Sevmek, âşık olmak… Tanrısal bir duygu mu yoksa insan ruhunun boşluklarını dolduran bir bağımlılık mı? Tanımı her ne olursa olsun âşık olmak, biriyle birliktelik kurmak karşılıklı özveri gerektiriyor. Hele de taraflardan biri kendini daha ön plana çıkartmaya çalışıyorsa diğer kişinin yükü misliyle artıyor. Dahası aşkın sağlıklı biçimde yürümesine engel durumlar orta yerde duruyorsa, aşk da imkânsız hale geliveriyor sonuçta. Peki… İnsan tüm bunları bile bile neden düşer imkânsız aşkların peşine? Niye kendini ateşe atar?
Bu noktadaMevlana’nın gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan Şems-i Tebrizi’nin‘İmtihan bu ya… Balığın gönlü çöle vurulur’ sözünü hatırlamakta fayda var. Zira insanı duygusal imtihana sokan imkânsız aşk tam da böyle bir şey. Başlangıçta aşk, imkânsız gibi görünen pek çok şeyi mümkün kılma gücünü verse bile insana… Ya kişilerin karakterlerinden ya da çevrelerinden kaynaklanan öyle engeller çıkabilir ki ortaya, aşkın sorunsuz yaşanması imkânsızlaşır bir anda.
Öte yandan tüm bu zorluklara rağmen imkânsız aşklar hayatın gerçeklerinden biri olarak varlığını sürdürür bir şekilde. Nitekim kurgularda da çatışmacılık yaratmak veya içeriği şekillendirmek adına sıkça kullanılır imkânsız aşklar.
Hal böyleyken mevcut dizilerin çiftlerinin aşk hallerini değerlendirip aralarından ‘en’ imkânsız olanını ele alalım istedik biz de…
‘YARGI’NIN GERÇEK AMA İMKÂNSIZ AŞKI
Bu sezonun açık ara en iyi yapımının ‘Yargı’ olduğu muhakkak. Özgünlüğü, birbirinden başarılı oyuncuları, izleyiciyi bağlayan gerçekçi karakterleri, akışının sıkmadan ilerleyen temposu, falsosuz mantığı ve dahi içerik metinlerinin dolu dolu yazılması ‘Yargı’yı en iyi yapan detaylar olarak orta yerde durmakta çünkü.
Tüm bunların haricinde ‘Yargı’ya ayrı bir renk katıp onun çekiciliğini artıran bir detay daha var ki, o da içerikteki aşkın niteliği! Bu öyle bir aşk ki hem alabildiğine gerçek romantizm yansımalarına sahip hem de bir o kadar imkânsız.
Konuyu açacak olursak… Kaan Urgancıoğlu ile Pınar Deniz’in performansları sayesinde daha ilk bölümden itibaren bizi, Ilgaz-Ceylin ilişkisinin duygusal derinliğine ve imkânsızlıklarına daldıran senaryo, mutluluktan ziyade çatışmacılığın hissedildiği bir aşk tablosu koydu önümüze.
Cinayetle gelişen ‘Katil kim’ sorgusunun yarattığı akıl oyunlarının ve ‘Herkesin bir suçu vardır’ felsefesinin orta yerinde yakınlaşan Ilgaz-Ceylin ikilisi bol tartışmalı ve inatlaşmalı bir sürecin ardından zorunluluktan gelişen bir evliliğin içinde buldular kendilerini. ‘Zıt kutupların çekimi’ de diyebileceğimiz bu yakınlaşmada kendiliğinden doğan bir aşk oluşuverdi sonrasında. Adaletin tıkır tıkır işlediği hukuk atmosferinde yol alırken zıt karakterli iki insanın uçurum kenarındaki ilişkisini de sergileyen içerik, böylesi imkânsız sevdaların dayanma gücünü de sınıyordu adeta. Esasen bu sınamanın neticesi çok netti…
Şöyle ki; Kazanmak için kuralları yok sayıp kendi gerçeklerini yaratarak başına buyruk biçimde hedefine ilerlemeyi alışkanlık edinen Ceylin, sadece avukatlık mesleğini icra ederken değil aynı zamanda özel hayatındaki kararlarında da fevri ve inatçı tutum izleyen bir kişilikti. Böylesi sabit karaktere sahip bir kadının aşkta taviz vermesi, her ne pahasına olursa olsun karşısındaki erkekle ilişkisinde sevdayı ön planda tutması mümkün müydü peki? Tabii ki hayır.
Nitekim ani patlamalarıyla sivrilen ve önünü ardını düşünmeden hareket etme alışkanlığını her şekilde sürdürerek başını belaya sokmaktan çekinmeyen Ceylin de hukuksal yaptırımdan kaçma gerekçesiyle evlendiği Ilgaz’la olan aşkını, kendi benliği ve kör inadı uğruna, bir çırpıda harcamayı seçiverdi. Bu seçiminde mantık hâkim miydi? Kesinlikle hayır.
