Demokrasi ve insan hakları sözlerindeki içeriğin ülkeler arası boyutta bu kadar deforme edildiğini hayatım boyunca hiç görmedim desem yeridir.
Yunanistan sınırında mültecilerin yaşadığı insani dramdan söz ediyorum.
Patlatılan botlar, gaz bombaları, öldürülen insanlar, ceplerinden paraları alınarak yarı çıplak halde geri gönderilenler, kaybolan çocuklar vs.
Kısacası, lafa geldiğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi havarisi kesilen Avrupa Birliği ve komşumuz Yunanistan, ne yazık ki bu konuda hiç iyi bir sınav veremiyor.
Ne çabuk unutulmuştu oysa...
1941 yılında İtalya ve Almanya, Yunanistan’ı işgal etmişti ve on binlerce Yunan, deniz yoluyla ya da Türkiye üzerinden Orta Doğu’daki kamplara kaçmak amacıyla aynı mücadeleyi yaşamıştı.
BBC, II. Dünya Savaşı’nda yaşanan bu tersine göçü gündeme almış, röportajlar yapmış ve haberleştirmiş.
Yazılanlardan anladığımız kadarıyla görüyoruz ki, Yunan hükümetinin bugünkü göçmenlere yaptıklarını, o yıllarda Yunan mültecilere yapmamışlar.
Bugünlerde televizyonlarda adını çok duyduğumuz, Suriye’deki Halep ve El Neyrab kentleri, o yıllarda da aynı göçün tersinin yaşandığı yerlermiş. El Neyrab şehri, geçici toplanma yeri olarak işlev görmüş.
O günlerde küçücük bir çocuk olan ve Sakız Adası’nda yaşayan Marianthi Andreadi, yaşadıklarını hiç unutmamış. Özellikle, Türkiye sınırındaki bir bekçinin kendilerine yaptığı muameleyi...
Türkiye’ye sığınmışlardı
“O zamanlar üç yaşındaydım. Almanlar buradaydı ve biz açtık. Bu yüzden Türkiye’ye yasadışı yoldan gittik ve oradan trenle Halep’teki (Suriye) El Nayrab kampına gittik” sözleriyle yaşadıklarını anlatan Marianthi Andreadi’nin aklında kalanlardan biri de, Türkiye kıyılarına ulaştıklarında bir bekçinin “Gel burda, gel burda! (Buraya gel)” şeklinde kendilerine seslenişi olmuş.
Küçük Marianthi’yi ve ailesini “Geri dönün” diyerek kovalayan ya da bulundukları tekneye “batsın” diye ateş eden olmamış.
Ioannis Stekas da Yunanistan’da yaşanan bu acıların canlı tanıklarından. Ağabeyi Kostas, zorla askere alınmış. Yunanistan’dan kaçabilmek için tüm mallarını satmışlar. Almanların Türkiye’ye göçü yasaklamasına rağmen elde ne varsa toparlayıp yollara düşmüşler. Önce Çeşme’ye geçmişler. Bir ay kadar Çeşme’de kaldıktan sonra İzmir’e gelmişler ve üç gün süren bir tren yolculuğunun ardından Halep’e ulaşmışlar.
Doç. Dr. Nurgün Koç’un, Bilig dergisinin 2018 Kış sayısında yayımlanan ‘II. Dünya Savaşı’nda Alman İşgali Altındaki Ülkelere Türkiye Üzerinden Yapılan Yardımlar’ başlıklı makalesinde göreceksiniz ki...
II. Dünya Savaşı boyunca Yunanistan Adaları ve anakarasından kaçan on binlerce mülteci; İzmir, Kuşadası, Çeşme, Bodrum, Marmaris, Söke ve Fethiye’de karaya çıkarak Türkiye’ye sığınmış.
II. Dünya Savaşı sırasındaki iltica olayları, o günlerin kısıtlı haberleşme olanaklarına rağmen nasıl unutulmadıysa, bilin ki bugünlerde yaşananlar da unutulmayacak.
Tarihin böyle bir huyu var işte, unutmaz...