Geri dönüşler… Kolay gibi görünse de aslında zordur, geri dönüp aynı yolda yürümek. Bazen hüzünle sonuçlanır, bazen sevinçle. Kimi hüsrana uğrar dönmüş olmaktan, kimi akıllıca yapılan bir geri dönüşle varlığını sürdürür kaldığı noktadan. Kısacası geri dönüşler kendi derinliğini ya da sığlığını içinde saklar.
Öte yandan her geri dönüşün istenilen hedefi tutturamayacağı, bir noktadan sonra geri dönmemenin en hayırlısı olduğunu da unutmamak lazım. Gel gör ki gerçek hayatta olduğu gibi kurgu dünyasında da ‘Mahkûm’ misali bu gerekliliği göremeyip hayal kırıklığı yaşayanlar çok maalesef. Buna karşılık çizdikleri yol haritasıyla geri dönüşlerine derinlik katmayı bilenler de mevcut kuşkusuz.
Nitekim Kanal D’nin sevilen işlerinden ‘Yargı’ da bunu başaranlardan. Hatta yeni sezonuna o denli gizemli biçimde başladı ki, sergilediği merak uyandırıcı geri dönüş performansıyla ‘En derin geri dönüş’ yorumunu fazlasıyla hak etti.
‘YARGI’NIN ŞEYTANI AYRINTILARDA GİZLİ!
Sema Ergenekon imzalı ‘Yargı’ geçensezonun en beğendiğim yapımlarından biriydi. Dahası gerek suçla aşkı buluşturup ‘Katil kim’ sorgusuyla ilerleyen içeriği gerek karakter yapılandırması gerekse oyuncu performansıyla başarı
‘Hayat bir masala benzer. Uzunluğu değil, iyi olup olmadığı önemlidir’ demiş oyun yazarı-düşünür Seneca. Gerçekten de ‘Bir varmış, bir yokmuş’ misali gelip geçen hayatı layıkıyla hissedip yaşayabilmek herkesin harcı değil. Özellikle yükü ağırlaşan hayat şartlarında iyi hayat sürmek büyük beceri isteyen bir durum. Dolayısıyla tüm katılığıyla karşımızda duran bu konuyu yorumlama noktasında iyimserlikten ziyade gerçekçilik mantığı giriyor devreye.
En büyük gerçekse hayatı, bugünden ibaretmiş gibi algılamak ve dahi onu iyi kılabilmek için savaş vermek. Zira ünlü yazar Alfred Hitchcock’un da işaret ettiği gibi ‘Hayat; zafer değil, savaştır’!
Öte yandan hayat savaşında kaybetme ihtimalinin kazanmak kadar, hatta daha da çok olduğunu unutmamak lazım. Nitekim kurguların hayat mücadelesi için de geçerli bir durum bu. Her proje uzun ekran ömrüne sahip olma beklentisiyle çıkıyor yola. Lakin sadece uzun süreye odaklananlar iyi olmanın gereklerini arka plana atınca beklentiler de boşa çıkıyor kolayca.
Kimisi hikâyenin özünü bozarak ya da senaryo kısırlığında kendini tekrara düşürerek… Kimisi de karakterlerinin yol haritasını değiştirip veya tombaladan karakter ilave edip farklı
Bir yeni sezon daha geldi çattı. Önceki dönemden devredenler bir bir ekrana dönerken yeni yapımlar da yüzlerini göstermeye başladı. Kimi yabancı dizilerden uyarlanıyor, kimi hasbelkader özgün çıkıyor, kimisi de yerli edebiyatımızın eserlerini kendine ilham kaynağı yapıyor. Nasıl ki, Neslihan Atagül ile Kadir Doğulu’yu bir kez daha buluşturan ‘Gecenin Ucunda’ dizisi de bunlardan biri.
‘Hiç anlatılmamış gerçek bir hikâye’ sloganıyla ilk tanıtımını yapan dizi, göründüğü kadarıyla oldukça iddialı bir giriş yapacak sezona. Zira kadrosundaki dikkat çeken isimlerin yanı sıra içeriğin, ödüllü isimlerinden Peride Celal’in romanından uyarlanması da bu iddianın dayanağı.
Peki… Yakında Star TV ekranında yerini alacak olan ve ilk tanıtımını yayınlayan dizi, bu dayanaklarıyla bize ‘‘Gecenin Ucunda ışık var’’ dedirtirken, gerçekten de sergileyeceği performansla beklentilerimizi karşılayabilecek mi? Bu noktada nihai yorumumuzu her daim olduğu gibi iş ortaya konduğunda yapacağız elbet. Lakin onun öncesinde romanın özünden ve tanıtımdan yola çıkarak birkaç tespitte bulunmadan edemeyeceğiz. Nihayetinde 1963’te yazılıp yıllar sonra yazarı tarafından yeniden ele alınan bir romanın derinliği var
Bir yaz daha bitti bitecek. Elde kalan ne diye düşünürsek… İnsanoğlunun boşa kürek çekmesinden ibaret yaşam gerçeğinde çokça didinme, bir parça eğlence. Didinme kısmı bir yana, eğlence kısmı kurgulardan ibaret genelde.
Her geçen gün daha asosyal hale gelen insanlar ev ortamında ya televizyonun ya da dijitalin sunduğu kurgusallıkla zaman öldürmekte. Hal böyle olunca bir yandan izleyici beklentisi artmakta, bir yandan da dizilerin kalite çıtası yükselmekte. Vasatlıklarda direnenlere de en kestirmeden yol gözükmekte.
Nasıl ki, bu yaz ekranların dizi konusunda eskiye kıyasla daha seçici olduğunu gördük. Az sayıda ama çoğunlukla elle tutulur işler sunuldu izleyiciye. Arada çıkan düşük performanslı birkaç yapım da tutunamayıp sonlandı zaten.
Şimdi önümüzde yeni sezon var. Anlaşılan o ki yeni sezonda da kaliteye özen gösteren bu dizi mantığı çokça hüküm sürecek. Eskilerle yenilerin harmanlanacağı ekran düzeninde ellerini güçlü tutmak için yarışan kanallar gerek içerik gerekse oyunculuk adına kayda değer işlere yönelecek. Nitekim tanıtımlarından görüldüğü kadarıyla doğru tercihler yapılmış halihazırda.
Kısaca yeni sezon işlerinden bazılarına bakacak olursak…
KANAL D’NİN ‘O
Yaz ekranlarının romantik komedilere teslim edilme alışkanlığı bu yıl değişti malumunuz. Artık sadece birbirinin kopyası olup fakir kızların şapşallığından beslenen romantik komedilerle durum idare edilmiyor. Farklı türden içeriklerin seçildiği yaz sezonunda gençlik yine revaçta ama bu kez yüklenen misyon farklı onlara. Nasıl ki, ‘Tozluyaka’, ‘Duy Beni’ ve yarışa yeni katılan ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ diziler gençliği zorbalıkla harmanlayan içeriklerle karşımızda.
Peki… Yeri geldiğinde gençlere etki yönüyle kendilerini sorgulatan bu yapımların hedef tutturmadaki performansları istenileni verme düzeyinde mi? Bu önemli bir soru. Zira zorbalığın tonlarının özellikle gençlik ağırlıklı işlerde farklı açılardan sunuluyor. Böylece ‘hedef tutturma’ hususunun daha bir önem kazanıyor.
Şimdi ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ dizisini bir yana bırakıp birbirleriyle benzeşen diğer ikisini değerlendirdiğimizde… İlk etapta genel itibariyle ‘Tozluyaka’ ve ‘Duy Beni’nin aynı temelden geldiklerini görüyoruz. Liseli(!) gençlerin sınıf ve değer farklılıklarıyla yaşadıkları çatışmacılıktan gelişen içerikler, zorbalık ve her şeye rağmen ayakta kalma duygularıyla yol almakta.
Başlangıç itibariyle
‘Bazen mezarlıklar dünyanın en güzel yerleridir’ demiş Dante… Belki öyle belki değil… Ancak ölümle eşdeğer olan mezarlıklarla ilgili kesin bir gerçek var ki, o da insanlara hayatın gerçeklerine daha objektif yaklaşmak gerektiğini ve bu yolla yaşananların derinliğine inilip doğruların bulunabileceğini hatırlatıyor. Tabii mezarlıktaki bu mesajcılığın farkına varmak da bakan göze ve kişinin duygusal gelişmişliğine bağlı çoğunlukla.
Nasıl ki, Abdullah Oğuz ile can bulan ‘Mezarlık’ da böylesi bir iç dünyaya ve irdelemelere sürüklüyor bizi. Birce Akalay, Olgun Toker, Şehsuvar Aktaş, Berna Öztür, Baran Güler ve Hakan Meriçliler’den oluşan temel kadrosuyla karşımıza çıkan dizi, sürükleyici hikayelerle gelişen bölümlerinde sergilediği bilinçlendirici mesajcılıkla yaşamsal olumsuzluklara dokunup cesur bir dille gerçekleri hatırlatıyor izleyicisine.
Bu doğrultuda kendi farkını yaratan dizinin yorumunu yapıp ‘Mezarlık’tan mesajlara değinmek de bize düşüyor.
DÖRT BÖLÜMDE, DÖRT KOLDAN DOKUNDURMALAR
Kurgularla mesaj vermek ince iştir. Bir bakarsınız salt mesajcılık kaygısına kapılarak içeriğin akışı zedelenmiş… Bir bakarsınız çok önemli bir konu ele alındığı halde etkisiz söylemden
Yaz dizileri birer birer ekranda boy gösterirken ekranın mevcut yapımları da ya reytinge yenik düşüp veda ettiler ya da sezon finalleriyle tatile gittiler malumunuz.‘Yazlık’ yapımlar ne oranda başarıyı yakalar, yazdan sezona sarkar mı? İzleyip göreceğiz. Öte yandan yeni sezonda tekrar boy gösterecek yapımların nasıl bir sezon finaliyle ara verdikleri bana göre çok daha önemli bir konu. Zira tatile giderken izleyicide bıraktıkları duygu yeni sezon performansları için avantaj konumunda.
Hal böyleyken izleyici ilgisini yeterince çekemeyip yolculuklarını sonlandıranları ‘Geçmiş olsun’ diyerek uğurlayıp yaz dizilerini kendi klişe süreçlerine bırakırken sezon finallerini yapanlar cephesine odaklanıyoruz… Ki, bu noktada en ‘adil’ sezon finalini gerçekleştirerek ‘Herkes hak ettiğini nihayet buldu’ dedirtip yeni sezon için elini şimdiden güçlendiren ‘Kardeşlerim’ dizisi dikkatimizi çekiyor öncelikle.
HERKES HAK ETTİĞİNİ BULDU
Arkada bıraktığımız sezonun dizileri genelinde performans değerlendirmesi yaptığımızda hiç de kötü bir sezon olmadığını söyleyebiliriz ilk etapta. Zira bize sunulan içeriklerin ve oyunculukların çıtası eskiye kıyasla daha yüksekti. Gerçi bu yapımlardan hepsi
Sevmek, âşık olmak… Tanrısal bir duygu mu yoksa insan ruhunun boşluklarını dolduran bir bağımlılık mı? Tanımı her ne olursa olsun âşık olmak, biriyle birliktelik kurmak karşılıklı özveri gerektiriyor. Hele de taraflardan biri kendini daha ön plana çıkartmaya çalışıyorsa diğer kişinin yükü misliyle artıyor. Dahası aşkın sağlıklı biçimde yürümesine engel durumlar orta yerde duruyorsa, aşk da imkânsız hale geliveriyor sonuçta. Peki… İnsan tüm bunları bile bile neden düşer imkânsız aşkların peşine? Niye kendini ateşe atar?
Bu noktadaMevlana’nın gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan Şems-i Tebrizi’nin‘İmtihan bu ya… Balığın gönlü çöle vurulur’ sözünü hatırlamakta fayda var. Zira insanı duygusal imtihana sokan imkânsız aşk tam da böyle bir şey. Başlangıçta aşk, imkânsız gibi görünen pek çok şeyi mümkün kılma gücünü verse bile insana… Ya kişilerin karakterlerinden ya da çevrelerinden kaynaklanan öyle engeller çıkabilir ki ortaya, aşkın sorunsuz yaşanması imkânsızlaşır bir anda.
Öte yandan tüm bu zorluklara rağmen imkânsız aşklar hayatın gerçeklerinden biri olarak varlığını sürdürür bir şekilde. Nitekim kurgularda da çatışmacılık yaratmak veya içeriği şekillendirmek