Adaletin terazisi, yaşamın her boyutunda karşımıza çıkan bir olgu… Ama ne yazık ki bu terazinin insan elinde olanının ölçümü her zaman adil işlemiyor.
Bakıyorsunuz televizyon dünyasına… Başarılı bir iş reyting ölçümünde geri kaldığı için dizi mezarlığına yollanırken sürekli kendini tekrarlayan boş konuşmalara sahip bir vasatlık tepelere yükseltiliyor.
Aynı adaletsizlik sinemanın gişe olayında da mevcut… Özentiyi ve yozlaşmayı körükleyen sözde komediler-romantikler cepleri dolduruyor. Buna karşılık kapsamlı ve bilinçlendirici içeriklere sahip filmler gişe bir yana oynatılacak salon bulmakta dahi zorlanıyor.
Öte yandan sanatta veya medyada durum bunlardan hiç farklı değil. Adamı olan, arkasını sağlama alana kapılar her daim açık… Kayda değer bir şeyler üretemeseler bile onlar el üstünde tutulur. Dişe dokunur yaratıcılık sunanlar, yazılarına gönüllerini koyanlarsa gözden ıraklara savrulur.
Velhasıl insanların elindeki ‘adaletin terazisi’ yaşarken pek de adil tartamıyor. Umutlar da, işin ruhani boyutundaki adalete kalıyor. Bu noktada en bilinen resmediliş, günümüzde dahi gizemini korumayı başaran Antik Mısır’dan çıkıyor karşımıza…
Mısır’ın otantik atmosferi, tanrısallaştırılan firavunlarıyla zenginleşen tarihinin gizemi oldum olası çekici gelmiştir bana. Tabii bu çekicilik benim şahsi merakımın ötesinde araştırmacılar, arkeologlar için çok daha geçerli. Tarih boyu sürekli didiklenmiş bu yüzden Mısır’ın eserleri. Özellikle 18. yy’dan sonra Avrupalı arkeologların ilgi odağına dönüşmüş Antik Mısır…
Firavunların mezarlarına yani piramitlere yönelik keşif tutkusu, en uzun süre ayakta kalmayı başarmış bir medeniyetin tarihini analiz etmek, geçmişe dar bilgi sahibi olmak adına güzeldi kuşkusuz. Ancak bu girişimler beraberinde ‘lanet’ korkusunu da getirerek Antik Mısır tarihine ürkütücü bir boyut kattı.
Bulunduğu andan itibaren türlü felakete sebep olan ve Brithish Museum’ı da peş peşe gelen belalarla karşı karşıya bırakan… 10 yılda 20 kişinin ölümüne yol açmanın ardından ‘istenmeyen’ ilan edilerek bir arabanın altına saklanıp Titanik’e bindirilerek Amerika’ya götürülmeye çalışılan Amen-Ra’nın mumyasının Titanik’i batırdığı inancı bu lanetlerden bir örnek sadece. Daha pek çok lanet öyküsü var tabii. Buna rağmen mezar bulma, Mısır çöllerinin altını üstüne getirme hevesinin sürekli canlı kaldığı da bir gerçek.
Antik Mısır’ın gizemlerine yönelik son çalışma ise geçtiğimiz günlerde gün yüzüne çıkartılan Osiris’in mezarı! Aslında Ölüm Tanrısı Osiris için inşa edilen bu dev mezar kompleksinin araştırmaları 1880’li yıllara dayanmakta ve henüz en dipteki iki odaya ulaşılamadığı için şu anda da tamamlanmış değil. Yani kısacası Antik Mısır konusu kaz kaz bitmez derinlikte.
Ortada bu denli verimli ve ilgi uyandıran bir kaynak olur da kurgu dünyası boş durur mu? Durmaz elbet. Nitekim Tutankamon’un Laneti, Lanetli Tapınak, Mumya serisi derken… Bu türde bir dolu yapım yer buldu beyazperdede. Belgeseller de cabası…
Geçmişten günümüze farklı filmlerde Mısır’ın piramitlerini ve bu mezarların sakinlerinin lanetlerini işleyen yapımcılar şimdi de ‘Piramidin Laneti/The Pyramid’ filmini çıkartıyor karşımıza. Üstelik çalışmaları süren mezar keşfinden dolayı ilgi tazeliğine sahip olan Osiris’in ve onun adaleti tartan yardımcısı-mezarların bekçisi Mumyalama Tanrısı Anubis’in yer aldığı bir üç köşeli piramit gizemiyle!
MISIR’IN ÖLÜLER KİTABI’NDAN ANUBİS’İN TERAZİSİNE…
Kahire’nin 2013 yılındaki kargaşalı ortamıyla açılışını yapan ‘Piramidin Laneti’, çölün ortasındaki kazı alanına belgesel çekmek için giden ekibin yaşananları belgeleme anlarıyla öyküsünü başlatıyor. Köpekler sürekli havlasa, çölün gerilimli atmosferi olsa dahi bu etapta her şey güllük gülistanlık. Hatta pembe diziye uygun sahneler bile yansıyor kameralara.