Zira İnci’nin cinayetinin ardından gayet mantıklı biçimde olaya yaklaşıp gerçek suçluyu bulma yolunda yürüyen ateşli avukatımız bu süreçte, ailesini karşısına alma pahasına, Ilgaz’la aynı çizgide durup Çınar’ın suçsuzluğunu ispata koyulmuştu. Böylece Ilgaz’la duygusal yakınlaşmasını da geliştiren Ceylin, maalesef bu doğrucu adalet anlayışını ve mantığını babasının cinayetinin ortaya çıkmasından sonra gösteremedi. Mantıksız bir duygusallıkla hırçınlaştı ve Ilgaz’ı kırıp döktü. Mevcut delillere rağmen at gözlüğü takmışçasına Çınar’ı suçlayıp Ilgaz’dan, gerçekleri araştırmasını engelleyecek biçimde, soruşturmanın dışında kalmasını talep etti. İşte bu mantık dışı duygusal yaklaşım Ceylin-Ilgaz aşkının imkânsızlığını netleştiren en önemli kırılma noktası oldu!
Ilgaz cephesine baktığımızdaysa… Dürüstlükten ve adaletten asla taviz vermeyen, bu uğurda ailesini dahi tanımayacak kişilikte bir Savcı olan Ilgaz, Avukat Ceylin ile karşılaştıktan sonra yeri geldi onun dümen suyuna girdi, yeri geldi yaptığı taşkınlıkları olgunlukla sineye çekti. Kısacası çizgisini hiç bozmayan Ilgaz, kendisiyle sürekli didişmekten adeta zevk alan Ceylin’in aksine bir tavır sergiledi ilişkilerinde. Dahası suçsuzluğunu sürekli tekrarlayan Çınar’ı babasını katili olarak kabullenip üçüncü kişi olasılığını görmezden gelen Ceylin’i, Engin’in katili olarak suçlandığında da yalnız bırakmadı. Ona inandı daima. Sevdiği kadını kurtarmak uğruna savcılığı bırakıp avukat oldu. Babasını küstürmek ve Yekta tarafından suçlanmak pahasına gerçekleri bulup Ceylin’i kurtardı. Yani Ilgaz, Ceylin gibi kendini ve ilkelerini aşkının önüne koymadı asla!
Hal böyleyken Ceylin-Ilgaz ikilisinin aşkını imkansızlaştıran tarafın, takındığı tavırlardan ve sergilediği haksızlıklardan dolayı, Ceylin olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Dahası Cüneyt’in itirafından sonra katilin Çınar değil de Serdar olduğunu öğrenen ve Ilgaz’ın aşkına-evliliklerine yaptığı haksızlık iyice belirginleşen Ceylin’in, sıcaklığını-sabrını-anlayışını esirgemeyen, Ilgaz’ı kesinlikle hak etmediğini de düşünebiliriz.
Çünkü Ceylin gibi ‘Biz’ olmayı beceremeyip hep ‘Ben’ diyen insanlar asla akıllanmaz ve ‘Huylu huyunu terk etmez’ mantığı doğrultusunda hareket edip kendilerini sevenleri tekrar tekrar kırmaktan geri durmayarak çemkirmelerle, ukalalıkla aşkın güzelliklerini imkânsızlaştırırlar. İş işten geçtikten sonra üzülüp ağlamaları da, kısa sürede eski tavırlarını tekrarlayacaklarından, bir anlam ifade etmez zaten. Onun için ‘Koyuver gitsin’ demek en doğrusu.
SONUÇTA DİYECEĞİM O Kİ; Boşanma sonrası kendisine aşkla bakan Ilgaz’ı dışlayarak çekip gitme hareketiyle özünü belli eden… Ilgaz’la olan her etkileşiminde aşkından ve sıcaklığından ziyade bencillik zayıflığını ortaya koyan Ceylin sayesinde ‘Yargı’nın sevda halleri gerçek ama imkânsız bir aşk atmosferine sokuyor bizi. Dolayısıyla halihazırda ekranın ‘En imkânsız aşk’ı da ‘Yargı’da gelişiyor.
Dizinin akışı bu ikilinin ilişkisini nerelere götürecek bilemeyiz ama… Altı ay sonrasından kesitlerle verilen üstü başı, elleri kan içinde Ceylin tablosu adalet çarklarının bir kez daha aşkını kolayca imkânsızlaştıran Ceylin’le ilgili gerçekleri çıkartmak için döndürüleceğini ortaya koyuyor. Ilgaz, bu sürecin neresinde olacak? Aşklarını imkânsızlıktan kurtarabilecek mi? Bekleyip göreceğiz.
Son söz ünlü şairlerimizden Özdemir Asaf’tan gelsin… ‘Ne zaman imkânsızı seversin, işte o zaman gerçek seversin’.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal