Üzüldük, korktuk, öfkelendik, sevindik, heyecanlandık... Olumlu olumsuz pek çok duyguyu bedenimizde hissettik, deneyimledik; deneyimlemeye devam ediyoruz. Hiç kendinize "bugün öfke duygusunu yaşamak istiyorum" ya da "bugün korkmak istiyorum'' dediniz mi? Tabii ki demediniz. Peki hiç kendinize "bugün sevme duygusunu yaşamak istiyorum" dediniz mi? Muhtemelen bunu da demediniz. Eğer dediyseniz tebrikler, zihninizi sevgiye yönlendiriyorsunuz, aynen devam :)
Kendi zihninize böyle bir yönlendirme yapmıyorsanız ki mutlaka yapıyorsunuz (bilinçaltınızdan) karşınıza korkulacak bir şey çıktığında korkuyor, öfkelenecek bir şey çıktığında öfkeleniyor ya da sevilecek bir şey çıktığında seviyorsunuz. Yani duruma göre ne geliyorsa ona göre bir duygu hissediyorsunuz...
Genel bir gününüzü düşündüğünüzde; gün boyu en çok içinde bulunduğunuz duygu durumu nedir?
Daha fazla sevgi dolu olmak istemez misiniz? Belki de şu an en çok ihtiyacınız olan şey budur :) Kalbinizde, tüm bedeninizde daha fazla sevgi hissetmek. Dünya için daha fazla sevgi üretmek. Her şeyin ilacı olan sevgiyi daha fazla deneyimlemek, önce kendimize sonra da başkalarına sevgi vermek.
Gün boyu belki kendinizle belki de
Huzur sizin için ne anlam ifade ediyor? Huzur kelimesini en çok neleri ifade ederken kullanırsınız? Benden birkaç örnek:
Bir huzur ver!
İlişkimde huzur olsun istiyorum..
Evde huzur yok...
İşyerinde huzur yok...
O çok huzursuz...
İçimde bir huzursuzluk var...
Huzur istiyorum...
hiç kendi ellerinizi sevgiyle öptünüz mü? Eğer hâlâ öpmediyseniz biraz sonra öpeceksiniz. :)
Bedenimizin her uzvu, her organı, 24 saat bizim için durmaksızın çalışır. Çoğu zaman farkında bile olmayız. Ayaklarımız, bizi gitmek istediğimiz her yere götürür; gözlerimiz, günümüzü gecemizi aydınlatır; burnumuz, mis kokuları içimize çeker, kötü kokulardan kaçmamız için uyarır... Kalbimiz, ciğerlerimiz, böbreklerimiz... Her biri durmaksızın çalışır. Bilmem, siz onları hasta olmadan, sağlıklıyken hatırlayıp sizin için çalıştıkları için teşekkürlerinizi sunar mısınız? Emin olun ki her biri sizin tarafınızdan hatırlanmak için can atıyor.
Geçen hafta sağlık çalışmasına katılan bir danışanıma tüm organlarına ve uzuvlarına dokunarak teşekkür çalışması yapmasını tavsiye ettim. Ağrıyan bölgelerine de hafif hafif zeytinyağı ya da masaj yağı ile masaj yapmasının iyi geleceğini söyledim. Bu hafta danışanım tekrar çalışmaya geldiğinde ilk kez ellerinin ne kadar da çok işe yaradığını fark ettiğini söyledi. Ben de ona ellerini öpmesini söyledim, ilk önce şaşırdı ama onlarca sevgi dolu öpücük kondurdu ellerine. Bugüne kadar kendi ellerini öpmek hiç aklına gelmemişti. Garip bir durum değil mi,
hiç kendi ellerinizi sevgiyle öptünüz mü? Eğer hâlâ öpmediyseniz biraz sonra öpeceksiniz. :)
Bedenimizin her uzvu, her organı, 24 saat bizim için durmaksızın çalışır. Çoğu zaman farkında bile olmayız. Ayaklarımız, bizi gitmek istediğimiz her yere götürür; gözlerimiz, günümüzü gecemizi aydınlatır; burnumuz, mis kokuları içimize çeker, kötü kokulardan kaçmamız için uyarır... Kalbimiz, ciğerlerimiz, böbreklerimiz... Her biri durmaksızın çalışır. Bilmem, siz onları hasta olmadan, sağlıklıyken hatırlayıp sizin için çalıştıkları için teşekkürlerinizi sunar mısınız? Emin olun ki her biri sizin tarafınızdan hatırlanmak için can atıyor.
Geçen hafta sağlık çalışmasına katılan bir danışanıma tüm organlarına ve uzuvlarına dokunarak teşekkür çalışması yapmasını tavsiye ettim. Ağrıyan bölgelerine de hafif hafif zeytinyağı ya da masaj yağı ile masaj yapmasının iyi geleceğini söyledim. Bu hafta danışanım tekrar çalışmaya geldiğinde ilk kez ellerinin ne kadar da çok işe yaradığını fark ettiğini söyledi. Ben de ona ellerini öpmesini söyledim, ilk önce şaşırdı ama onlarca sevgi dolu öpücük kondurdu ellerine. Bugüne kadar kendi ellerini öpmek hiç aklına gelmemişti. Garip bir durum değil mi,
Hepimizin bildiği Pamuk Prenses hikâyesinde cadı kraliçe aynanın karşısına geçer ve sorar: “Ayna ayna söyle bana, var mı benden güzeli bu dünyada?” Gelen cevap, “evet” olur ve kraliçe kabul edemediği pamuk prensesi yok etmek için harekete geçer. Güzelliğini gerçekleştirmek için dışarıda çözüm arar. Hepimiz hikâyenin sonunu biliriz. Kraliçe güzelliğini eşsiz ve daimi kılamaz. Çünkü içinde güzelliği bulamamıştır.
Siz aynaya ne kadar sıklıkla bakarsınız? Baktığınızda ne görürsünüz? Aynaya ne söylersiniz? Bazı insanlar aynaya sadece çok mecbur olduklarında bakar. Örneğin sadece makyaj yapmak için, sadece saçının son halini görmek için. Ya da yüzünde, vücudunda, elbisesinde bir kusur var mı diye... Muhtemelen de gözlerine batacak bir şeyler bulur...
Bazı insanlar aynalardan düşmanlarıymış gibi kaçar. Asıl kaçış kendinden kaçıştır, aynada kendini görmeye taammül edemeyen kişi nasıl olur da başkalarından ilgi ve yardım bekler; bunu bir düşünmek lazım. Kişi kendini kabul etmez, beğenmezken nasıl olur da dışarıdan bir güzellik gelip içine girebilir. Aynalarla barışmak yani kendimizle barışmakla başlar her şey. Ayna sadece fiziksel görüntüyü yansıtmaz, içsel enerjiyi de yansıtır. Bir
Genç kız sürekli huzursuzlanıyordu. Hem okuması hem de çalışması gerekiyordu. Kendi ayaklarının üzerinde durabilmek için adeta zamanla yarışıyordu. Genç yaşında tüm enerjisini hayatını kurmaya harcıyordu. Sosyal hayatından, arkadaşlarından hatta sevgilisinden bile vazgeçmişti. Bunların hiçbiri onu huzursuz etmiyordu. Ne de olsa okul bitip işler yoluna girdiğinde sosyalleşebilir, bir sevgili bulabilirdi. Ama vakitsizlikten ve yaşam koşullarından dolayı aksattığı, vaktinde yerine getiremediği ibadetleri onu çok huzursuz ediyordu. Kendini suçlu hissediyor, Allah ile olan bağının koptuğunu düşünüp başına kötü şeylerin gelebileceğinin endişelerini yaşıyordu. Hatta son zamanlarda kendiyle olan iç konuşmalarında “ben kötü, çirkin bir insanım” demeye başlamıştı. İçindeki huzursuzluk o kadar artmıştı ki bu düşünce ve duygular güzel yüzünde sivilceler olarak kendini göstermeye başlamıştı. Bu durum, genç kızı daha da olumsuz duygulara sokup hayatını zorlaştırıyordu...
Sizlerin de belki zaman yetersizliğinden, yaşam koşullarından dolayı ihmal ettiğiniz bir şeyler vardır. Eğer ihmal ettiğiniz şey, sizin için önemliyse zamanla iç huzursuzluklar başlar. Sizin için önemli olanı hem yapamaz,
Yıllar önce bizlere yalnış öğretilen bakış açılarından birisi de “kazanmak, tek başına kazanmak”... Birisi kazanırken birisi de kaybetmeli mantığı. Böyle olunca, kazanamazsan kaybeden olduğun gerçeği. Neden tek başına kazanmak? Ya da neye göre kazanç?
Bugün kayıp gibi gözüken bir şey, aslında bir sonraki adımda bizi kazanmaya götürebilir. Nasıl mı? Her şey, önce düşünmekle, sonra uygulamak yani adım atmakla, sonra da Evrene, Tanrıya güvenerek serbest bırakmakla başlar ve gelişir... Kazanca dönüşeceğine inandığınız ve o yönde atım attığınız şey, bir şekilde size kazanç olarak geri döner. Ve kazanmak için illaki birilerinin kaybetmesi gerekmez. Artık “kazan-kazan modeli”ne geçmekte fayda var. Çünkü kazan-kazan demek, durumlara sevgiyle yaklaşmak demektir. Her iki taraf için de hayırlı gelişmeler dilemektir. Aynı durumda, biri A’dan kazanırken diğeri B’den kazanabilir. Kazanmalı da zaten. Tek taraflı kazanmak, zihnin koyduğu sınırdan ibarettir. Kişi, kendi istediklerini elde etmeye çalışırken başkalarının da istediklerini elde etmeye yardım ederse işin içine sevgi ve dürüstlük girer. Sevginin ve dürüstlüğün olduğu her şey çoğalır. Kazanımlar herkese yeter.
İster ilişkiler,
Bir sorun varsa çözümü de vardır mutlaka. Önemli olan çözümü nerede aradığınızdır. Dışarıda mı, içinizde mi? Hani bir hikâye vardır: Bir çift, sokakta kaybettikleri anahtarı arar, etraftan onları görenler de gelip yardım etmeye başlar. Sonra birisi gelip anahtarı tam olarak nerede kaybettiklerini sorar ve cevap “evde kaybettik” olur. Niye evde aramıyorsunuz diye sorulduğunda “çünkü ev karanlık, burası daha aydınlık” diye cevap verirler. Çoğu zaman, kişi farkında olmadan sorunlarının çözümlerini böyle dışarıda, başkalarında arar. Başkalarının ya da olayların değişmesini sorunun çözümü olarak görür. Böyle bir bakış açısıda kişiyi beklemeye, şikâyet etmeye, umutsuzluğa ya da çaresizliğe sürükler.
Yalnızlığı bir sorun olarak gören kişi; “hayatımda biri olsaydı...” diye başlayan bir cümle kuruyorsa yalnızlık probleminin çözümünü dışarıda arıyordur. Ve çözüm asla gelmeyecektir. Kişi önce yalnızlık sorunu kendi içinde çözmelidir.
Mutsuzluğunu karşısındaki insanın davranışlarına bağlamışsa kişi; “ah bir değişse de huzura kavuşsam...” cümlesini sık sık kuruyorsa, mutsuzluk sorununun çözümünü başkasının değişiminde arıyordur. Ve çözüm asla gelmeyecektir.
İşinde yükselememesini iş