirmek istiyorum?” Geçen zaman dilimi bir daha gelmeyecek ve geçmiş olsun diyeceğiz. Her an seçim halinde olduğunuzun farkında olun, eylemsizlik de bir seçimdir. Harekete geçmek de bir seçimdir.
Bir amacınız varsa, gününüzü o amaca uygun seçimler yaparak yaşarsanız, amacınıza ulaşırsınız.