Kısacası Mısır sokaklarında darbenin ayak seslerini hissettiren gerilim sürerken Akhenaton’un kayıp piramidinin arayışındaki arkeolog baba-kız, belgeselcilerle birlikte yüzyıllardır kumların altında kalmış olan üç yüzlü bir piramit bulma sevincini yaşıyor. Geçmişe saygıyı elden bırakmayıp yeniliklere de açık olan ve arkeolojik araştırmalarında uzay teknolojisinden faydalanmayı ihmal etmeyen Holdenler, uydu görüntülerinden piramidin içini gözlemleyip diğerlerinden farklı olarak bir apex’inin bulunduğun dahi tespit edebiliyorlar. Ancak bu süreçte belgeselci gerçekçilikle yansıtılan arkeolojik araştırmanın keyfi, piramidin kapısının açıldığı gün bozuluveriyor. Güvenlik kaygısına düşen Mısır hükümetinin araştırmaları noktalamasıyla her şey ters yüz oluyor. Asıl öykü de bu noktadan sonra başlıyor.
İnsanoğlunun keşfetme merakının ve üslerine hesap verme kaygısının nelere mal olabileceğini ispatlayan süreçte seyircisine farklı bir labirent gerilimi yaşatan ‘Piramidin Laneti’ için ilk sözümüz, öyle umulduğu gibi yalın bir korkutuculuk yoğunluğuna sahip olmadığı… Ki bu da yapımı benzerlerinden ayırmakta! Daha çok gerilim havasında ilerliyor senaryo… Bu esnada da bir yandan Antik Mısır hakkında bilgiler veriyor, bir yandan da öteki dünyanın değerlendirme felsefesine dalıyor.
Korku objesi olarak karşımıza çıkartılan Anubis filmin ana fikri! Onun ruhları nasıl tarttığını uygulamalı olarak gösteren ‘Piramidin Laneti’ bu noktada çok şey söylüyor aslında. Özellikle final sahnesiyle verdiği mesaj dikkate değer. Zira terazinin bir kefesine ölünün ruhunu temsil eden kalbi, diğerine de Adaletin tanrıçası Ma’at’ın doğruluk tüyünü koyarak kişinin iyilikle kötülüğünü tartan ve teraziyi dengede tutacak iyi kalp bulmakta zorlanan Anubis’in bu gidişle daha çok kalp yiyeceğinin işareti gibi.
Anubis, doğruluk tüyüne karşı ölünün kalbini tartıp kimin yeraltının yılanlarına, kimin ahrete gideceğinin kararını verme konusunda Osiris’e yardım ededursun, biz gelelim Gregory Levasseur tarafından yönetilen ‘Piramidin Laneti’ne…
‘Aynalar’, ‘Tepenin Gözleri’ gibi yapımlarda senaristliği üstlenen Gregory Levasseur, yönetmenlik sınavını verdiği ‘Piramidin Laneti’nde iyi bir iş çıkartmış. Öyle ki bu filmi izlerken, NASA’nın robotunu kurtarmayı kendi meraklarına bahane ederek piramide giren ekip gibi seyirci de kendini kapana kısılmış hissediyor. Bu duyguyu aktarmayı başaran da, yönetmenlik becerisinin ötesinde, Mısır’ın Ölüler Kitabı’ndan Anubis’in terazisine uzanan gerilimli yolculuğun işleniş biçimi! Her ne kadar klasik detaylarla bezeli olsa dahi her sahne kabul edilebilirlik açısından kayda değer özellikte.
Dahası efektlerin yerindeliği ve ölçülülüğü, insani yansımaların abartısız doğallığı ve kopukluk yaşamayan bir akıcılıkla sunulan içerikteki belgeselci anlatım dili o derece etkin ki, dar mekânların geriliminde ilerleyen filmin türü de kendi içinde değişime uğrayıveriyor. Dolayısıyla hayaletler, mumyalar gibi soyut klişeler yerine ayakları sağlam basan ve mantıklı izahları olan korkutucu unsurlar seçip bunları dahi irdeleyici bir üslupla örgüye yerleştiren filmi seyrederken ‘korku’ beklentisinden ziyade bu antik tarih anlatımının nereye bağlanacağına yönelik ‘merak’ duygusu kabarıyor.
Sonuçta; ‘Piramidin Laneti’ ruhları tartan, belgesel tadında klostrofobik bir gerilim pozisyonunda! Şayet belgesellerin öğreticiliğine meraklıysanız, bunu gerilim kıvamına getiren bu film tavsiyemdir… Hele de benim gibi bu tür atmosferlere düşkünseniz, Masonların Antik Mısır tutkusuna da ufaktan dokunduran ama ana özelliğini Anubis’in ruhları tartan terazisiyle ortaya koyan ‘Piramidin Laneti’ tam size göre derim.
Dahası; İyiliğin, tüy kadar hafif görünmesine karşın her yaşta kötülük yapmaya müsait olan insan ruhuyla bunu dengelemenin ne denli zor olduğunu ortaya koyan Anubis’in terazisinde ruhların nasıl tartıldığını görmek ve adaletin anlamını sorgulamak için de birebir!
Anibal GÜLEROĞLU