Yaz ekranlarının romantik komedilere teslim edilme alışkanlığı bu yıl değişti malumunuz. Artık sadece birbirinin kopyası olup fakir kızların şapşallığından beslenen romantik komedilerle durum idare edilmiyor. Farklı türden içeriklerin seçildiği yaz sezonunda gençlik yine revaçta ama bu kez yüklenen misyon farklı onlara. Nasıl ki, ‘Tozluyaka’, ‘Duy Beni’ ve yarışa yeni katılan ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ diziler gençliği zorbalıkla harmanlayan içeriklerle karşımızda.
Peki… Yeri geldiğinde gençlere etki yönüyle kendilerini sorgulatan bu yapımların hedef tutturmadaki performansları istenileni verme düzeyinde mi? Bu önemli bir soru. Zira zorbalığın tonlarının özellikle gençlik ağırlıklı işlerde farklı açılardan sunuluyor. Böylece ‘hedef tutturma’ hususunun daha bir önem kazanıyor.
Şimdi ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ dizisini bir yana bırakıp birbirleriyle benzeşen diğer ikisini değerlendirdiğimizde… İlk etapta genel itibariyle ‘Tozluyaka’ ve ‘Duy Beni’nin aynı temelden geldiklerini görüyoruz. Liseli(!) gençlerin sınıf ve değer farklılıklarıyla yaşadıkları çatışmacılıktan gelişen içerikler, zorbalık ve her şeye rağmen ayakta kalma duygularıyla yol almakta.
Başlangıç itibariyle ele aldığımızda… Dört arkadaştan birinin zenginler tarafından zorbalığa maruz kalmasıyla konuya giriş yapan her iki dizi de üçer öğrencinin zenginlerin kalesi gibi görülen kolejlere burslu girmeleriyle, ‘Suçlu kim’ sorusunun peşine takıldı öncelikle. Tabii bu süreçte zıt kutupların çekim gücü ve kıskançlık da devreye sokuldu. Böylece rekabetle yürütülecek aşk meşk hallerinin ihmal edilmeyeceği hissettirildi. Yanı sıra zorbalığa çanak tutan zengin ebeveynler ve kötülüğü kollayan okul sorumlularıyla, fakir kesimden aile bireyleri içeriği destekleyen öğeler olarak unutulmamıştı. Anlayacağınız genel çerçeveden bakıldığında ‘Tozluyaka’ ile ‘Duy Beni’ aynı özün sözleriydi.
Öte yandan birbirlerine benzeyen bu yapımları aynı kefeye koymak kesinlikle mümkün değildi. Zira aynı tohumdan filizlenen bu işlerin ‘zorbalık’ dozu bakımından ayrıştıkları ve farklarını ortaya koydukları aşikâr… Ki, bu noktada ‘Tozluyaka’ farkını çok net fark ettirmekte. Bize de ‘‘Tozluyaka’nın farkı ne’’ sorusuyla birlikte diziyi öne çıkartan ayrıntıya işaret etmek düşmekte.
‘TOZLUYAKA’DA DOĞALLIK ÖN PLANDA
Doğallık… Dikkat çekmede, kolayca benimsenmede öne çıkan özelliklerden. Bilhassa kurgularda! Abartılar, aşırılıklar kısa süreliğine ilgi uyandırsa bile sürekli yüksek ivmeden yol alındığında hem gerçeklerden kopukluk yaşanıyor hem de mantık devreden çıktıkça işin cazibesi kalmıyor.
İşte ‘Tozluyaka’nın farkı tam da bu konuda çıkıyor açığa.
Şöyle ki; Çatışmalarını doğru kuran dizinin geleceğe umutla bakmanın önünü açtığını görüyoruz ilk etapta. Dahası… Karakterlerini dengeli biçimde yapılandıran ve çizilen gerçekçi profillerin oyuncuların üstünde eğreti durmamasını sağlayan senaryonun doğallığa dair sıkıntısı da yok.
Ali, Zeyno, Sinan… ‘Ucunda ölüm mü var’ diyerek duygularını açıklaması için gaz verdikleri Vefa’nın Hazal ateşinde yanıp kül olmasının gizemi peşindeler. Üç arkadaşın koleje girmesiyle sosyal çatışmasını ve katil arayışını başlatan ‘Tozluyaka’da, şiddet ile zorbalık olayının tavan yaptığı noktaysa, konser gecesinde yaşananlar. Hepsi bu! Ucunda ölüm olan bu geceden sonraki tabloda ‘şiddet’ adına abartıdan eser bulunmamakta.
Anlayacağınız, bir başka yazımda ele aldığım ve zorbalıktaki doz aşımını vurguladığım ‘Duy Beni’nin aksine, ‘Tozluyaka’nın zorbalık-şiddet yansımalarında ipin ucu kaçırılmamış kesinlikle.
Farklı kesimlerden gelen öğrencilerin birbirlerine kafa tutmaları, araçla yol kesip yumruklaşmaları, Berk’in Cemre’ye karşı maçolukları, Ali’nin Berk’i kaçırması gibi yaşamın içinde bolca yer alan ve artık doğal hale gelen gerilimlerden ibaret bırakılmış. Elbette ki bunların hiçbiri tasvip edilecek şeyler değil ama… Senaryonun şiddet mantığı açısından değerlendirildiğinde toplumun rutinine ters düşecek, sıra dışı sayılabilecek zorbalık tavırları sayılmazlar nihayetinde.
Diğer taraftan dizideki zengin-fakir yetişkinler cephesinde de doğal gerilimin ve kötülüğün sınırlarını aşan bir durum göremedik şimdiye kadarki bölümlerde. Hatta zorbalığı örtbas ederken bile ölçüyü aşmayan zenginler ve dinginliğin ağır bastığı yetişkinler kanadında yıkıcılıktan ziyade yapıcılık mantığı hâkim diyebiliriz. Mesela bu noktada ne olursa olsun gerçeklerin açıklanmasından yana tavır sergileyen ve doğruluk adına burslu çocukların okulda kalması için mücadele eden Önder karakteriyle kayda değer bir fark yaratılmış. Keza Vefa’nın ölümünde bir nebze katkısı olan Çağrı’nın, Önder’in teşvikiyle bile olsa, Ali’yle arkadaşlarının yanına gidip elini uzatması ya da Berk’e gerçekleri söyletmeye çalışması gibi ayrıntılar da senaryonun zorbalık konusunu işlerken yoğun şiddeti arka plana atmaya özen gösterdiğini hissettiriyor bize. Berk’in Ali tarafından kaçırılmasına karşı çıkan Arap ve Zeyno’nun adaleti yerine getirmenin güvenlik güçlerinin işi olduğu yönündeki söylemleri bu hissi güçlendirdi nitekim.
İlaveten… Vefa’nın babasıyla içeriğe farklı bir renk katılması… Deneyimli isimlerden gençlere, oyuncu performanslarının abartısız sergilenmesi gibi detaylar senaryonun şiddete yaklaşımını perçinleyerek elini güçlendiren ve içerikteki mesajların izleyiciye en doğal haliyle yansıtılmasını sağlayan artılar.
SÖZÜN KISASI; ‘Tozluyaka’nın farkı senaryo dilinde! ‘Yanlış yoldayım ama yol nasıl güzel’ şeklindeki duvar mesajıyla çatışmacılığa kendince katkıda bulunan ve katil arayışını gizemli hale getirip ‘Katil, Bilal bile olabilir’ diye düşündüren ‘Tozluyaka’ içeriğinde doğallığı ön planda tuttuğu için de bir adım önde.
Bundan dolayı hangi diziye benzetilirse benzetilsin kendi iç dinamiklerini doğru kurmayı başarmış… Zorbalığın-şiddetin-mesajcılığın dozunu abartmadan ve çirkinleştirmeden iyi ayarlayabilmiş bir yapım konumunda.
Yekta Torun ve ekibinin kaleminden çıkan senaryonun ‘Vefa nasıl öldü’ sorusunun peşine takılırken yaratılan çatışmacılıkta ‘şiddet’ çizgisini bozmadan devamını getirmesi temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal