Değerli okuyucularım, Batı ülkelerinde de Türkiye’de de ekonomi ile ilgili olarak birçok olumsuz rakam arasında bazı olumlu rakamlar da su yüzüne çıkmaya başladı.
Bu rakamlar arasında bence en olumluları tüketici güven endekslerindeki küçük kıpırdamalardır. ABD’de, içinde tüketici beklentilerini de kapsayan öncü ekonomik göstergeler endeksi yedi aylık düşüşün sonunda nisan ayında ilk defa mart ayına göre yüzde 1 oranında arttı.
Türkiye’de de olumlu bazı rakamlar görülmeye başlandı. Aşağıdaki grafiklerin kaynağı Türkiye İstatistik Kurumu’dur.
Görüldüğü gibi bu sene mart ve nisan aylarında kapasite kullanımı ve sanayi üretimde ufak da olsa aylık artışlar görüldü.
Her iki grafikte de dikkat edilecek husus bu düzelmelerin vergi indirimleriyle desteklenen mevsimlik düzelmeler olabileceğidir. Esasen her iki gösterge de geçen seneden çok daha aşağı seviyelerde seyrediyor.
Ancak, tüketici güven endeksinin de nisan ayında bir önceki aya
DEĞERLİ okuyucularım, bazı söylenenleri duyunca ağzım açık kalıyor!
Şimdilerde, ABD’nin Irak’tan çıkacağı kesinlik kazandığından bu yana, DTP başkanı ve bazı milletvekillerinin ağzından düşürmedikleri bir cümle var:
-Eller tetikten çekilsin!
-Kimin eli tetikten çekilecek?
-E normal değimli? Kimin eli tetikte ise o elini tetikten çekecek!
-Beyler, asker, polis, jandarma milleti korumakla görevli! Nasıl çeksin elini tetikten?
Vatandaşların geri kalanının ruhsatsız silah taşıması yasak! DTP’li milletvekilleri, Ateşli silahlar yasasını bilmezler mi? Vatandaş evinde ruhsatsız silah bulundurursa hapse gider! Bu kanunlar PKK’ya üye olanlar için geçerli değil mi?
BEN ülkeleri değerlendiren kuruluşlardan biri olsam IMF ile anlaşma yapan ülkelerin notunu kırardım değerli okuyucularım! IMF ile anlaşma bu güne kadar hiçbir ülkeyi krizden korumadı. Hiçbir ülkeyi!
Biz kendi hesabımıza IMF yönetiminde üç büyük kriz yaşadık. Bu krizler başımıza İMF’nin tavsiyelerine uymadığımız için değil, aksine İMF’nin en tepe yöneticilerinin Türkiye’yi öve öve bitiremedikleri dönemlerde geldi!
Peki IMF ile yapılan anlaşmalar bizim ya da herhangi bir ülkenin krizden kurtulması için yararlı oldu mu?
Hayır!
Tam aksine IMF’nin bize burnumuzu tutup gırtlağımızdan aşağıya zorla yutturduğu ilaçlar krizin uzamasına, bir alay özel ve kamu şirketimizin de yabancılara yok bahasına satılmasına neden oldu. 2001 krizi öncesinde Isuzu, Honda, Fiat, Ford, Toyota gibi klas şirketlerde hem yönetim Türk ortaklardaydı hem de Türk ortakların hisse oranı çok daha yüksekti. Bu şirketlerde hisseler ve yönetim bu gün yabancılarda!
IMF’nin reçetelerinin yanlış olduğunu ben
DEĞERLİ okuyucularım, 10 Şubat 2001’de Yunanlı bilim adamı Dr. Georgios Nakratzas o tarihte Kültür Bakanı olan Evangelos Venizelos’a bir açık mektup gönderdi. Mektubu aşağıda kısaltarak alıyorum. Kısaltırken aldığım bölümler harfine kadar Dr. Nakatzas’ın sözleridir. Aldığım bölümler aynı zamanda mektubun bütününün anlamında en ufak bir değişiklik yapmamaktadır.
Arzu eden okuyucuma da mektubun tam metnini göndermeye hazırım.
Nakratzas şöyle yazıyor:
“Kültür Bakanı olarak doğrulara karşı büyük saygı duyacağınızı farz ederek size Yunan Ordusu’nun 1913’de Slav dilini konuşan Makedonya’lılara karşı gerçekleştirdiği Soykırım ile gene Yunan Ordusu’nun 1919-1922 yıllarında Küçük Asya’da sivil Türk nüfusa karşı işlediği suçlar hakkında bilgi vermeme müsaade etmenizi diliyorum.”
Dr. Nakratzas, Makedonlar’la ilgili olarak, Carnegie Raporunu referans göstererek, Yunan ordusunun Kılkış köyünü 4 Temmuz 1913’te işgal ettiğinde köyün sapasağlam
DEĞERLİ okuyucularım, pazar sabahı bu yazıyı yazmak için oturduğumda, dünyada ve Türkiye’de ekonomilerin düzeliyor olduğu umudunu uyandıran belirtilerden bahsetmeyi düşünmüştüm. Buradan hareketle bu krizlerin sonunun gelip gelmediğini henüz kimsenin bilmesine olanak olmadığına da değinecektim.
Ama bu ciddi konuları kurgularken içimi hoş bir rehavet sarıyordu:
Cumartesi gecesi Kültürpark Atatürk Açıkhava Tiyatrosu’nda dinlediğim muhteşem konser! Ben aslında, lise yıllarımdaki kısa bir haylazlık dönemim hariç oldum olası gece eğlence yerlerine pek gitmem.
Cumartesi gecesi de çok değerli genç bir tanıdığım Fuar’daki konsere bir davetiye vermeseydi, o konsere de gitmek aklıma gelmeyecekti. Gelmeyecekti ama son yıllarda yaşadığım en keyifli, en nostaljik ve de en hüzünlü, yani müthiş karmaşık duygularla dopdolu bir geceyi de kaçırmış olacaktım. Geri gelmeyecek, belki de bir daha yaşanmayacak mükemmel bir geceydi o!
Bahsettiğim, Muazzez Abacı, Seçil Heper ve Emel Sayın gibi klasik Türk müziğinin üç dev
DEĞERLİ okuyucularım, 1950 yılında Türkiye kişi başına milli gelir açısından baktığınızda Yunanistan’ın, Portekiz’in önünde, İspanya ile arasındaki fark yüzde ile ifade edilecek düzeyde idi. Bugün “Asya Kaplanları” denilen Kore, Tayvan, Malezya, Singapur gibi ülkelerin hepsinin önündeydi. Demokrasi ve insan hakları konusunda da pek çok Avrupa ülkesinin önündeydi.
O yıllarda İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar diktatördü. Rusya ve Doğu Avrupa’nın tamamı diktatörlükle yönetiliyordu. Kendine demokrasi diyen Avrupa ülkeleri, sömürgelerinde dehşet verici insanlık suçları işliyorlardı. ABD’de ırk ayrımı hâkimdi. Türkiye ise 1946’da demokrasiye geçmiş, 1950’de seçimle iktidar el değiştirmişti.
Sosyal haklar bakımından Türkiye’de kadınlar 1930’dan beri oy kullanıyorlardı. Fransa’da bu hak 1944’te tanınmış, İsviçre’de ise ancak 1968’de tanınacaktı. Türkiye yazı reformu, yazı dilinin sadeleştirilmesi, halk evleri ve
DEĞERLİ okuyucularım bu gün 19 Mayıs. Bu gün Mustafa Kemal Atatürk’ün, zayıflayan merkezi nihayet dağılmış, onu bir arada tutan tüm fikirsel ve kurumsal güçleri yok edilmiş Osmanlı Devleti’nin merkezini yeniden kurmak için işe başladığı gündür. Osmanlı’nın merkez çekim gücü ve değerleri öylesine yok olmuştu ki, devletin başı sayılan Padişah ve onun damadı olan Başbakan ülkelerini işgal etmiş olan İngiltere’yi “Sevenler Derneği” ne üye olabilmişlerdi! Başkanı bir İngiliz Papaz olan bu derneğin adi üyeleri!
Merkez çekimi böylesine yok olmuş bir devlet karşısında yeni bir yerde yeni bir merkez gücü ve yeni bir devlet oluşturmaktan başka hangi çaresi vardı Atatürk ve arkadaşlarının? Bu, o gün ülkenin belki bütün elit düşünürleri tarafından mucizeden öte bir amaç olarak görülüyordu. Ama o amaç başarılmıştır.
Hiç şüphe yok ki bu gün kolayı, ülkemizi ve demokrasimizi bir arada tutan merkezi değerlerin ve kurumların yıpratılmalarına
DEĞERLİ okuyucularım, geçen yazımda herhangi bir ülkeyi bölüp zayıflatmak istendiğinde ilk yapılacak şeyin o ülkeyi bir arada tutan kurumsal ve fikirsel yapıyı yıpratmak, birliği, fikri ve kurumsal korumadan yoksun bırakmak olduğunu yazmıştım. Örnek olarak devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bizatihi kendisinin, ulus devlet fikrinin, laiklik tanımının, yargının, nasıl sistemli bir biçimde yıpratılıp, ya anlam değişikliğine uğratıldığını ya da doğrudan itibar kaybettirilmeye çalışıldığını irdeledim.
Aynı gerçek, özerk üniversiteler ve demokrasimizin korunmasında ”son çare” konumunda olan silahlı kuvvetlerimiz için de geçerlidir. Üniversitelerin ve YÖK’ün durumu apaçık ortada. Silahlı Kuvvetlerimiz üzerinde oynanan tehlikeli oyuna ise kısaca değinmek istiyorum.
H H H
Öncelikle bu, adına “Ergenekon” denilerek canavarlaştırılan, var olduğu henüz kanıtlanamamış bir iddiadan ibaret olan “olay”a silahlı kuvvetlerimizi bulaştırmak için her türlü çaba harcanıyor.Yapılan yasadışı